|
|
| Sanatçı Alımları | |
|
+14Léon Guiscard Nevané Darkthorn Robin Fernald Janice Marchant Eduard Bernand Cleveland winter schultz Reine Gregeroit Dominique Lûthien Venus Wheel Clémence Lioméque RàzìèL StormFury Bianca Maia Holls Deeandra J. Summer Marcus Leonard Clayton 18 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Sanatçı Alımları Çarş. 06 Ekim 2010, 16:21 | |
| Sanat dünyasına adım atıp, müzisyen, ressam, yazar, oyuncu veya model olmaya karar verdiniz, öyle mi? Vakit kaybetmeden, aşağıdaki formu doldurun öyleyse.
- Kod:
-
[size=11][b]Karakterin Tam Adı:[/b] [b]İstenilen Rütbe(-ler):[/b] [b]Günlük Aktiflik Süresi:[/b] [b]Örnek Rol Oyunu:[/b][/size] | |
| | | Deeandra J. Summer Ressam
Kayıt tarihi : 06/09/10 Mesaj Sayısı : 5 Mücadele Tarafı : Karanlık
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 18 Ekim 2010, 13:50 | |
| Karakterin Tam Adı:Deeandra Jenny Summer İstenilen Rütbe(-ler):Ressam Günlük Aktiflik Süresi:Gün gün değişir. Bazen bir bazen iki saat. Örnek Rol Oyunu: - Spoiler:
Dışarıda yağan damla damla yağmuru izleyerek uykuya dalmaya düşünüyordu bu soğuk ve yalnız gecede. Büyük ve eski evinin odasındaki dev penceresinden dışarıya bakmaya başladı. Pencereyi açmasa da dışarısının ne kadar soğuk olduğunu öğrenmişti bugün alışverişe gittiğinde. Tekrardan bu soğuk ve berbat deneyimi yaşamak istemezcesine battaniyesini aldı pencerenin hemen yanında duran yatağının üstünden ve sarındı. Her zaman olduğunu gibi yine babasını düşünüyordu bu gecede evin karşısındaki büyük ve korkunç ağaçlarla dolu ormanı izleyip. Belki de bu yüzden nefret ediyordu bu evden. O’nu hayata bağlayan babasını aldığı için değil korkunç olduğunu içindi beklide. “Yalan bunlar. Kendimi kandırıyorum sadece. Seni özlüyorum baba. Sadece seni…” Diye kendi kendine konuşurken içeriye evin yaşlı hizmetçisi girdi. O berbat soğuk bakışlarıyla Xaviér’e baktı pis pis. Yavaş adımlarla odanın gıcırdayan tahta parkelerinde yürümeye başladı o kocaman ayaklarıyla. Gittikçe yaklaşıyordu, yaklaştıkça da korkuyordu Xaviér. Bir yandan dışarıda esen rüzgarın, pencerenin camını sıyırırken çıkarttığı o korkunç ses bir yandan da karşısında Dünya’nın en kötü kadını olması korkutuyordu. Bir elini her korktuğunda yaptığı gibi ağzına götürmüştü ve tırnaklarını yiyordu. Artık o eski masum ve sevinç dolu çocuk yoktu hayatta. Babasının ölümüyle her şey son bulmuştu. Bundan sonra ne kimseye değer verecek ne de o küçücük kalbi eskisi gibi hayat dolu atacaktı. Annesini zaten hiç tanımamıştı. Babasının deyişi ile o çoktan ölmüştü. “Belki de aynı yere gitmişlerdir.” Diye düşünüyordu daha küçükken. Ama şimdi anlamıştı her şeyi annesi, babasının hatırlamak istemediği bir anıydı. Bu yüzden annesini sevmiyordu ve hiç sevmemişti zaten. Hizmetçi yaklaşıp “ Kapa çeneni seni kahrolası velet.” Diye bağırınca Xaviér orkarak dizlerinin geriye çekip topladı ve kollarıyla dizlerini sardı. İçinden “Korkuyorum baba, hem de çok. Neden beni bıraktın?” diyordu. Gözleri nemlenmişti yine ağlamak üzere gibiydi. Neyse ki yaşlı hizmetçi odasından çıkmıştı ağır adımlarla. Bu gece sadece bağırmıştı bu yüzden iyi bir gece olarak görebilirdi. Genelde dövmediği her geceyi iyi olarak tanımlıyordu zaten. Yavaşça oturduğu yerden kalktı ve yatağının hemen yanında duran gitarını aldı eline. Şöyle bir baktı ve üstündeki tozu sildi. Tekrardan pencerenin önüne gelip babasının öğrettiği kadarı ile çalmaya çalıştı tozundan yeni kurtulmuş akortsuz o eski gitarı. Birkaç şey hatırlıyordu, en azından babasının öğrettiği o en sevdiği şarkıyı. Yavaşça perdelerin üstüne bastı küçük parmaklarıyla gitarda ve tellere yavaşça değdirdi sağ elini ve çalmaya başladı yavaştan gitarı. “One love
One blood
One life
You got to do what you should
One life
With each other
Sisters
Brothers
One life
But we're not the same
We get to
Carry each other
Carry each other
“
Sadece bu sözlerini hatırlayabilmişti şarkının. Bu bile yetmişti gözlerinin tekrardan dolmasına. Dışarıda yağan yağmur biraz daha hafiflemişti. Aklına bir şey gelmişti beklide dışarıda yürümek iyi olabilirdi bu saatte tek başına. Belki de şansı yaver gider ve o küçük artık değeri olmayan bedeni sonsuzluğa yani babasının yanına ulaşabilirdi. Paltosunu almak için odasındaki eski gardırobu açtı ve eşofmanları ile yağmurluğunu aldı ardından kapattı kapısını gardırobun. Kıyafetleri hemen giydi ve yağmurluğunu koluna alıp yavaşça odasının kapısını açtı ve korkulu bir şekilde kafasını uzattı koridora baktı. Etrafta kimsecikler yoktu. Hemen odasından çıktı ve eskimiş tahta parkeler üzerinde yürümeye başladı evin eski gıcırdayan merdivenlerine doğru. Tüm bedeni buz kesmişti ve titriyordu çünkü yakalanma korkusu vardı içinde. Eğer yakalanırsa dayak yiyecekti ve yalnız kalacaktı yine. Bu şekilde kafasını dağıtıp etrafta dolaşacaktı ve beklide babasının yanına gidecekte gecenin sonunda da gözlerini bu Dünya’ya yumup… Evet, o eski merdivenlerden de inmişti çok fazla ses çıkarmadan. Hemen kapıya doğru yöneldi ve büyük kilidi açtı. Ardından büyük kilidin altında duran iki minik kilidi de açtı ve kapıyı araladı. Kapıyı aralar aralamaz suratına buz gibi bir hava vurdu. Suratı donacakmış gibi hissetti o buz gibi soğuğu hissedince. Hemen yağmurluğunun cebinde duran beresini aldı ve kafasına taktı. Ardından yağmurluğun kolunun içine tıkılmış kırmızı, yün atkısını aldı ve boynuna doladı hemen. Yağmurluğu da yavaşça giydikten sonra artık hazırdı o ıslak ve soğuk havayla yüz yüze gelmeye. Kapıyı açtı bir anda ve zorda olsa dışarıya çıktı. Dışarı çıktığında anlamıştı sadece yağmur yağmıyordu çok kuvvetli bir rüzgarda vardı ve bu rüzgar Xaviér’in ayaklarını yerden kesiyordu resmen. Ufak ve zayıf bir çocuk olduğu için çok rahat kaldırılıyordu zaten arkadaşları tarafından da. Ama bu rüzgar resmen uçuracak gibiydi. Zar zor yürüyordu yağmurdan sırılsıklam olmuş kaldırımlarda. Bir an durdu ve kafasını gökyüzüne kaldırdı. ”Babam için gözyaşı döküyor gökyüzü bile.” Dedi ve küçük bir gülümseme yerleştirdi suratına. Gözleri dolmuştu ve yanaklarından yaşlar dökülüyordu. Yağmur damlaları ile karışmış göz yaşları tane tane yere iniyordu suratından ama indikçe azalmıyordu bu yaşlar. Hatta gittikçe artıyordu bile üzüntüsü ve göz yaşları. Gözyaşlarını sildi eline ve kendine gelmeye çalıştı. Bu soğuk rügarlı havada bunu yapmak pek zor değildi esasında bu yüzden hemen kendine geldi ve evin karşısındaki karanlık ormana girdi kimseye haber vermeden. Karşısına neler çıkacak bilmiyordu ama mutluydu çünkü babasının yanına gitme olasılığı artacaktı artık…
| |
| | | Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 18 Ekim 2010, 16:25 | |
| | |
| | | Bianca Maia Holls Stilist
Gerçek Adı : S. Yaş : 30 Kayıt tarihi : 26/10/10 Mesaj Sayısı : 2 Mücadele Tarafı : Moda. Belirgin Özellikleri : Elinin çabukluğu ve tasarımlarının mükemmelliği... Görünüşüde mükemmeldir. RP Sevgilisi : Çizimleri.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Salı 26 Ekim 2010, 18:54 | |
| Karakterin Tam Adı: Bianca Maia Holls İstenilen Rütbe(-ler): Stilist/Moda Tasarımcısı Günlük Aktiflik Süresi: Hmm haftasonları buradayım. Günde de en fazla 2-3 saat. Ama bazen hiç gelemiyorum. Örnek Rol Oyunu:
- Spoiler:
~~~~
Camdan dışarı baktım. Yağmur daha çok şiddetleniyordu. Şimşekler öyle çok fazlaydı ki, artık korkmaya başlamıştım. Camdan uzaklaştım ve beyaz koltuğa oturdum. Üzerimdeki grip tüylü kazağa sarıldım. Sımsıkı… Telefonum durmadan ses çıkarıyordu. Sinirlenmiştim. Aldığım gibi yere fırlattım. Ağlamaya başladım. Bir şey duymak istemiyordum. Sinirlerime hâkim olmalıydım. Bunları atlatacaktım. Hepsini atlatacaktım. Oturduğum yerden kalktım ve uzun olan beyaz koltuğa uzandım. Gözlerim yavaşça kapanmaya başlamıştı. En son hatırladığım şey oydu.
…
Uyandığımda biri saçlarımı okşuyordu. ‘‘Ne işin var burada?’’ dedim tedirgin bir sesle… Yüzünde her zaman ki çapkın gülümseme vardı. Ama bu sefer yüzünde acıda vardı. ‘‘Hey, iyi misin? Bir şeyler getireyim mi?’’ dedim ve yattığım yerden kalkmaya çalıştım. Kafasını iki yana salladı. ‘‘Ne oldu? Anlatır mısın?’’ dedim artık bağırarak. Yüzünü bana döndüğü an mavi gözlerine sabitlenmişti gözlerim. ‘‘Gitme…’’ dedi. Acılı gibiydi sesi… Çok acılı… Sanki yüreği parçalanmıştı. İçime şüphe düşmüştü. Acaba o yüzden mi? Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp gri kazağımın üstüne düşüyordu. Eliyle ıslak yanağımı okşadı. ‘‘Artık gitmem gerek.’’ Dedi.
Ağzımı açamamıştım. Neler diyordu böyle? Gidecek miydi? Beni bırakıp gerçekten gidecekti. Hayır, buna dayanamazdım. Buna gerçekten dayanamazdım. Gözlerine baktım. Son bir kez sarılmak istedim ama geriye doğru gitti. ‘‘Daha acı verici hale getirme bunu…’’ dedi. Gözlerini gözlerime sabitlemekle zaten daha acı verici bir hal vermişti. ‘‘Beni anla… Ama…ama…ben se-’’ diyecekken elimle susması gerektiğini söyledim. ‘‘Git buradan… Git!’’ diyebildiğim sadece bu olmuştu. Ellerini sinirle anlına koydu ve son kez bana baktı. ‘‘Elveda güzelim…’’ daha sonra şiddetle kapı çarpıldı.
Gençliğimizde olduğu gibi, eskiden dediği gibi güzelim demişti bana. Güzelim… Bu kelimeyi her duyduğumda kalbimde bir acı hissediyorum. Onun acısını, onun aşkının acısını…
~~~~
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Salı 26 Ekim 2010, 19:36 | |
| | |
| | | Clémence Lioméque Fotoğrafçı
Gerçek Adı : Ilgaz Yaş : 31 Kayıt tarihi : 31/10/10 Mesaj Sayısı : 6 Mücadele Tarafı : - Belirgin Özellikleri : Sweet
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 31 Ekim 2010, 20:28 | |
| % Clémence Lioméque % Fotoğrafçı % Online işte olabildiğince. % Darchélia Chapell, Bianca Steriné, Winter Guinness, Daphné Stormrage.... (Sitenin yarısı sanırım benim hehe) | |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 31 Ekim 2010, 20:43 | |
| | |
| | | Venus Wheel Ressam
Gerçek Adı : Ecc. Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 43 Mücadele Tarafı : Fırçalar. Belirgin Özellikleri : Değişken ruh halleri, iç dünyası. RP Sevgilisi : Léon benimdir o kadar.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 23:33 | |
| Karakterin Tam Adı: Venus Wheel. İstenilen Rütbe(-ler): Ressam. Günlük Aktiflik Süresi: Yeterince. Örnek Rol Oyunu: Freja Feodora bana ait. | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 23:39 | |
| - Joseph Mark Strauss demiş ki:
- Rütbeniz verildi.
| |
| | | Reine Gregeroit
Gerçek Adı : Ezgi Yaş : 31 Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 83 Mücadele Tarafı : Çıkarları^^
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 05 Kas. 2010, 20:52 | |
| Karakterin Tam Adı: Reine Gregeroit İstenilen Rütbe(-ler): Dansçı Günlük Aktiflik Süresi: 2-3 saat Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Bir hikâye anlatacağım size. Açın gözlerinizi kocaman. Sanmayın hurafedir, uydurmadır! Kahramanları hala yarasını, bir savaş esirinin memleket kokusu gibi yüreğinde taşır…
Henüz sisli düşmanlıkların olmadığı, insan yüreklerinin bebek ruhları kadar temiz, iyiliklerin umman kadar olduğu zamanın birinde üzerinde hiç güneş batmayan bir ülke varmış. Ülkenin en uç köşesinde bir oğlan yaşarmış. Sanmayın övüp insan dışı özelliklerinin anlatacağım. Sanmayın ki cennet rüzgârları kadar serin diyeceğim nefesine. Hiç sanmayın diyeceğimi gözleri Zühre’yi kıskandırırdı diye. . Ve hatta demeyeceğim kokusunun bahar kadar ferah, teninin güneş gibi parlak, boyunun servi gibi uzun olduğunu. Çünkü sadece biriydi o da kimilerine göre, içindeki kanla dolu boşluğu bilmeyenlere göre…
Yıldızların güneşi kıskandıracak güzellikte aydınlattığı dünyaya geldi oğlan. Sıcak bir malikânenin taş duvarlarında patlıyordu o gece annesinin ağrılı çığlıkları. Bir müddet sonra babanın korkulu kalp atışları minik oğlunun hıçkırıklarıyla karıştı. Tüm vücudu terden sırılsıklam olan baba, bir an olsun derin nefes alabilmek için pencereden uzattı uzun, çenesi çukurlu, tıraşlı yüzünü. Tam o sırada bir yıldız kaydı başının üstünden, arkasında buz mavisi basamaklı bir iz bırakarak. Çok değil biraz yol aldıktan sonra diğer yıldızların parlattığı cilalı geçitten geçerek, kan izlerini peşinden sürükleyen başka bir yıldızla çarpıştı. Her insan yeni parlayacak bir yıldızdı. Ve iki insanın kesişen yolları büyük bir patlamayla, tam oraya, yeryüzüne koca bir delik açtı. Diğer yıldızın kan izlerine devirdi gözlerini baba, komşu ülkeye giden bir yol çizdi çevirdiği açı. Elbette ki diğer yıldız da bir hayatı simgeliyordu. Fakat bu yeni yeşermiş hayat değil, doğan bir sarmaşığa toprak olmuş hayata aitti. Bir annenin bebeğinin kokusunu alamadan kendini feda etmiş olması, içinde tuttuğu ve daha yıllar boyu alacağı milyonlarca nefesin hikâyesini anlatıyordu sürüklediği izleri. Adına yakışır güzellikte bir kız dünyaya geldi komşu ülkede. Annesinin kanları içinde bembeyaz pamuktan bebeğini gören babası “Rosalinda” dedi ona. Teodor’un içini savaş yerine çevirip, her hücresini, beynini, kalbini, benliğini kan revan içinde bırakacak olan yasak aşkı Rosalinda… Kimse bilmiyordu çarpışan yüreklerin kıvılcımları elbet bir yerlerde bir şeyler yakacağını ve kim bilebilirdi ki ruhlara kazınmış yazgıları hiçbir kuvvet silemez.
Gel zaman git zaman, o eski günlerin temizliği kalmadı insanlarda. Rosalinda annesinin toprağında bir sarmaşık gibi dimdik büyüdü. Teninin saflığının hiçbir zaman değişmemesiyle birlikte uzun siyah saçları çöktü peykan bakışlarının üzerine. Masmavi gözlerini yaşlı zaman demetleri hiç puslandıramadı. İçindeki okyanusları Teodor’la karşılaşacağı gün için biriktirdi. Uzun ince bedenini her gün ülke sınırına sürüklemekten bıkmadı usanmadı. Teodor ise ülkesinin topraklarında çıkan iç karışıklıkları bastırmada kullanılan bir asker, daha doğrusu bir piyon oldu. Her gece ayakta durmaktan nasır tutmuş ayaklarını ülke sınırına itiyor, Rosalinda’nın kokusunu duymadan yatağında rahat uyuyamıyordu.
Bir gece Rosalinda, yine tüm gecelerde olduğu gibi sınıra gitmek için yatağından kalktı. Pembe, terli ayakları her adımında cilalı tahta yerlerde minik izler bırakıyordu. Aynanın karşısına geçti ve saçlarına birkaç fırça darbesi yaptıktan sonra yola koyuldu. Aynı yolundan içinden şarkılar mırıldanarak ıslıklar çalarak geçiyordu. Adımları adeta sekiyordu. Sınıra vardığında içindeki o heyecan endişeye dönüşmüştü. Çünkü geç kaldığı halde Teodor hala ortalarda gözükmüyordu. İçindeki korkuları susturmaya çalışarak beklemeye başladı. Yelkovanla akrep birbirlerini kovalıyorlardı ama ne gelen vardı ne de giden. Rosalinda en sonunda gözyaşlarıyla sınıra çekilmiş olan telin altındaki toprağı tırnaklarıyla kazmaya başladı. Yıllardır içinde biriktirdiği yaşları şimdi bir çağlayan olmuştu. Her parmaklarına çarpan kayada canı biraz daha fazla yanıyor elleri kanamaktan gelincik çiçeklerine dönüyordu. Bekleyemiyordu altından geçeceği kadar büyük bir delik açmak için kaybedilecek olan zamanı. Bu yüzden biraz kazdıktan sonra oluşan hafif çukurdan kendini itmeye başladı. Siyah üzerine küçük kırmızı çiçekli kumaştan yapılmış entarisi param parça olmuş vücudu çizikler içindeydi. Sınırı aşıp ormanı geçtiğinde gördükleri karşısında donup kalmıştı. Her yerde bir şeyler yanıyor, insanlar bir yerlere kaçışıyorlardı. Hiç düşünmeden atladı kalabalığın arasına şu anda düşündüğü tek şey Teodor’u bulmaktı. O da insanların hiçbir yarar getirmeyen hareketlerini tekrarlamaya başladı. Bir sağa bir sola koşuyordu. Bu böyle uzun bi’ süre devam ettikten sonra kolundan biri onu sertçe tutup atının arkasına kaldırdı. Savaş esiri olarak alındığını düşünerek içindeki engin okyanusları kusmaya başladı. Çok değil at üstünde biraz seyrettikten sonra demir zırhlı süvari Rosalinda’yla birlikte indi. Büyük tahta kapıları iki eliyle ittirerek içeri girdiler. Süvari kapıları kapattı ve demir başlığını çıkardı. Yüzü yara bere içinde kalmış Teodor var gücüyle koşmaya başladı içeri doğru bir eliyle Rosalindayı sürükleyerek. Salona girdiler. Teodor sinirden kıpkırmızı olmuş yüzündeki, kaşlarını çatarak bağırmaya başladı:
— Burada ne işin var? — Sen gelmeyince… — Sana ne olursa olsun o sınırı geçmemen gerektiğini söylememiş miydim ben! — Ama seni merak ettim. — Şu üstünün başının haline bak. Çizik içinde kalmışsın.
Teodor, Rosalinda’nın çiziklerini sildi eliyle. Ona ilk defa dokunduğu bu gün, kaderlerinin kesiştiği gün gibi kanlı olmuştu. Sustular…
Ahir zamanların bilinmezliğinde alındı, kalbe akıtılmış derin okyanusun ta dibinden tutup çekilmiş berceste bir sevdanın ilk soluğu. Teodor’un kordan bedeni, Rosalinda’ nın her saçlarını savuruşunda körükleniyor, külleri etrafa dağılıyor, çıkan kıvılcımlardan ikisinin de yürekleri alevleniyordu. Her nefesinde Rosalinda’nın kokusunu içine çekiyor, yutkunamıyordu. Sersemlemiş böceklere, hatta görmeyen sineklere ev sahibi olan salon avizesinin sarı ışığı üstlerine çarparak kırılıyor, dağılıyordu evin her bir köşesine. Onlar duruyordu peki ya ruhlarını içine hapsetmiş dürtüleri… Onlar sıcak valslarını yapıyorlardı, verniği kalkmış, gıcırdayan parkeler üzerinde. Birbiri ardına gelen tüm adımlar, kahkahalarla çıkan seslerin, tutuklu bir hayaletin çığlıkları gibi kulaklarda yankılanmasıyla son buluyordu. Onlar ise içlerinde olan kavgaları dışa vurmamak için görünmez bir çaba içine girmişler, etraflarını saran ışığın altında öylece birbirlerine bakmakla yetiniyorlardı. Ruhlarının iç gıcıklayıcı hallerini birbirlerine söylemekten bile acizdiler işte. Ama ufuk çizgisinde unutulmuş, kimsesiz duygularına yenik düştüler. Teodor birkaç dakikadır almayı bile unuttuğu nefesini topladı ciğerlerine. Hiç düşünmedi. Düşünürse yapamazdı. Rosalinda’yı var gücüyle kendine çekti.
“Aklımın ucundan bile geçmeyecek sertlikte çekti beni kendine. Güneş demetleri kadar beyaz ve masum yüzüne daha yakındım artık. Sevgiye kısır evin tahtaları, ısmarlama aşklarımdan sıyrılarak, tutkuyla yanıp Grejuva ateşine dönüştüler. Onun her dokunuşunda bağırıştı tüm hücrelerim, dalga dalga ürpertiler yayıldı vücudumun en ücra köşelerine kadar. Elini indirdi sırtımdan ve cam kesiği gibi derin bir yarık açtı. Tüm kötü anılarım, korkularım dağıldı yarıktan evin dört bir yanına. Kötü kokulu siyah isi andırırcasına sindi duvarlara. Tıpkı anne kucağı gibi sevgi bulutları taşıyordu içinde. Yağmurlarıyla sırılsıklam etmek için ne hevesli... Gözleri cehennem gibiydi. Bu haliyle kendine zarar vermesinden korkuyordum. Ben mi? Ben doğuştan cehennemliktim zaten. Ha şimdi düşmüşüm ateşe, ha ölünce... İttirdi sırtımı yasladı kapıya. O sert odunsu şey, ilk defa bu kadar yumuşak ve ilk defa bu kadar fazla canlı idi. İpeksi dokunuşları kanıma karışan alkol gibi bedenimi esir alıyordu. Ona olan aşkım ve esaretim, beni hiçbir zaman bir sonuca varamadığım düşüncelerin puslu zindanlarına hapsediyordu. Sonra kucağına aldı beni. O kadar dikkat ediyordu ki canımı yakmamaya, koşarak gittiği yolda karıncaları ezmemeye çalışmak gibi bir şeydi yapmaya çalıştığı. Kollarında kuş gibiydim. Uçuyordum, rahattım ve inmek istemiyordum. Vücudum alevler içinde yanmaya bırakılmış bir günahkâr gibiydi. Şikâyetçi değildim. Hatta cennet tarlalarında ciğerlerine anne kokusu çekmek gibiydi onun ateşinde yanmak. Yukarı çıktığımızda usulca bıraktı beni yatağa.”
“ Birden kendime çektim onu. Neden ya da daha önemlisi nasıl yaptım bunu bilmiyordum. Tek bildiğim ve düşündüğüm bedenim bir yağmur damlası gibi toprak tarafından emilmeden, ruhum alıp başını terk-i diyar etmeden, karşımda duran, her baktığımda beni tanrıya inandıran bu kadına sıkıca sarılabilmekti. Lakin ne mümkündü kokusu kanıma karıştığında ölmemek. Son duam olan kadın… Ne mümkündü ki ona sadece sarılmakla yetinebilmek. Yukarı katta bir oda olmalıydı. Onu bana katacak, bizi öldürecek bir oda. Düşündüğüm gibi de buldum orayı. Fazla güneşliydi. Işık demetlerinden bile kıskanmak onu… Esaret böyle bir şeydi…”
Perdeleri kapattı prens. Küçük prenses korkardı karanlıktan. Utanırdı söyleyemezdi. Utandı, söyleyemedi... Prens, aldı prensesini kollarına. Işığına sarıldı prenses. Onun vücudundaki alevle buldu o gece yolunu.
Rosalinda, Gelecek’inin kalbinde çarpan huzurun ritmini dinleyerek uyudu. Teodor’un ateşten gözleri, gündüze neşe verip, gecenin çiğlerini kuruttu sabah. Aynı Rosalinda’nın ağlayan yüreğindeki yaşlarda olduğu gibi... En huzurlu uykularıydı ikisininde, ta ki tahta kapı büyük bir gürültüyle açılana kadar. Üç eli silahlı piyade geldi. Ülke çoktan düşmüştü düşman piyadeleri oldukları üstülerinden belliydi. Hepsi birden silahlarını ikisinin üzerine doğrulttular ve nişan aldılar. Teodor son bir öpücük kondurdu Rosalinda’nın yanağına sonra tek eliyle onun gözlerini kapadı. Üç el silah sesi yankılandı malikâneden. Sormadan sorgulanmadan kıyıldı canlarına. Evet onlar huzurun kucağında öldüler ve daimi kaldı sevgileri ama hiçbir zaman dinmeyecek, kulaklarda yankılanan masumiyetin can çekişme sesleri…
Ve şimdi siz beni dinleyenler soracaksınız ki savaş ne oldu, bitti mi? Savaş bitti. Bu iki aşığın anma mezarı onların kaderini kesiştiren iki yıldızın açtığı çukura dikildi. Kalplerdeki burkulmayla birlikte kulaklarda şu nağmeler inledi:
yo bebo y bebo y bebo para olvidarte yo duermo y duermo y duermo para no pensar maldito mundo vivir para pagar por el pecado de amarte maldita tu sueltame
te digo que vida no tengo y es por tu culpa las noches igual que los días de soledad oh dio mio ayúdame para matar este amor que está en mi corazón bendito dio sálvame
solo caminando en el camino de este mundo y no tengo más fuerza para luchar pensaba que amarte fue el remedio del dolor pero el dolor se hizo grande más y más te dejo para siempre vida mia no te olvides que soy hombre que existe para ti y el cante de mi vida te regalo para siempre hasta que llegue el día del morir
Türkçesi;
Seni unutabilmek için, İçiyorum, içiyorum, yine içiyorum. Düşünmemek için, Uyuyorum, uyuyorum, yine uyuyorum. Kahrolası dünya, Seni sevmenin günahını ödüyorum.
Seni sonsuza kadar terk ediyorum, aşkım, Ama yalnız senin için var olduğumu bil. Ve hayatımın şarkısını sana armağan ediyorum. Sonsuza kadar, Ölene kadar.
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 05 Kas. 2010, 22:07 | |
| | |
| | | winter schultz Fotoğrafçı
Kayıt tarihi : 06/11/10 Mesaj Sayısı : 1 Mücadele Tarafı : Winterizm
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 06 Kas. 2010, 14:32 | |
| Karakterin Tam Adı: Winter Schultz İstenilen Rütbe(-ler): Fotoğrafçı Günlük Aktiflik Süresi: 1- 2 saat Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Yıllar önce yaşadığı yere, uzun zaman sonra ilk kez adımını atacaktı Anita. Yaşadığı eski köşk… Gitmediği, daha doğrusu gitmeye cesaret edemediği o yere gidecekti. Eskiden Paris’te Mugglelar’a harabe gibi görünen o muhteşem köşkte yaşıyordu. Büyücü dünyasında ki kişilere büyüleyici bir yer gibi gözükürdü orası. Artık cisimlenmek için hazırdı. Etrafını son kez süzdükten sonra cisimlendi oraya. Köşkün bahçesinin kapısında buldu kendisini. Demir kapı pas tutmuştu. İşaret parmağıyla dokundu kapıya. O anda göğsünün ortasına ok gibi bir sancı girmişti. Soğuk mavi gözleri hüzün doldu bir anda. Kan kırmızısı saçlarını geriye doğru savurdu. Derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi yavaş yavaş ciğerlerinden dışarıya çıkmasına izin verdi. Tüm cesaretini toplayıp anılarının olduğu o eve girecekti sonunda. Ağır adımlarla bahçe kapısından içeriye doğru yürümeye başladı. Suratında buruk bir tebessümle süzüyordu her yeri. Bahçesinde bulunan solmuş çimlere, çiçeklere baktı. Ailesinin ölmesiyle birlikte bu köşkte ölmüştü. Gözlerini kırpıştırıp etrafı tekrardan süzdü ve eskiden ablasıyla oyun oynadıkları çınar ağacını gördü. Yerli yerinde duruyordu ağaç. Hüzünle, sanırım bir tek o değişmemiş. Diye geçirdi içinden. Ağacın yanına doğru yürürken içinin ürperdiğini hissetti. Hava git gide soğuyor, rüzgâr şiddetleniyordu. Anita bunu umursamadan yaklaştı anılarının bulunduğu yaşlı çınar ağacına. Ağacın yüzeyindeki girintili çıkıntılı yerlere dokundu. Gülümsedi kendi kendine. Anıları canlanıyordu gözünün önünde. Bu ağacın altında oturur kitap okurdu. Bu bahçede geçirirdi tüm zamanını. Boğazında bir şeylerin düğüm düğüm olduğunu hissetti. Ağlamasına ramak kalmıştı. Ama ağlamayacaktı. Tekrar derin bir nefes alıp kendine geldi.
Muggle doğumlu bir arkadaşından aldığı sigara paketini cebinden çıkarttı. Daha öncede içmişti bunu. Bunu içmek kendisini iyi hissettiriyordu. Narin parmaklarınla kavradı paketteki sigarayı. Yavaşça çekti paketteki öbür sigaralara zarar vermek istemezcesine. Titreyen elleriyle soğuktan kurumuş dudaklarına götürdü ve diğer eliyle çıkardığı çakmakla yaktı sigarasını. Sindire sindire çekti bütün dumanı içine. Gözlerini kapattı ve üfledi tekrardan. Çekti, üfledi. Hırçınca esen rüzgâr üflediği dumanı alıp götürüyordu uzaklara. Sigaranın külleri uçuşuyordu etrafta. Dışarıda şiddetli rüzgâr varken sigara içmeyi sevmezdi Anita. Kaba bir hareketle daha bitirmediği sigarasını yere atıp ezdi. Köşke baktı tekrardan. Artık içeriye girmeye hazır hissediyordu kendisini. Kendinden emin adımlarla yürümeye başladı. Kapının önüne geldiğinde kapının açık olduğunu fark etti. Şaşırmıştı buna. Kim bu eve girmiş olabilirdi ki diye düşündü bir an, ama sonra bunu düşünmekten vazgeçip daldı içeriye.
Ağır adımlarla yürürken topuklu ayakkabısının çıkardığı sesler köşkün içinde yankılanıyordu. Salona doğru geldi. Hiçbir şey değişmemişti. Her şey olduğu gibi duruyordu. Tek fark tozlu ve pisti. Yemek masasına baktığında birlikte yaşadıkları mutlu anılar canlandı tekrar gözünün önünde. İçi burkuldu. Bunun böyle olması gereksizdi. Aptal Ölüm Yiyenler olmasaydı. Ailesini kaybetmeyecekti Anita. Salonda daha fazla durmaya dayanamayarak ahşap merdivenlerden çıkmaya karar verdi. Odasına gidecekti. Eski aile resimlerine bakacaktı. Beklide burayı terk ettiğinde onları da yanında götürürdü. Ağır adımlarla merdivenleri çıktıktan sonra odasına girdi. Kirlenmiş yatak örtüsüne, Yerde duran tüylü halısına, Posterlerle süslenmiş olan duvarlarına baktı. O zamanlar gıcır gıcır olan yeni aldığı giysi dolabı. Eski püskü bir şey haline gelmişti. Burada kimse bulunmadığı halde dolabının eskimesi onu şaşırtmıştı. Bu düşünce aklından geçer geçmez dona kalmıştı. Köşke girdiğinde kapı açıktı. O anda kafasına dank etti. Biri buraya yerleşmişti. Yemek masasının üstündeki bardak gözünün önüne geldi. Salondayken bunu pek önemsememişti ama. Eve göre bardak fazla tozsuzdu. Hatta toz yoktu. Bu burada birisinin olduğuna kesin kanıttı. Burada uyuyacak o kişinin eve gelmesini bekleyecek sonrada onu yakalayacaktı.
Titiz biri olarak yatağının kirli olmasını umursamadan üstüne oturdu. Sessizliğe kulak kabarttı. Birinin geleceğinden kesinlikle emindi. Cübbesinin cebinden asasını çıkarttı ve sıkı sıkı tuttu asasını. Her ihtimale karşı hazırlıklı olmalıydı. Kiminle karşılaşacağını bilmiyordu. Çok geçmeden kapının gıcırdadığını duydu. Küçükken gıcırdadığı için lanet okuduğu kapının gıcırdamasına hiç bu kadar sevinmemişti. Sessizce ağaya kalktı ve odasının kapısına doğru yöneldi. Gelen sesleri dinliyordu. Odanın dışına doğru bir adım attı. Onu görmek istiyordu bu işini biraz daha kolaylaştırabilirdi. Merdivenlere doğru kafasını uzattı ama hala göremiyordu o kişiyi. Arkasından gelen sert ve çekici bir sesle irkildi.
“Beni mi arıyorsun ufaklık.”
Anita keskin bir dönüşle sesin geldiği yöne doğru döndü. Kim olduğunu anladığında donakalmıştı. Ailesini katleden kişiyle karşı karşıya gelmişti. Lanet olası Ölüm Yiyen. Anita’nın afallamış bakışlarını gördüğünde, sinsice gülümsüyordu. Belki ki, bu durumdan haz almıştı. Anita içinde ki öfkenin yavaşça yükseldiğini fark etti. Damarlarında dolaşan intikam arzusunu derinden hissediyordu. Karşısında narsisçe sırıtan ölüm yiyene doğru doğrulttu asasını. “Sen!” diye haykırdı. Ölüm yiyen narsisçe sırıtmaya devam ediyordu hala. Bu durum Anita’nın öfkesinin daha yakıcı olmasını sağlıyordu. Birazdan ona saldıracak kafasını gövdesinden ayıracaktı. Hiçbir şey ama umurunda değildi. Ailesini öldürdüğü için ondan alacağı intikam duygusu ona haz veriyor, daha fazla cesaretlenmesini sağlıyordu. Ölüm Yiyen alayla dudak büktü. Onunla eğleniyor gibiydi.
“Buraya geleceğini biliyordum Qureshi. Ne o peşini bırakacağımı mı sandın yoksa?”
Attığı pis kahkaha Anita’nın kanını dondurmuştu. Karşındaki iğrenç heriften korkmaya başlamıştı. Ailesini katleden bu adam Anita’nın canına okurdu. Elleri titremeye başlamıştı. Kendini hiç olmadığı kadar zayıf hissediyordu.“Ex-expelliarmus.” dedi sessizce. Sesinin titremesini duyunca Ölüm Yiyen, kahkahalara boğulmuştu. Büyü, ona etki etmemişti. Ölüm Yiyen Anita’yı çaresiz bir zavallı olarak gördüğü kesindi. Haklıydı da. Ufak bir asasız bırakma büyüsünü bile yapamamıştı, korkudan. Vücudu sarsılıyor, ayaklarından yukarıya doğru yükselen karıncalanma bütün vücudunu sarıyordu. Kalbi yerinden fırlayacakmışçasına çarpıyordu. Fiziksel olarak Anita’dan güçlü olduğu belliydi. Karşısındaki Ölüm Yiyen alayla ona bakıyordu. Anita içindeki intikam duygusu ve öfkenin korkusundan daha baskın geldiğini hissetti. Ölüm Yiyen’e ateş saçan gözlerle baktı ve kendinden emin bir ifadeyle ona doğru adım attı.
“Reducto!” asanın ucundan çıkan ışık Ölüm Yiyen’in göğsüne çarptı ve Ölüm Yiyen yatak odasının camından fırladı. Yaşaması neredeyse imkânsızdı bu durumda. Yaptığı şeyden haz duymakla birlikte ufak bir pişmanlık duygusu sarmıştı ruhunu. Ama yapacak bir şey yoktu. Yatağına oturdu tekrardan derin derin nefes aldı. Bu yaşananları atması kolay değildi. Bir yanı hak etti o senin aileni katletti derken, öbür tarafı vicdan azabı çekiyordu. Şimdi buradan kalkacak ve bir daha asla buraya gelmeyecekti. Bitkin bir halde indi merdivenlerden. Gıcırdayan ağır kapıyı yavaşça açtı ve her şey saniyeler içinde oldu. Ona gelmekte olan yeşil ışığı fark etmedi Anita. Korkmasına bile fırsat kalmadan aşağıda sinsice bekleyen başka bir Ölüm Yiyen ona öldüren lanet yapmıştı.
bu rp başka sitelerde de kullanılmıştır.
| |
| | | Eduard Bernand Cleveland Yazar
Gerçek Adı : Eqe#2. Kayıt tarihi : 06/11/10 Mesaj Sayısı : 6 Mücadele Tarafı : *-*
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 06 Kas. 2010, 15:47 | |
| Karakterin Tam Adı:Eduard Bernand Cleveland İstenilen Rütbe(-ler): Yazar. Günlük Aktiflik Süresi: 2 Günde 1 ,(Birde olabiliyorsa bakanlık çalışanı için başvurucam ?) 1 saat. Örnek Rol Oyunu:
Asıl Karakterim Sebastian Théodore'dir , onun başvurusndan bakarsanız sevinirim (: | |
| | | Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 06 Kas. 2010, 19:18 | |
| | |
| | | Janice Marchant Fotoğrafçı
Gerçek Adı : Tuşın. Yaş : 30 Kayıt tarihi : 12/08/10 Mesaj Sayısı : 13 Mücadele Tarafı : .
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 07 Kas. 2010, 14:12 | |
| . Janice Marchant . Fotoğrafçı . En az 1 saat. . Larissa Wartiox diğer karakterim. | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Paz 07 Kas. 2010, 14:20 | |
| - Janice Marchant demiş ki:
- . Janice Marchant
. Fotoğrafçı . En az 1 saat. . Larissa Wartiox diğer karakterim. Rütbeniz verilmiştir, iyi rp'ler.^^ | |
| | | Robin Fernald Büyücü
Kayıt tarihi : 08/11/10 Mesaj Sayısı : 34 Mücadele Tarafı : Arcanum. Belirgin Özellikleri : Disiplinli, programlı.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 08 Kas. 2010, 22:47 | |
| Karakterin Tam Adı: Narcisse Guiscard. İstenilen Rütbe(-ler): Yönetmen ve Yazar. Günlük Aktiflik Süresi: (belirsiz) Örnek Rol Oyunu: Icarus Vidor diğer karakterimdir. | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 08 Kas. 2010, 22:56 | |
| - Narcisse Guiscard demiş ki:
- Karakterin Tam Adı: Narcisse Guiscard.
İstenilen Rütbe(-ler): Yönetmen ve Yazar. Günlük Aktiflik Süresi: (belirsiz) Örnek Rol Oyunu: Icarus Vidor diğer karakterimdir. Rütbeniz verildi, iyi rp'ler. | |
| | | Nevané Darkthorn Model ve Oyuncu
Gerçek Adı : Ilgaz Yaş : 31 Kayıt tarihi : 08/11/10 Mesaj Sayısı : 15 Mücadele Tarafı : Karanlık
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 08 Kas. 2010, 23:20 | |
| Karakterin Tam Adı: Nevané Darkthorn İstenilen Rütbe(-ler): Model & Oyuncu Günlük Aktiflik Süresi: (belirsiz) Örnek Rol Oyunu: Darchélia Chapell diğer karakterlerimden biridir.
| |
| | | Léon Guiscard Oyuncu
Kayıt tarihi : 08/11/10 Mesaj Sayısı : 5 Mücadele Tarafı : -
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Salı 09 Kas. 2010, 00:19 | |
| Karakterin Tam Adı: Léon Guiscard İstenilen Rütbe(-ler): Oyuncu Günlük Aktiflik Süresi: (belirsiz) Örnek Rol Oyunu: Daniel Galadhrim bana aittir. | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Salı 09 Kas. 2010, 01:25 | |
| | |
| | | Syhmphonie Irene Pratt Model
Yaş : 30 Kayıt tarihi : 06/11/10 Mesaj Sayısı : 10 Mücadele Tarafı : Çıkarlar söz konusu... RP Sevgilisi : İstemez ki
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Çarş. 17 Kas. 2010, 20:15 | |
| Karakterin Tam Adı: Syhmphonie Irene Pratt İstenilen Rütbe(-ler): Model Günlük Aktiflik Süresi: 2-3 saat Örnek Rol Oyunu: - Spoiler:
P.S. Tamamiyle bana ait olup farklı bir sitede yaptığım rp'dir.
Bıkkınlığın verdiği rahatsızlık hissini yenmeye çalışan karanlık siluet, panoramik derecede kapsamlı olan tablonun bir parçası değilmiş gibi saçlarını savurdu ve kibrinin yerini alan öfkeyle karışık duygularını bastırmayı başarmışçasına kırıcı gülümsemesinin belirginleşmesine izin verdi. Üzgüye bulanmış kasvetli gecenin içinde yolunu bulmaya çabalarken albenili görüntüsü bir an dalgalanarak bozuldu, ardından tekrar zarafetini kazandı. Güzelliğinin bulanmasına neden olan şey kalabalık düşüncelerle dolu zihninden tamamen çıkmış küçük bir nottu sadece. Biricik Javiér’in dans eden yağmur damlaları arasında ıslanmış cazibeli hatları bu soğukta onu sıcak tutmaya yarıyordu ancak bekletilmeyi sevmeyen adamın kızgınlığı fikriyle içi yeniden buz kesiyordu. Siyah cüppesinin eteklerini kırıştırmamaya özen göstererek hafif adımlarını sıklaştırdı. Güzide caddelerin ışıltılı camlarından pervazlarına kadar abartılı dekorların hepsinden sıkılmıştı. İngiltere’nin ezici havası çoğu kez zulmetinden sıyrılarak güçlü bir cadının bile kendini mağlup hissetmesine yol açabiliyordu. Sihrin damarlarında akmadığının farkında olmayan Mugglelardan uzakta sürdürdüklerin hayatın sonu bir gün gelecekti. O zaman saklanmaya gerek duymayacaklarını umut ediyordu, her ne kadar bazı konularda onların yaptıklarından habersiz olsalar dahi yavaş yavaş bütünleşmeyi öğreneceklerdi. Şimdilik asıl tehlikeden habersiz çarpışan iki tarafın umusu kalmamış hallerini kuytu bir köşeye sinerek izleyenlerin parmakları arasında tuttukları asaya gerek duymadan yaratacaklarını bilemiyorlardı. Önemli olan buydu. Dalgınlıklarının bedelini ödeme vakti çok yakındı.
Parıltılı vitrinler son bulduğu sırada Godric’s Hollow’ın ırak mekânlarından biri kabul edilen The Nocturnal’a baktı istemsizce. Burjuva olduklarını düşünen lüks bağımlısı mutena büyücü ve cadıların yüzlerindeki donuk ifadenin anlamını merak ederken kapıdan girdiği anda cüppesini çıkararak vücut hatlarını olabildiğince belli eden, özel yapım, pahalı ve kaliteli Fransız yapımı siyah saten elbisesi sanki bir kıyafet değilmiş de her zaman ona ait olan bir parçasıymış gibi göz alıcı görünüyordu. Hafif bir uğultu halinde yayılan müziğin sessizliğinden faydalanarak dikkatini toplayan genç kadın gözlerini içeride gezdirdi. Modaevlerinden fırlamış adamların, katalog çekimleri sonrası yemek yiyen kadınlarla itici sohbetler ettikleri bu yerde ne gibi bir işi olduğunu bilmese de artık sıkça geldiği için tanıdık bir sima olmayı hak etmişti. Aradığı kişinin havaya kalkan elini fark ettiğinde yana kıvrılan dudakları arasında beliren hoşnutluk fazla beklemeden silindi. Böyle bir kadındı işte, latif ve emsalsiz. Ayağa kalkan adama beklediği tebessümü verdikten sonra sandalyesinin çekilmesine gerek duymadan ince bedenini kıvırarak yerleşti yerine. Boynundaki madalyonun içine yerleştirdiği parşömenin ağırlığı her zamankinden daha fazla hissedilirken umursamadı, sadece önündeki tabağı izlemekle yetindi. Javiér sandalyesine oturduğu sırada onun dudaklarından çıkmış karşılama sözcüklerini yeni algılıyordu beyni. Karşılık vermek yerine arkasına yaslanarak kollarını önünde kavuşturarak kıvırcık siyah saçlarının arasından adama baktı. Değişmemişti, gözlerindeki aç pırıltı bile yerinde duruyordu. ‘Zamana duyduğun vefanın meyvelerini alıyorsun Javiér. Nebula’nın gençliği seninkinin yanında sönük kalacağı gibi çiğliğini kaybederek dağılacaktır.’ Tekdüze sesinin ötesine geçerek kelimelere sıcaklık yükleyen Issoria düşüncelerinin hür iradesinden kopmasından faydalanarak göğsündeki ağrının nedeni parşömeni biraz olsun önemsemedi. Ele geçirildiği anda ruhunu saran yersiz öfkeye teslim olmak zorundaydı. Adamın yeşil gözleriyse bu zorunluluğu unutturmak için en iyi ilaçtı kuşkusuz.
Gecenin karanlığı bile ruhunu alev alev yakan öfkeyi dindirmeye yetmiyordu. Zaten ne yetebilirdi ki söndürmeye? Lanetli bir parşömenin parçasının ele geçirdiği bir ruha ne yeterdi ki? İssoria derdinin dermanının karşısındaki yeşil gözler olduğunu biliyordu bilmesine. Ama bedeninden taşan ruhu tatmin olacak mıydı onunla? Küçük bir şeker parçası gibi yutabilir miydi onu? Ardı ardına gelip zihnini işgal eden bur soruların cevaplarını bilmiyordu. Bulmak istiyordu, bulmak ve ona göre davranmak. Ancak bu alacakaranlıkta kömür aramak gibiydi. Her şey o kadar karışmıştı ki, ayrı parçalar bile görünmüyordu artık. Göğsünü delip geçen parşömenin ağırlığı zaman gelecek onu ezecekti, biliyordu. Bir gün artık gücü kalmayacaktı ufalanarak yok olacaktı. Tıpkı bir kayanın zamanla kuma dönüşmesi gibi. Korku onun tanımadığı bir his olmuştu her zaman. Oysa son günlerde korkunun tadını da öğrenmişti. Bir sorusunun cevabına da yanıt bulmuştu bu şekilde. İnsan neden yaşamazdı? Korktukları için. Yaşamak; istediğini söylemek, yapmak ve bundan pişman olmamak değil miydi? İnsanlar bunu beceremiyordu işte. Annesinin yaşamayan ruhunu gördüğünde bunu düşünmüştü ama kesin bir cevap bulamamıştı. Artık biliyordu. Korku yaşamaya engel oluyordu. Kekremsi tadını bir defa aldığında yerleşiyordu ruhuna. Bir daha da asla çıkmıyordu. Biraz şehvete benziyordu sanki. Her geçen gün çoğalarak, işgal ediyordu her yeri. Buz mavisi gözlerindeki yok olmayan öfke bir parça yatışırken zihninin çıkardığı yargı ruhunun gene yanmaya başlamasına neden oldu. İnsanlar korkmadan yaşamayı beceremeyen ahmaklardan ibarettir. Zamanı gelince biteceğini bilmek onu korkutuyordu. Çünkü bu bittiğinde onun da külleri havaya savrulacaktı. Kollarına geçirdiği parmaklarını yavaşça sıkarken, başını biraz daha yukarı kaldırdı. Javiér’ın yüzü yanan mumların yarattığı küçük gölgeler arasında değişiyordu. Bir an uzuyordu yüzü, sonra yanakları küçülüyor ardından enlemesine genişliyordu. Ancak bir şey sabit kalıyordu. Yeşil gözleri. Saatlerce bıkmadan bakabilecekmiş gibi geliyordu gözlerinin içine. O da onun gibi lanetli bir hisle kaplanmıştı; Açgözlülük. Evet, belki de en tiksindirici hislerden biriydi ama sanki onda bir başka türlü duruyordu. Gözlerine işlemişti açlık ama asla güzelliğini bozmamıştı. Gözlerine sanki bir katedraldeki vitraylara bakar gibi hayranlıkla bakıyordu. Lanetli bir ruh nasıl sevebilirdi? Öfke nasıl olur da sevgiyi engelleyemezdi? Karanlık bilmecenin küçük bir sorusuydu bu aslında. Kimse çözemiyordu bu bilmeceyi. Bu nedenle de aynı şey tekrarlanıp duruyordu, duracaktı da. İssoria bilmeceleri severdi, özellikle de sonunda ödül olanlarını. Ama şimdi irdelemeyecekti. Karşısında oturan yakışıklı genç adama odaklanacaktı şimdi. Aşkın bütün zamanlara yayıldığını söylemişti annesi. Âdem ve Havva başlatmıştı, şimdi de devam ediyordu. Bir de bir keresinde şöyle demişti. “Âşık olduğun zaman, bu her şeyi kaplar. Geçmişin, bugünün ve geleceğin. Tüm zamanlar artık ona aittir. Hiçbir şey aşk karşısında ayakta kalamaz. Nefsin bile.” İssoria, şimdi hal vermişti annesine. Gerçekten de öfke aşkın önüne geçemiyordu. Aşk kırmızı elbisesiyle dağları taşları yıkarak kendine yol açıyordu adeta. Öfkenin buzdan kanatları bile eriyordu karşısında. Kim bilir? Belki de galip gelirdi bu savaşta? Yüzünde hafif bir tebessüm belirmişti şimdi. Ancak yukarıdaki güçler onun bu huzur dolu geçirdiği anlara daha fazla dayanamamış olacaktı ki, buz mavisi gözlerin odağı kaydı ve bu sefer yanan mumların üzerinde titreşen minik kıvılcımları hedef seçti kendine.
Ne kadar da sakin görünüyordu alevler. Sanki hiçbir suçları yokmuş gibi. Dinginlikle yanıyorlar, huzur veren titreşimlerle salınıyorlardı. İnsanın dokunası geliyordu onlara, avuçlamak ve elle tutulamayan huzur kaynağını saklamak. Ancak dokunmaya çalıştığınızda kızıyorlardı size. Onlar bir başlarına mutlulardı, kendilerine ait huzuru çalmak isteyenlerden kendilerini korumak için yakıyorlardı. Bir an için İssoria, kendini alev gibi hissetmişti. Aynen bu şekilde. O da huzurunu çalmak isteyenleri yakmak istiyordu. Acılar çektirerek yok etmek ve sonra küllerini rüzgâra savurmak! Annesi ona bir kelebek gibi latif olması için kelebek ismi vermişti ama son derece yanlış bir seçim olduğunu şimdi görebiliyordu. Kavuşturduğu kollarını çözüp sağ elini muma doğru uzattı. Dokunmak istiyordu, yanmaktan korkmuyordu. Ruhunu yanarken bedeni yansa ne olurdu? İşaret parmağının ucu turuncumsu aleve değdiğinde, hissettiği sıcaklık ona acı verememişti. Biraz daha değmek istiyordu ancak bu mümkün değildi. Nasıl olsa uçup gideceklerdi. Kulakları aniden Javiér’in sesini duyduğunda girdiği trans halinden de çıkmış oluyordu. Gözleri bir an için boşluğa takıldıktan sonra, denilenlere cevap vermesi gerekiyordu. Dudakları yavaşça aralandığında, susamış olduğunu fark etti. “Chatau Senejac 1945 Fransız var mı? Bir de Ravioli lütfen. Yalnız içinde defne olmasın.” Aslında aç değildi ama Javiér onunla aynı şeyi istediğini söylemişti. Belli etmemek için çabalasa da aç görünüyordu. Bu nedenle zorla da olsa bir şeyler yemek zorundaydı. Oturduğu sandalyeye iyice yerleşirken, aklından geçenleri söyleme ihtiyacı duyuyordu.
“Biliyor musun? Kendimi bazen şu mumun üzerindeki alev gibi hissediyorum. Sakinliğine rağmen aslında yakan ve korkutan bir şey gibi.”
| |
| | | Mraëlla Châtillon Oyuncu & Piyanist
Kayıt tarihi : 17/11/10 Mesaj Sayısı : 5 Mücadele Tarafı : iPod.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Çarş. 17 Kas. 2010, 23:42 | |
| | |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 20 Kas. 2010, 00:45 | |
| - Dominique Lûthien demiş ki:
- Rütbeler verildi.^^
| |
| | | Ovnertã Simonéaux Moda Tasarımcısı & Çellist
Kayıt tarihi : 27/11/10 Mesaj Sayısı : 1 Mücadele Tarafı : Çello.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları C.tesi 27 Kas. 2010, 22:40 | |
| Karakterin Tam Adı: Ovnertã Simonéaux. İstenilen Rütbe(-ler): Moda Tasarımcısı & Çellist. Günlük Aktiflik Süresi: Her gün aktifim, istediğim kadar. Örnek Rol Oyunu: - Spoiler:
Yağmur damlalarının pencere camını belirli aralıklarla dövmesinin üzerine, gözlerini ılık ve çiseleyen yağmurlu bir güne açmıştı Europe. Her sabah yaptığı gibi, bedeninin yataktan hemen kalkmasını engellemek adına, yatar vaziyet dakikalarca tavandaki çatlaklardan hayalinde şekiller ve nesneler oluşturarak geçirdi sabahının ilk dakikalarını. Yeterince yatakta kaldığı kanısına vararak, yatağının üzerinde doğruldu ve birkaç saniye gözleri yatakhaneyi süzdü. Duyduğu tek şeyin yağmur damlalarının camda bıraktığı tok sesin olmasına şaşırmadı. Akabinde, yatakta fazla zaman harcadığını düşünen Europe, ılık bir suyla yüzünü yıkamasının ardından, giydiği okul cüppesine uygun hafif bir makyajla renklendirdi yüzünü. Açık bıraktığı düz, sarı saçlarını, yan tarafına bir toka tutturarak düzene sokabilmişti. Yatağının yanındaki komodinin çekmecesinde yer alan ders programına göz atmak adına, gereğinden fazla gıcırtı çıkartan çekmeceye içinden söverek ders programının yazılı olduğu parşömen parçasını, çekip kurtardı çekmeceden. Görünen oydu ki, bu güzel yağmurlu sabaha Kehanet dersi ile başlayacaktı, tıpkı diğer öğrenciler gibi. Gerekli her şeyi aldığından emin olmaksızın tekrardan kontrol etti eşyalarını. Daha sonra birkaç dakika içinde kendisini Ortak Salon’un dışında buldu. Kulelere kadar o kadar merdiven çıkmasına rağmen, üzerinde ne bir yorgunluk vardı ne de ufak bir bıkkınlık ifadesi. İçeriye adım atılmadan kapının yarım metre berisinden alınan vanilyanın karışmış olduğu tütsü kokusu, diğer öğrencilerin de olduğu gibi Europe’nin de ciğerlerine kadar hücum etmiş; kapıdan girildiğinde bedenine dolan serinlik ise, merdivenlerden henüz çıkmaya başlarken ısınma evresinde olan bedenini hissizleştirmişti. Bir saniyeliğine içinden geçip giden ürperti ile sonlanmıştı bu an. Kehanetlere inanmasına karşın, bu dersi aldığına pişman olmaya başladığını hissetse de bunu beynine yediremiyor; beyninin aksini düşünmesi için adeta emir veriyordu. İçerideki serinliğin, teninde yarattığı karıncalanma hissini kaale almaksızın, profesörün öğrenciler için hazırlamış olduğu tek kişilik koltuklardan birine bıraktı bedenini. Sınıfın her köşesini didik didik inceliyor, bir yandan da itici bulduğunu düşünerek başka şeylere odaklanmaya çabalıyordu. Gözleri nihayet pencerenin kenarındaki profesörü seçebilmişti. Tüm güzelliği ve ihtişamı ile gözlerde hayranlık bırakan sade, koyu yeşil tonlarında elbisesi ile dışarıyı seyrederken sıcak kahvesini yudumluyordu büyük bir keyifle. Dersin başlayacağına işaret olan zil sesi, tüm Hogwarts duvarları içinde birkaç saniyeliğine yankılanmaya başlamıştı. Ardından duyduğu tek ses, zil sesinin ardından profesörün asasından çıkan büyünün etki ettiği kapının kapanma sesi olmasına karşın; sınıfta bulunan antika arptan kulağına gelen, insana huzur verici bir etkisi olan müzik sesiydi. Profesörün ilk cümlelerinde yer alan kurala benzer cümleler, gerçekten rahatsız ediciydi. Sırf profesöre inat, şu an sınıfı terk edip gidebilirdi; fakat bunu yapmayacaktı. Nihayet derse geçeceklerini bildiren cümleler kurmaya başlayan profesöre karşı, bakışlarını öncekinden bir gıdım daha yumuşattı. Beynini, parşömen kâğıdı niyetine kullandığından dolayı, profesörün ağzından çıkan cümleleri beynine işliyordu. “… Şimdi, sadece en üstteki kartı alın.” Profesörün dudaklarından çıkıp kurtulan bu cümle ile etrafındaki herkes gibi üstteki kâğıdı eline alırken gözlerini yumdu, açarsa kötü bir şeyle karşılaşacak korkusuyla. Kartı çevirirken yavaşça gözlerini araladı genç cadı. Karttaki resmi görmeden evvel, profesörün kulağına iliştiği cümleyi hatırladı ve karttaki resmin ters gelmesine an be an hiç şaşırmadı. Kartın üzerindeki figürleri ve motifleri incelerken profesörün bir yığın ödevleri cümlelere dökmesini dinledi. Elindeki kartı masanın üzerinde dizili duran kartların yanına bırakarak diğer kartlardan birkaç tanesine daha göz gezdirdi. Profesörün sınıfta gezindikçe ayakkabı topuğunun sınıfta yarattığı sese aldırmıyor, sürenin az kaldığını tahmince öne sürerek kartlara hızlı ve dikkatli bir biçimde bakıyordu. Dakikaların ardından sürenin bittiğini belirten profesör, ödev zımbırtısını yineledikten sonra dersin bittiğini dile getirmesi fazla uzun sürmemişti. Bu tütsü kokan ve içeride sıcak hava barındırmayan serin derslikte, bir an bile kalmaksızın kendini dışarı atmış; Güneş kartının açıklamasını araştıracağını aklının bir köşesinde bulundurup, Kehanet dersliğini ardında bırakmaya gayret göstererek kütüphanenin yolunu tutmuştu.
| |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Çarş. 01 Ara. 2010, 16:04 | |
| | |
| | | Rosepery Dé Querin Balerin
Gerçek Adı : Beni bilen nickimden bilir zaten (: Yaş : 29 Kayıt tarihi : 27/12/10 Mesaj Sayısı : 1 Mücadele Tarafı : Karanlık Belirgin Özellikleri : Belirginlik. RP Sevgilisi : İstemez.
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Ptsi 27 Ara. 2010, 20:56 | |
| Karakterin Tam Adı: Rosepery Dé Querin İstenilen Rütbe(-ler): Balerin Günlük Aktiflik Süresi: 1-2 saat Örnek Rol Oyunu:
Etraf hiç olmadığı kadar sakindi. Acımasız rüzgarların sesi kulaklarımı tırmalıyordu. Üzerimde çoğu yeri yırtılmış, siyah bir elbise vardı. Durumuna bakılırsa pek elbiseyi andırmıyordu, daha çok sokak çocukların giydiği kıyafetlere benziyordu. Zaten içindeki ben de pek ben değil gibiydim. Yorgun bir vaziyette, kaldırımları kırılmış, yıkık dökük evlerin olduğu bir sokaktan geçiyordum. Karanlığın beni sürüklemesiyle gelmiştim bu yere. Neden burada olduğumu bilmeden amaçsızca yürümem bir yana, nasıl kurtulabileceğime dair o aptal düşünceleri kafamdan atmaya çalışıyordum. Hava gittikçe kararıyor gece adeta beni içine çekiyordu. Bir süre sonra önümü göremez hale geleceğimi bile bile, yardım çağırmayı reddediyordu beynim. Benliğime söz geçiremez durumdaydım. Adım atacak halimin kalmamıştı; kendimi yere bıraktım. Hızlı bırakmanın etkisiyle belime aldığım darbe canımı yakmıştı. Ama yine de ayakta durmaktansa, yerde acı çekerek yatmak çok daha huzur vericiydi. Gözlerimi açtığımda gördüğüm tek şey gökyüzü olmuştu; yıldızlarla dolu. Her şeyden uzakta, bambaşka bir dünya; gökyüzü. Kötülüklerin olmadığı, sadece kendinle baş başa kalabileceğin bir yerdir orası, çoğu iyi insanın hayal ettiği… Bir süre sonra tekrar gözlerimi kapattım. Geceyi burada yatarak geçirmek istiyordum. Rahat değildi belki; ama, bir süre düşününce, uzaktı her şeyden, herkesten… Sessizliği dinlemek ninni gibi geliyordu. Neredeyse uykuya dalmak üzereydim ki bir sesle irkildim: ''Rose !'' Kimdi o? Üstelik de bu yerde. Her kimse tam kafamı dinlemeye başlamışken, nasıl oluyor da rahatımı bozabiliyordu? Sinirle ayağa kalktım. ‘''Kimsin !’’ diyerek şiddetle bağırdım. Hafif uyku sersemliği ile tam olarak göremiyordum. Tek farkında olduğum birinin bana yaklaşmakta olduğuydu. Aniden bir el hissettim kolumda. Yavaşça bedenime yayılan bir sıcaklık, daha sonra da gözlerimde beliren masum bir yüz. Süzdüm boydan boya, tam olarak nasıl vaziyette olduğunu göremiyordum ama kim olduğunu bulmuştum. ‘’Norm. Yine mi? Tanrı aşkına, tek olduğum zamanlarımda yanımda olmak zorunda mısın?’’ Gülümsedim. Hoş geldin dercesine sarıldım ilk önce, sonra yanağına ölüm soğukluğu kadar soğuk küçücük bir öpücük kondurdum. Konuşmasını beklediğimi anlaması için gözlerine baktım. Siyah gözleri susmak konusunda ısrarlıydı. Neredeyse duyulmayacak bir ses tonuyla oturmasını söyledim. Kendim kaldırıma otururken onun da yanıma oturuşunu izledim. Sıradan Norm hareketleriydi. Alışmıştım, belki de bilmediğim ve yakın zamanlarda alışacağım davranışları olacaktı. Gözlerimi tekrar karanlığa diktim. Gerçekten de beni burada bulması şaşırtıcıydı. Kimseye haber vermeden çıkmış, iz bırakmadan ilerlemiştim. Ya da en azından ben öyle sanıyordum.
Norm; kaybetmek istemediğim insanlar arasına girmişti çoktandır. Bir kere sıcacıktı; tavırları, konuşması, daha doğrusu kendisiyle. Seviyordum onu işte. Bambaşka biriydi benim için, eşi olmayan bir insan denilebilirdi. Bu tip şaşırtmaları hoşuma gidiyordu. Daima yanımda olacağını belli edercesine, beklenmedik anlarda çıkıp geliyordu. Her kişinin onun gibi birine ihtiyacı vardı. Kendi düşüncelerime gülümsedim. ‘’Bütün gece boyunca konuşmayı düşünmüyor musun?’’ Başım öne doğru eğilmişti. ‘’Yorgunsun. Üstelik çok kötü görünüyorsun, buradan gitsek iyi olacak.’’ diye tepkisini gösterdi. Yorgun olduğumun göze bu kadar battığını bilmiyordum. Ne cevap vereceğimi bilemedim. İstemsizce buraya gelmiştim fakat şimdi hiç gitmek istemiyordum. Adımlarımı o lanet şehre doğru atmaktan nefret ediyordum. Benim dünyam karanlık köşelerdi, sessiz yerler, yalnızlık dolu… ‘’Sen git. Kalmak istiyorum karanlığımla. Anlıyor musun?’’ dedim ve bütün bedenimi boşluğa bırakırcasına uzandım kaldırıma. Norm’un kalkışını gördüğümde gidip gitmeyeceği konusunda tereddüt ettim. Gideceğini sanmıyordum ama her ihtimali göz önünde bulundurmalıydım. Uzun uzun baktı ilk önce. Kaldırıp götürme ihtimali kahkahaya boğdu beni. İçten bir şekilde gülümsemeyi bütün yüzüme dağıttım, sokak adeta sesimden çınlamıştı. Oysa ben takmıyordum bile, hala gülüyordum -nedenli veya nedensiz- kimse de umrumda değildi. Norm bir anda elimden tutarak aniden beni kendine doğru çekti. Bir kaç saniye yerde süründükten sonra ayağa kalktım. Bu olay bana ayakta duracak halim olmadığını göstermişti, kendime hakim olamayarak tekrar yere yığıldım. Karanlıktı nedeni. Günden güne güçleniyordu, bu da beni halsiz bırakıyordu doğal olarak. Yine aklıma bin bir türlü düşünce doluşmuştu. Yapıcak hiçbir şey kalmamıştı acımasızlığa karşı. Günden düne benim de öldüğümü biliyordum. Gülerek verilen tepkiler bile artık olumlu cevap vermiyordu kimseye. Bütün dünyayı etkisi altına almayı başarmıştı; kötülük. Bizimse yapabileceğimiz şey oturup beklemekti; ölümü, sessizce...
Bir süre sonra gecenin ürkütücülüğü, etrafın durgunluğu beni boğmaya başlamıştı. Bunalıyordum. Nefes alımlarım, kalp atışlarım hızlanmıştı. Adeta derin bir suyun altına havaya doğru çıkmaya çalışıyordum. Ama kurtulmuş sayılırdım, Norm sayesinde. Korkunç bakıyordu bana, sanki karşısında ölü bir ceset yatıyordu. Kolumu omzuna atarak kaldırmıştı beni. Yürütmeye çalışıyordu pes etmeden. Yapacak hiçbir şeyim olmamasına rağmen, gücümü toplamaya çalıştım. Sırf ona yardımcı olabilmek için atamadığım adımları daha hızlı atmaya çalıştım; kısacası imkansızı yapmayı denedim. Denedim, olmadı. Bütün ağırlığımı Norm'a yüklemiştim. Başım omzuna düşmüştü, bir anda öleceğimi hissettim. Evet, öldüğümü. Göz kapaklarım daha fazla dayanamadı, yarı kapalı vaziyeti gittikçe tamamen kapanmaya başlamıştı. ''Bırak, ölüyorum ben'' fısıldadım. Duyup duymadığından emin olamadan, belki de son sözlerimi söyledim. Beni bırakmadan olduğu yere oturdu. Otururken başımı bacağına yaslamış, beni de yatırmıştı. Karanlık beni resmen yatalak bırakmış gibiydi. Ayakta bulamadığım mutluluğu yatarken bulabiliyordum, bulabildiğim kadarıyla. Norm'a baktım, alışmışçasına gözleri bana bakıyordu. Bir çok kişiyi kaybetmenin verdiği rahatlık vardı sanki üzerinde. Ne yapacağını biliyor haldeydi. Ben ölecektim ve o da beni tıpkı diğerleri gibi gömecekti toprağa. Sonra sonsuza dek Aydınlık'ıma kavuşacaktım, onun da yanıma gelmesini bekleyecektim usanmadan. Son kez gözlerine bakarak gülümsedim. Onunda gözleri dolmuştu. İlk defa Norm'u ağlarken görüyordum. Halbuki ağlamamasını söylemeyi o kadar çok isterdim ki. Sözler dökülmedi ağzımdan, ne yazık ki çıkmadılar. Ellerimle yavaçşa başını kendime yaklaştırdım. Son kez yanağından öptüm. Öpmem bittiğinde ise çoktan ruhum bedenimden ayrılmıştı. Şimdi ruhumla yaşıyordum, onunla sonsuz olmayı başarmıştım. Norm'un ruhumu göremediğini biliyordum, havaya doğru yükseldim. Beni duymayacağını bile bile konuştum. ''Bedenimi götür Norm. Dilediğin yere.'' Peki ya ruhlar ağlar mıydı? Ben, yaşarken yapamadığım ağlamayı şimdi yapmak istiyordum. Bir anda gözüm karşımda duran iki bedene takıldı; o ve ben. Kucaklamıştı Norm beni, alıp bedenimi götürüyordu. Karışıyordu karanlığa. Arkalarından baktım uzun süre, doyasıya. Tamamen kayboldular, tek duyabildiğim ayak sesleriydi. Daha fazla dayanamayacağımı bilerek beni almalarını söyledim ölümsüzlere. Ruhumu dünyadan uzaklaştırmalarını. Ve yok oldum bu fani dünyadan. Artık Sonsuz Aydınlık'ın Bekçisi idim, ve sonsuza dek Norm'un gelmesini bekleyecektim. | |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Sanatçı Alımları Cuma 31 Ara. 2010, 17:01 | |
| Onaylandı, rütbeniz veriliyor. | |
| | | | Sanatçı Alımları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|