|
|
| Bakanlık Alımları | |
|
+14Jacob Hamilton Leah Aisleen Carmiqhan Ruidoso de'Maréa Carrie Edith Johnny Quentin Serafina P. O'Malley Dominique Lûthien Katharina Petra Heather Baptiste Charriére RàzìèL StormFury Foren Alator Freya Artemis Vigoureux James Lyer Vigoureux Marcus Leonard Clayton 18 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Bakanlık Alımları Çarş. 06 Ekim 2010, 16:10 | |
| Büyü dünyasının en büyük parçalarından olan Bakanlık, sizin için uygun bir meslek olsa gerek. Sizde böyle düşünüyorsanız yapmanız gereken, aşağıdaki formu doldurmak. Bakanlıkta hangi mevkîlerin boş, hangilerinin dolu olduğunu görmek ve bölümler hakkında bilgi edinebilmek için Bakanlık kadrosuna bakmayı unutmayın.
- Kod:
-
[size=11][b]Karakterin Tam Adı:[/b] [b]Neden Bakanlık?:[/b] [b]İstediği Görev:[/b] [b]Günlük Aktiflik Süresi:[/b] [b]Örnek Rol Oyunu:[/b][/size] | |
| | | James Lyer Vigoureux Baş Seherbaz
Gerçek Adı : Necdet Kayıt tarihi : 05/10/10 Mesaj Sayısı : 143 Mücadele Tarafı : Aydınlık... Belirgin Özellikleri : Cesur, Akıllı, Centilmen RP Sevgilisi : Freya Artemis Vigoureux
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Salı 12 Ekim 2010, 21:12 | |
| Karakterin Tam Adı: James Lyer vigoureux Neden Bakanlık?: Görev ve Yetkileri Tüm sihir halkını etkiliyor bunun yüzünden bakanlıktaki görev ve yetkilerin büyücüler üzerindeki etkisinde bende kalıyorum ve bu etkinin sahiplerinden biri olmak istiyorum. Ayrıca Kurgu yazmayı seven birisiyim Birçok kurgu ile bakanlığı ayakta tutabileceğimi düşünüyorum aktiflik bakımından... İstediği Görev: Sihir Bakanı ve ya Baş Seherbaz Günlük Aktiflik Süresi: Oldukça Sık. Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Rahat koltuğunun arkasına yaslanmış, parmaklarının ucunda çevirdiği mektup açmak için özel hediye gümüş bıçak ile bakışlarını bir noktada sabitlemişti. Önünde bulunan dosyaların rehaveti üzerine çökmüştü ama beyni dosyaları tekrar tarıyordu. Mavi dosyanın üzerindeki çok gizli ibaresi ışığın odaya vurması ile belirginleşiyordu. James rahat koltuğunda sallanırken kapının çalınması ile irkildi, düşüncelerin derinliğinden silkindi “Girin” içeriye giren adam elini uzatarak yüzünde kocaman bir gülümseme ile James’e yaklaştı. James koltuktan ayağa kalktı, dosyaların ve korkunç olayların etkisinden kurtulmuştu elini adama doğru uzattı ve masasının diğer tarafına geçti. Dostane bir tokalaşmadan sonra kısa bir sarılma eşlik etti bu ana, James elini tutuğu dostunu oturması için rahat koltuğa kadar eşlik etti ve oturdular. “ Seni görmek harika Pietrus, hangi büyü seni buraya sürükledi bakalım” Pietrus “ Duydum ki bakanlık bu aralar fazlası ile hareketliymiş, bende bir yerinde inceleyim dedim ve senin yanına geldim” James bir kahkaha attı “ Bakanlık her zaman hareketli dostum, senin gibi bir büyücünün bizimle çalışmaması kötü aslında” gözlerini hafifçe kısarak Pietrus “ Bu bir teklif mi yoksa?” dedi. Kendini fazlası ile hazır hissederek ama James bu anın keyfini çıkararak bekledi sonra bir kahkaha atarak “ Hadi ama yapma dostum sen küçük bir kan zerresi görsen bayılırsın” iki dostta sohbetlerinin en güzel yerindeydiler.Odanın kapısı hızlıca açıldı içeriye giren büyücü James’in hemen önünde durdu.
“ Özür dilerim efendim” dedi önce James adamın gözlerinin içine baktığında endişeyi görünce bir şeylerin ters gittiğini anladı. Büyücü “ Efendim yeni bir haber geldi Sihir Bakanı bütün birimleri Hogwarts’a yardıma çağırıyor” heyecanı sesinden belli olan büyücü devam etti “ Okula bir saldırı olmuş” büyücü beklerken James ayağa kalktı “ Git ve bizim birimin en iyi büyücülerini yardıma gitmelerini söyle, bende orada olacağım” James hemen masasına gitti orada bulunan birkaç önemli eşyayı eline aldı askılıkta duran pelerinini üzerine geçirdi ve arkadaşına döndü. “ İşte sana hareketlilik dostum” Pietrus kendinden emin bir şekilde “ Bakanlığın benim yardımıma ihtiyacı vardır, ne dersin dostum? Biraz hareketlilik benim içinde fena olmaz” dedi o da ayağa kalkmıştı James sırıttı “ Orada senin dadılığını yapamam sen git bir barda otur ben seni bulurum, he bu arada benle beraber çıkıyorsun değil mi?” Pietrus bunu duyunca tekrar oturdu “ Yok burası çok rahat dostum sen git eğlen bende odana bir göz atıyım” dedi. James çıkışta bulunan bir tablo ile konuşuyordu, tabloda bulunan güzel kadın gözden kaybolduğunda James sırıttı “ O zaman sana bir hatırlatma yapıyım, oda ben çıktıktan 3 dk sonra kendini kilitleyecek ve tek bir büyü ile açılacak bu zamana kadar içerideki hava kesilecek” Pietrus’un yüzündeki korkuyu görünce “Üzülme dostum sen çok iyi bir büyücüsün bu tılsımı da kırarsın” James odanın kapısını açtığında Pietrus James’ten daha önce dışarıya çıkmıştı. “Görüşürüz dostum” dedi ve James hızlı adımlarla ilerlemeye başladı.Bölümünün en iyi büyücüleri kapıda onu bekliyorlardı “Gidin beni mi bekliyorsunuz? Yardım edecekken bile bana bakıyorsunuz yürüyün” Sesi koridorda yankılanıyordu. Esrar dairesi çalışanları koşarak özel bölüme doğru hareket ettiler ve gözden kayboldular. James kolundaki saate bakıyordu Hogwarts’ta düşünmesi gerekenler vardı hızlı olmalıydı o da koşarak özel bölüme geldi. Özel bölüm karanlıktı ve girişi sadece Esrar dairesinin yeminli büyücüleri tarafından açılıyordu, önemli anlarda bakanlığın içinden cisimlenmeye yarayan bu küçük odaya geldiğinde durdu ve cisimlendi. Hogwarts’ın yakınlarına cisimlenmeye çalışmıştı etraftaki sis tabakasını görünce asasını çıkardı “Lumos” asasından çıkan ışıkla hızlı adımlarla ilerliyordu. İleride bir çarpışmaların izlerini görebiliyordu birçok ışık huzmesi yer değiştirirken ne tarafa büyü yollayacağını kestirememişti ama sonra bir bakanlık çalışanının bu sisin içinde tanıdı ve yanına giderken adamın büyü gönderdiği yere asasını doğrultu orada gördüğü birkaç yaratık vardı ama sisin içinde tam seçemiyordu gördüğü ürkütücü yaratığı hedef alarak “Sersemlet” dedi asasından çıkan büyü sisi yararak ilerlerken James’te bakanlığın savaşına ortak olmuştu.Gözü Özel Dairenin başkanını aradı dostunu bulmalıydı içerideki öğrencilere ve profesörlere ulaşmaları gerekiyordu. Profesörler belki başlarının çaresine bakabilirdi ama öğrencileri düşünmek zorundaydılar, üzerine gelen büyülerden kaçtı, görebildiği yaratıklara büyüler yollayarak dostunu aramaya başladı. Çok çetin bir savaş oluyordu yaralanmalardan kayganlaşan yerler bile vardı. Kan zemine yayılmış üzerinden geçenin ayağını kaydırıyordu.
Role Oyun tamamen bana aittir, başka bir siteden Alıntıdır.
- Spoiler:
Elinde sıktığı asasını hazırda bekletirken derin, derin nefes alıyordu. Yorgunluğun kendini belli ettiği birkaç saniyede ince uzun ayakları da bu yorgunluğun izlerini taşıyordu. Ayak bileklerinde beliren ağrılar eşliğinde Başkanın yanında hazır bekliyordu. Koşuşturmalarının artık son aşamasına gelmişlerdi artık bunun ödülünü alıyoruz derken karşılarında bir sorun belirmişti. James bu mekânı birkaç kez gelişinden hatırlıyordu, verilen emirler üzerine cani görünüşlü kadını birkaç kez denetlemeye gelmişti ama eli boş bir şekilde bakanlığa dönmek zorunda kalmıştı. Başkanın konuşmalarını alaycı bir şekilde dinleyen kadını süzüyordu James bütün sinir sistemlerinin gerginliği ile karşısındaki kadının dudaklarında beliren hafif gülümseme yeterince canını sıkmıştı. Gözlerinden ateşler saçarak asasını daha sıkı kavradı James, saçlarından akan ter tanelerinden bazıları gözüne geldiğinde yakıyordu ama gözlerini kırpmıyordu bile içinde bulunduğu durum buna elverişli değildi.
Başkanın sözlerindeki siniri sezdiğinde ayakları üzerinde biraz daha dikleşti asasını daha sıkı kavradı, suratında iğrenç bir gülümseme başkana bakan kadının hemen arkasında beliren ince uzun kukuletalı adamı süzmeye başladı. Adamın kukuletanın altından bakışlarını hissetti James yüzündeki hafif bir gülümseme ile eğer bir kargaşa çıkarsa onu alt edeceğini bilerek asasını biraz havaya kaldırmıştı. Suçluyu gözden kaçırmayarak yanında duran Başkanına da göz ucuyla bakıyordu, onu için endişelenmiyordu yılların verdiği deneyim Başkanın böyle durumlardan ufak sıyrıklarla çıkmasını elverişli kılıyordu. Başkan kendinden beklenmeyecek çeviklikte asasını kaldırdığında büyülü sözü kulağının içinde hisseden James cadıya büyü gönderecekti ki asasını cadının hemen arkasında duran adama doğrultu. Siyah kukuletalı adam aniden gelişen olaylar karşısında bir anlık dalgınlığından yararlanan James “Expelliarmus!” diye bağırdı. Asasından çıkan büyü adama ulaşınca elindeki asasının havada savrulması ile kendine gelen adam ne yapacağını şaşırmış vaziyette bir sağa, bir sola bakıyordu.
Yardım istercesine baktığı cadı Başkan tarafından alt ediliyor olmasından korkan adam en son çareyi yanında duran ahşaptan yapılmış birçok bardak ve içkinin durduğu siyah deri taburelerin önünde sıra halinde serildiği bara saklanmakta bulmuştu ki James birkaç adım daha atarak adama yaklaştı. Asasını tekrar kaldırdı vücudundaki bütün siniri asasından çıkan büyüye yoğunlaştırdı ve bağırdı. “İncarcerous!” asadan çıkan ince zarif büyü adam tam barın arkasına atlarken havada yakaladı, görünmez iplerin sardığı adam taş zemine düşerken büyük bir gürültü çıkarmıştı. Adamın çırpınışlarını izlemeyi seyrederken içindeki rahatlama biranda Başkanına dönesi ile yok olmuştu. Ardından gelen ilk pop sesiyle cadı kaçmıştı, arkasından gelen pop sesi ile mekâna dolan BGT çalışanlarını görünce James, koşarak başkanının yanına gitmişti ki başkanın bütün vücudunun titrediğini gördü. Hemen yanına diz çöktü ellerini başkanın kollarına dayadı, yıllarının izlerini taşıdığı yüzü şimdi terden sırılsıklam olmuş ve beyazlıyordu. James karşısındaki adama her zaman hayranlık duymuştu onun gibi olmak için bu mesleği seçtiği zaman daima onun yanında olmak için tüm görevleri koşulsuz kabul etmişti.
Şimdi elleriyle tutuğu başkanı titriyordu vücudunun soğuduğunu yüzünden anlaşılıyordu. James BGT çalışanlarında döndüğünde onlardan yardım bekliyordu, Başkanın derinden gelen sesi ile bakışlarını gözlerinde ölümü gördüğü başkanına çevirdi. Başkanın her sözü kalbinde bulunan hançerin biraz daha saplanmasına neden oluyordu. Zor konuştuğu nefes alış verişinden belli olan başkan James’e hala nasihat veriyordu. James kafasını Evet anlamında sallamıştı ki başkanın omzunun üzerine düşen başını ellerinin arasına aldı James. Ölümün soğukluğunu hissediyordu, yavaş bir şekilde başkanı sert zemine yatırdı. Gözlerinde ölümün arkasında bıraktığı boş bakışlar bulunan Başkanın gözlerini elleri ile kapattıktan sonra ayağa fırladı James. İçerisi şimdi kalabalıktı, Bakanlıktan gelen birçok Seherbaz’da BGT çalışanı olaylar karşısında sessizliklerini koruyordu. Terden ıslanmış takım elbisesi, yere koyduğu dizlerindeki tozlarla ayağa kalkmış James’e bakıyorlardı. James “Başkanı buradan götürün” diyebildi sadece yavaş adımlarla kapıya yönelmişti ki gözüne hala yerde yatmakta olan suçluyu gördü. Sıkıca kavradığı asası ile tekrar suçluya döndüğünde herkesin bakışları üzerindeydi hızlı adımlarla yerde yatan adama giderken kimse hareket etmiyordu asasını kaldırdı.
Havada duran eli adamın gözlerini kapatmasıyla yere indi büyülü sözler çıkması gereken ağzından “Seni herkesin içinde öldürebilirdim ama yerde yatan adam bana bunu öğretmedi” dedi. Suçlu cezasını çekmek için Azkaban’ın yolunu tutacaktı. James arkasını tekrar döndü hızlı adımlarla dışarıya çıktı, yağmur başlamıştı. Kafasını karanlık gökyüzüne kaldırdı, yüzüne düşün yağmur damlaları ile serinledi arkasından gelen ses “James geliyor musun?” Dediğinde kafasını önüne eğdi. “Siz gidin ben biraz yürüyeceğim” diyebilmişti ve karanlık sokağa doğru hızlı adımlarla yürüdü.
- Spoiler:
Kadınlar kıyafetlerinin eleştirilmesinden hoşlanmaz diye gösterdiği nezaket ve kıskançlığı bir arada tutmaya çalışırcasına sorduğu sorunun cevabını bu şekilde beklemiyordu. Gözlerini sevgilisinden alamıyordu ne zaman alabilmişti ki, her zaman onun yanında kendini hep mutlu ve huzurlu bulmuştu. İçini kemiren sözler karşısında Reine’nin tuttuğu eli her zamanki gibi ona güç veriyordu. Yavaşça avuçlarındaki narin ve ince parmakları sıkıyordu James, söyleyecek o kadar güzel şeyleri vardı ki en azından paltosunun cebinde eşine aldığı güzel kolyeyi vermeyi tam şuanda istiyordu. Kendini aşkın en saf ateşinde hissediyordu gözlerinde tatlı bir gülümsemenin vermiş olduğu küçük bir parıltı ile seslenecekti karısına ama önce barın kapısı büyük bir gürültü ile savruldu içeriye üç kişi girdi üzerlerine giydikleri siyah kapüşonlu pelerinlerini gördüğünde James. Sanki bir şeyler olacağını kestirmişçesine karısının elinden ellerini almıştı ki kapıdan giren kısa boylu kapüşonlu adam kafasındaki kapüşonu çıkardı ve kapıdan girer girmez karşıda bulunan bar’a asasını doğrulttu ve büyük bir gürleme ile “ Bombarda Maxima ” dedi. Büyünün gücü ile karşıda duran Bar’da büyük bir patlama olmuştu barın üzerinde bulunan bardaklar bar tabureleri havaya uçmuştu. Dolu içki şişeleri havada parçalarını tehlikeli bir şekilde dağıtırken içindeki pahalı içkiler yerlere dökülüyordu. Barda duran garsonlar dağılan bardan alabildikleri küçük hasarlarla kaçışmaya başlamıştı, müşteriler ise ne olduğunu bilmeksizin hareketlenmiş kendilerini güvenceye almaya çalışıyorlardı. James elini yanda duran sandalyesine attığında ona doğru gelen büyücüyü tanımıştı. Marselues isimli bu büyücü ince uzun boylu yaşından dolayı saçları beyazlamış yüzündeki kırışıklıklar belirginleşmişti.
Gözlerinin altında oluşan morluklar onun tekinsiz duruşuna destek veriyordu. Marselues’un oğlu bir suçluydu ve yakalamakta James’e düşmüştü, oğlunu yakaladığında Azkaban hapishanesine gönderilmesine neden olan bu adama öldürme yemini etmişti yaşlı adam. Mahkeme oğlunu Azkaba’nın kirli zemininde ruhu bedeninden çıkana kadar bırakma kararı aldığında bu yeminini yerine getirmek için asasına davranmıştı ama korumalar onu yere sermişti. James adamı kapüşonu içerisinde gördüğün kindar bakışlarından tanımıştı ama asasını paltosunda bırakmak gibi büyük bir hata yaptığında eğilmişti ki yaşlı adam asasını kaldırarak onlara geliyordu. Reine hareket etmek için ayağa kalmıştı elindeki asa ile adama dönmüştü ki yaşlı adamın asasından yeşil bir ışık Reine’yi vurdu. Reine James’in yanından hızlıca duvara doğru sürüklenirken gözlerini gördü James, hayatının kadını yeşil ışığın içinde kayboluyordu sanki hayat sökülüp alınıyordu. Bedeni kilitlenmiş yere düşen kadının olduğu yerde gözleri sabit kalan James hayatın bittiğini ve artık büyük kıyam dedikleri günün geldiğini zannediyordu. Hayat artık durmuştu gözlerinden dökülen tek bir yaşla, elini uzattığı asası ile öğlece kalmıştı. Dünya dönüyor muydu? Hayatta kalan insanlar var mıydı? Hızlı hareketler yapamıyordu asası parmaklarının uçlarına deydiğinde kendini toparlama fırsatı yakalamıştı. Yaşlı adamın çirkin kahkahası kulaklarında yankılanırken adamın asasından gelen başka bir yeşil ışıktan kaçmak için kendini sandalyenin üzerine attı ve büyünün ayakkabılarının altından geçtiğini hissetmişti. Adam durmadan üzerine geliyordu ama James asasını kapmıştı ayağa kalkmanın açık hedef oluşturacağını düşündü. Önünde duran masayı yere devirdi ve arkasına geçti adamın büyüleri masanın bazı bölgelerini parçalarken diğer iki büyücüde James’e doğru gelmeye başlamıştı ayak sesleri yaklaşıp büyüler kafasında uçmaya başlayınca James asasını cama doğrultu ve salladı.
Asadan çıkan altın rengindeki büyü kavisler çizerek camı parçaladı ve dışarıya çıktı. Yaşlı adam “ Yardım mı çağırıyorsun Başkan, buradan sağ çıkmayacaksın, pislik karını öldürdüm senide öldürecem ” dedi. James ayak sesini dinledi ve biranda yana doğru sıçradı, hırs, nefret ve kin James'in kaslarına aşırı kuvvet vermişti sanki ve asasını adamın tam göğsüne doğrultarak “ Avada Kedavra ” adamın göğsüne çarpan büyü sırasında James diğer masanın arkasına çoktan geçmişti diğer iki büyücünün büyüleri ıskaladı. James bağırarak “ Seni öldürmek için yardıma ihtiyacım YOK!” dedi ve tekrar ayağa fırladı. İki adamda asasını James’in olduğu yere doğrultmuştu çoktan aralarından küçük boylu olan tekrar bağırdı barı yıkmakta kullandığı büyüyü James’in ayaklarının altıda duran taş zemine de uyguladığında zemin parçalandı. James’in ayakları yerden kesilmişti ve yukarıya doğru çıkıyordu yanlamasına hızlıca duvara çarptığında bir o kadar hızlıda yere düştü. Kafasını duvara vurmuştu gözleri kararıyordu. İki tane kahkaha atan büyücü üzerine gelmeye başlamıştı. ‘ Sana kavuşacağım karıcım ’ diyordu inilti şeklinde asa tutuğu eli gevşedi asası yerde yuvarlanırken bakışları ona kahkahalarla yaklaşan adamlardaydı. ‘ Öldürün ’ bile diyemiyordu yüzünden akan kanı hissediyordu ama sesi çıkmıyordu. Hayat Reine’nin ölümü ile zaten bitmişti neden hala devam etsin ki diyordu.
Adamlardan birisi bir büyü daha gönderdi tam koluna isabet ettiğinde James sağ kolunun koptuğunu hissediyordu ama baktığında kolu kopmamış büyünün etkisi ile kolundaki tüm kemikleri kırılmıştı acı gözlerinden yaşlar gelmesine neden olmuştu. Kan ve toz üzerindeki siyah takım elbisesi üzerine yapışmıştı içindeki beyaz gömlek kan yüzünden kıpkırmızı olmuştu. İkinci adamın öldürelim artık dediğini duyduğunda acısı biraz kesilmişti işte şimdi kavuşacaktı karısına işte şimdi dayanılmaz acıları son bulacaktı ama barın kapısı tekrar büyük bir gürültü ile açıldı. İçeriye hızlıca giren büyücüler etrafa bakmaya fırsat bırakmadan şok geçiren iki suçluya büyülerini yollamışlardı. Adamlar yere düşerken ileriden iki tane Esrar dairesi çalışanı James’in yanına geldi. Önce boynundaki şah damarına baktılar ellerini vücudunda hissedebiliyordu ama onlara cevap veremiyordu. Yanındaki görevli “ Başkan beni duyabiliyor musun? ” diyordu ama cevap veremiyordu James, yanındaki diğer görevli “ James bana bak ” ama bakamıyordu şok dalgası ve kırıkları onu sabit bir taş heykel haline getirmişti. “ Götürelim çabuk ” dediler ve kaldırdıklarında James’in kafası karısının yattığı yer döndü. Eşi orada yatıyordu her şeyi James’in tüm varlığı gözünden bir yaş damlası yüzündeki kana bulaştı. Aldığı kolye ise kutusu parçalanmış ve taş zemindeydi. Ölüm bu iki aşığı ayırmayı başarmıştı James St.Mungo’ya götürüldü…
Oyunlar Ayrı Kurgulara Aittir ve başka bir siteden alıntıdır, bana aittir...
En son James Lyer vigoureux tarafından Salı 12 Ekim 2010, 21:54 tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Freya Artemis Vigoureux Büyüceşûra Baş Hâkimi
Kayıt tarihi : 05/10/10 Mesaj Sayısı : 56 Mücadele Tarafı : Ailesi Belirgin Özellikleri : Güvenilir, sadık. RP Sevgilisi : James Lyer Vigoureux
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Salı 12 Ekim 2010, 21:36 | |
| Karakterin Tam Adı: Freya Artemis Vigoureux Neden Bakanlık?: Hem karakter açısından uygun hem de yapılabilecek en güzel meslek.Yeterince aktif ve kurgusal açıdan oldukça başarılıdır.Sihir bakanlığı bütün büyücülere hitap ettiği için de oldukça seçici bir meslek grubudur. İstediği Görev: Büyüceşura Baş Hakimi//Sihirsel Yasal Yaptırım Dairesi Başkanlığı(Bunlardan hangisi uygunsa.) Günlük Aktiflik Süresi: Yeterince. Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Şafak, yavaş yavaş sökmekte.Durgun umutlarına yüz tutan bir nefretle yatağından fırlarken; zehir zemberek düşünceleri aklını bulandırmıştı.Gördüklerinin sadece bir düş olduğundan emin değildi.Gerçekte var olmayan sahipsiz anılara kendini kaptırmış.Ağzında var olmayan bir tatla içtiği su yavaş yavaş vücudunda dolanırken hissettiği acı ruhunu esir almıştı.Bedenini çevreleyen yanlızlık ruhu ile alev alevdi.Patlamaya hazır bir volkan iken içtiği su hiçbir fayda etmiyordu aciz bedenine.Yatağından yavaşca kalktığında sersemlemiş vücüdu ayakta durmasını güçleştiriyordu.Yatağın başucuna hafifce dokundu destek alırcasına.Yavaş yavaş yürümeye çalıştı ayaklarını sürüdükçe tabanlarının acısı yüzüne yansıyordu.Lavoboya vardığında yüzüne çarptığı sular bedenini birazcık da olsun kendine getirmişti.Aynada baktığı yüz bir başkasının da adeta.Kendisini aradı ama bulamadı.Yabancı bir suret vardı karşısında.Çok eskilerden kalma masumiyetini aradı ama bulamadı.Gözleri kan çanağı olmuştu.Uykusuzluktan derbeder bir haldeydi.Uyumak istemiyordu uyursa gene o korku dolu kabuslarını görecekti.Üstüne taktığı birkaç uyduruk kıyafetle aynanın karşısına geçtiğinde her zamanki asaletine geri kazandı ve evden çıktı.Hogwarts her zamankinden daha curcunalı bir dönem yaşıyordu.Maçlar her zamanki gibi heyecanlıydı ama Freya'nın umurunda olan bu değildi.Aradığını bulma yolunda ilerlerken daha doğru düzgün bir adım atamadığına yanıyordu.Geçmişinden kalma izler peşinden o kadar sürüklerken önüne çıkan engelleri aşmaya çabalarken doğan güneşin ondan yana olmamasından nefret ediyordu.İsyan bayrağını çekmeye hazırlandığı vakit düşlerine giren masum yüz herşeye tekrardan geri dönmesini sağlıyordu.O yüzü aramıyordu miras bıraktığı için peşindeydi aslında.Acının,nefretin,ızdırabın körükleyen ateşini yüreğine düşen koru kimse dindiremezdi.İntikam almaya yemin etmiş bir kalbi vardı.Ama neyden intikam alacaktı?Yaşadıklarının acısı için kime hesap soracaktı?Daha hiç tanımadığı varlığından bile tam olarak emin olamadığı bir çocuğa mı?Peki onun yaşadıkları ne olacaktı?Hiç bilmeden varlığından bile emin olmadığı bir anne ona ne kadar iyi gelebilir di ki?Acısı ile kıvrandığı zamanlarda bıraktığı izden başka bir şey yokken onu ellerinden alırken hiçbirşey hatırlamazken şimdi nasıl olacaktı da bulacaktı onu?Yardım eden kimse yokken tek başına bütün dünyayı gezecek hali yoktu.Ama hissediyordu yakınlardaydı.Bir annenin masum dokunuşuna hasret bir çocuk muydu gelen yoksa yıllardır içindeki nefreti kusmaya çalışan bir evlat mıydı?
Hogwarts'ın tozlu koridorlarında ilerlerken revire uğraması gerektiği aklına gelmişti.Biraz sakinleşmek için birşeylere ihtiyacı vardı.Bedeninin yorgunluğu ile ayaklarını sürüye sürüye ilerken revire vardığında içerisinin dolu olduğunu gördü.İlk başka geri dönmek için adım atmış olsa da öğrencilerle çevrili bir grubun hararetli bir şekilde birinin başında toplandığını gördü.Her ne kadar yorgun olsa da merakına yenik düşerekten çocuğun bulunduğu yere doğru yöneldi.Bir grup Slytherin'in başına üşüştüğü çocuğu daha önce dersinde gördüğünü hatırladı.Tam arkasına dönmüş gidecekken bir anlık gördüğü veya hayal sandığı şeye karşı donakalmıştı.Gördüğünün bir anlık hayal olduğunu düşündü.Gerçekten de beyninin bir oyun oynamaya başladığına inanıyordu.Ama gözlerini açıp daha dikkatli baktığından gördüğünden emin olmaya başlamıştı.Gerçekten olamazdı Freya'ya göre bu.Daha bu sabah uyandığı kabusdan dolayı gördüğü bir halüsilasyan gördüğünü düşündü.Öğrencileri yararak çocuğun yanına doğru ilerledi.Şifacının çocuğun iyi olduğuna dair sözleri duyar gibiydi ama tam olarak kavrayamamıştı.Çocuğun elini tutması ile koluna bakması bir oldu.Gerçek olamayacak kadar inandırıcı olan bu görüntü karşısında şoka uğramış bir şekilde geri çekildi.Ona bakam şaşkın gözlere aldırmadan yatakta yatan çocuğun suratına baktı.Beyninle dolanan düşünceleri bir kenara atıp gördüğü gözlere karşı donup kalmıştı.O gözlerin maviliğinin ardında gördüğü karanlığı bir zamanlar daha gördüğünü hatırladı ama ne zamandı bu?Geçmişinden silinmiş olan hafızasından kalma bir görüntü gözünün önüne geldi.Acı dolu bağırışları kıvranışları gözünün önüne geldi.İşte o an yavaş yavaş aklına düşünceler yerleşmeye başladı.İçindeki nefret bir anda büyüdü taşacak gibi oldu.Kulağına gelen sesler kesildi sadece karşısında gördüğü gözlere odaklandı.Sesi en gür şekilde en kararlısından çıktı.''Çabuk kalk benimle geliyorsun.''Çocuğun anlamsız bakışları çevresindekilerin soru soran gözlerine aldırmadı.Zaten gözleri karşısında duran suretten başkasını görmüyordu.Yatağından yavaşça doğrulmasına karşılık kalkmayınca yerinden Freya daha da sinirlendi.''Sana çabuk kalk diyorum.''Daha önce hiç böyle olmamışken şimdi neden böyle olmuştu.Değişimi bir anda yaşamıştı adeta.
Freya için ya bir son yaklaşıyordu ya da herşeye daha yeni başlıyordu.Daha fazla dayanamayaraktan çocuğun kolunu sıkı sıkıya bütün kuvveti ile tuttu.Kaçmasından değil ona karşı çıkmasını istememesinden dolayı tuttu.''Neden profesör görüyorsunuz ki yaralıyım.Rahat bırakın beni.''Onca zamandır beklediği bütün güç sanki bir anda gelmişti.Revire gelirkenki ruh hali kendisine göre içler acısıyken şimdi ise değişim olmuştu adeta.Ruhu bendeni ile buluşmuştu.Çevresini saran kalabalık öğrenci grubuna aldırmadan çocuğu yatağından kaldırdı.Genç büyücünün kalkmamakta ısrar edişi boşunaydı adeta.Freya'nın gözü hiçbirşey görmez iken çocuğun saçma debelenişlerine aldırmıyordu.Revirin kapısına yaklaştıklarından genç büyücünün söylediklerini duymayacak şekildeydi.Kulakları sağır dudakları mühürlenmişti.Kapıdan çıktıklarında her zamanki kalabalığını sürdüren üçücü kat bir anda sessizliğe büründü.Koridorda ilerleyen bütün öğrenciler Freya'yı gördükleri an duvarlara doğru yaklaştılar.Çekindiler.Onun yüzündeki ifadeden kaçtılar.Freya sıkı sıkıya tuttuğu çocuğu kimselere aldırış etmeden peşinden sürüklüyordu.Genç büyücünün bağırması ona fayda etmemişti ki daha da hızlanıyordu adımları.Bir ara sendeler gibi olsa da yeniden ayağa kalktı genç büyücü.Freya gözüne çarpan ilk odaya çocuğu savururcasına attı.Ceza odası bütün hakimiyeti ile kendini belli ediyordu.İlk girildiğinde aralanan kapı sayesinde giren ışık çocuğu savurduğu duvarın dibende olduğunu görmesine yetmişti.Kapı kapandığında odanın loşluğundan dolayı gözü hiçbirşeu görmüyordu.Asasını çıkardı ve ''Lumos Maxima'' dedi.Demesi ile odanın loşluğu gün ışığı kadar parlak ışıkla aydınlanmıştı.Freya şimdi çocuğun bedenini daha net seçebiliyordu.''Üstündekini çıkar.''Karşısındaki genç büyücü daha ne olduğunu tam olarak anlayamamışken olanlara itiraz etmeye çabalıyordu.Anlamsızca gelen bu sözler ona sadece nefret hissi uyandırmaya yetmiş gibisindendi.''Sana üstündekileri çıkar dedim.'' Freya sinirlerinin doruk noktasına gelirlen asasına genç büyücüye doğrultmuştu.Çocuğun gözlerindeki korkuyu umursamamaya çalışıyordu.Kalbinin hızla çarpışını duymamak için gözlerini çocuğa odaklamıştı.Gerçek olma ihtimali olmayan düşlere kapılmaktansa herşeyden emin olmak istiyordu.Ama bu sefer içinde kopan fırtınaların dineceğinden o kadar emindi ki.Gerçekten de varlığından habersiz birini bulduğuna emin olmak istiyordu.''Profesör benden ne istiyosunuz anlamış değilim.''Çocuğun korkusu daha da artıyordu.Freya ona asasını doğrulttukça daha da endişeleniyor ne yapacağını bilmiyordu.Çocuk istemsizcese de olsa üstündekini çıkarmıştı.Freya asasını daha da yakınlaştırıyordu çocuğa.Gözlerini kamaştıracak biçimde ilerlerken gördüğüne inanmaya çalışıyordu.Ama inanmak sadece ilk başta olan birşeydi.Peki bundan sonra ne olacaktı?Sadece onu bulmuştu.Bütün Hogwarts'da onu aramışken şimdi bulmuştu.Ama korkuyordu.Daha önceden ne yapacağını düşünmüştü defalarca.Düşlerindeki hayali ile yaşadığı çocuğuna kavuşmuş bir anne ne yapabilirdi şimdi?
Ceza odası daha da üstüne geliyordu.İçi gibi bulunduğu yer de karanlığa bürünmüştü.Asasından çıkan ışık sadece gözlerine etki ediyordu.Ruhunu saran karanlık büyü etkisini yitirmek yerine daha da canlanıyordu.Daha da kuvvetleniyordu.Ayaklarını halsiz bırakıyordu.''Profesör benden ne istiyorsunuz?Bırakın da gideyim.'' Freya hiçbirşey demiyordu.Cevap verecek hali olduğundan bile emin değildi.Çocuğun yüzüne odaklanmış orada kendinden birşeyler arıyordu.Gözlerindeki karanlık ve kolundaki yara izinden başka bir şey bulamamıştı.Ama ona bu da yetiyordu.Tam olarak hatırlayamadığı için bununla yetiniyordu şimdilik.Arkasını dönüp yavaşca kapıya baktığında içindeki küller alevlenmişti.Çocuğun ayağa kalkma çabalarını duyunca tekrardan ani bir refleksle arkasını dönmüştü.''Nox Maxima'' dedi.Ceza odası şimdi karanlığa bürünmüştü.Çocuğun asasını çıkardığını karanlıkta da olsa fark edebiliyordu.''Incendio'' dedi çocuk.Freya böyle ani bir karşılık beklemediği için biraz gerilemiş olsa da karşılıksız kalamazdı böyle bir duruma ''Protego''Anne ve çocuğun büyüsü ceza odasında buluşup kenetlenirken ortaya çıkan görüntü aralarındaki bağın da bir yansıması olmuştu.İki büyü kenetlenmişti birbirine.Freya da genç büyücü de vazgeçmeyecekti adeta.Daha da devam ediyorlardı.Asalarına daha da sıkı sıkıya tutunuyorlardı.Asalardan sonra gözler buluşmuştu.Gözler ve asalar birbirine kenetlenmiş ceza odası daha önce hiç görmediği bir sahneye tanık oluyordu.Bir anne ve oğul.Sesizlik vardı ortada.Sadece asalar ve gözler konuşuyordu.İkisinin de içindeki nefret karışımı duygu birbirinden ayıramıyordu onları.İkisinden biri vazgeçecekti ama hangisi olacaktı bu.Bir anne ve oğuldan beklenemeyecek bu davranış hayretler uyandırıcı olsa da onları kimse görmüyordu.Kimse işitmiyordu.İkisine de yıllardır verilmiş olan bir ceza vardı ortada.Hükümlüleri belki de çok masumdu.Ama Freya oğlunun koluna bıraktığı yılandan daha beter nefret etmişti hayatından.Kabuslarından korkularından düşlerinden. Kenetlenmiş olan asalar birbirini ayırmıştı.İki yorgun beden yere yığılmıştı.Belki daha da devam ederlerdi ama şimdi değildi.Asalar vazgeçmişti anne ile oğulun arasına onlar girmişti.Oda tekrardan karanlığa bürünürken gözlerini açma çabaları bir yana ikisi de bedenlerini kıpırdatamıyordu.Belki büyünün etkisi idi belki aralarındaki bağın kuvvetindendi ama o büyü birbirine çelkmişti onları.Kafasını kaldırmaya çalışırken tekrardan tozlu ve isli tavana takıldı gözleri yavaş yavaş kapanırken.Başka bir sitede yaptığım karşılıklı rpdir.Kendi bölümüm sadece.
- Spoiler:
Sonun başlangıcı.
Hayatım sona ermişti artık.Her şeyimi kaybetmiştim.Yanlızdım artık.Onu kaybetmiştim.Çaresiz ve bitap düşmüştüm.Bunun farkındaydı herkes.Artık bir ölüden farkım yoktu.Yemek yemiyor,konuşmuyor ve pencerenin önünden kalkmıyordum.Belki gelir diye.Ama o gelmiyordu.Bekliyordum.Bir an bile o pencerenin önünden ayrılmadan bekliyordum.Beni bir an bile yalnız bırakmıyacağını biliyordum.İçimdeki umut ışığı sönmüyordu.Sönmeyecekti de. Ben onu kaybedemezdim. Onsuz yaşayamazken onun yokluğuna nasıl dayanırdım. O benim şu dünyada sahip olduğum tek varlıktı. Çevremdeki insanlar artık bana umutsuz gözüyle bakıyordu. Bunu fark ediyordum.Benden artık uzaklaşmaya başlamışlardı.2 gün önceHerşey bugün başlamıştı.O gün sabah evden erken çıkmıştım. İçimdeki ses Bir şey olacağının habercisiydi sanki. Ama bunu kimseye belli etmemiştim. Belki de bu yüzden herşeyin sorumlusu bendim. Elimden bir şey gelmemişti. Gelememişti. Hava o gün aşırı derecede kasvetliydi. Sanki kara bulutlar sadece benim üstümdeydi. Sadece benim ailemin üstündeydi.Korkuyordum ama belli edemiyordum. Belki de sadece bir histi. Gelip geçici olduğunu düşünmüştüm. Havanın iç karartan kasveti yetmezmiş gibi bir yandan da yağmur yağıyordu. Kesilmeyecekcesine daha da hızlaranara yağıyordu. Bitmeyekti bugün sanki. Sanki sonsuza kadar bugünü yaşayacaktım.Gece yarısına doğruydu sanırım. Tam olarak hatırlayamıyorum. Pencerenin önünde oturmuş onu bekliyordum. Saatin epey bir geç olamasına rağmen gelmemişti. Telaşlanıyordum. Ateşim yükseliyordu sanki. Berbat bir günün ardından onun eve daha gelmemiş olması içimdeki korkuyu daha da körüklüyordu. Kapının çalmasıyla irkildim. Onun arabasını görmemiştim. Hem o gelse gelmeden önce arardı.Ama bu sefer arayan olmamıştı. Korktum.Koşar adımlarla kapıyı açmaya gittim. Kapının yanına gittiğimde kapının hemen yanında duran aynaya baktım.Biraz solgun görünüyordum ama olsun. O beni her halimle sevmişti. Kapıyı büyük bir sevinçle açtım.Karşımda gördüğüm benim aşkım değildi.Başka biriydi. İçimi garip bir his kaplamaya başlamıştı. Ne oluyordu benim sevgilim neredeydi. Karşımda iki tane üniformalı adam duruyordu. Adamlar ciddi bir surat ifadesi içindeydiler. Bu beni daha da korkutmuştu. Neler oluyordu. Adamlardan biri daha fazla beklemeden hemen konuşmaya başladı.'Merhaba bayan.Acaba siz Bay Clark'ın eşi misiniz?'dedi. Ne tepki vereceğimi şaşırmıştım. Ne demeliydim acaba.'Evet benim. Ne oldu acaba. Kocam nerede?''Bayan çok üzgünüm ama size söylememiz gereken Bir şey var.' Adamlar konuştukça ben heyecanlanıyordum. İçimdeki korku büyüyordu. İçime sığmayacak bir hal alıyordu.'Ne söyleyeceksiniz. Burada tam olarak neler dönüyor anlamış değilim.' Adamlardan iri yarı olan söze atladı hemen.'Sizden metanetinizi korumanızı istiyorum.Eşiniz bir trafik kazası geçirdi.Ve maalesef hayatını kaybetti.' Adamın söylediklerini tam olarak kavrayamamıştım.Benim kocam ölmüş olamazdı. Bu mümkün değildi. Böyle bir şey olamazdı. Gerçek değildi bu. Sadece gördüğüm bir rüyaydı.Birazdan uyanacaktım ve bitecekti. Gene normal yaşantıma dönecektim.Ama olmadı. Gözlerimi hızlı bir şekilde kapatım açtım. Karşımda duran adamlar gerçekti. Ama söyledikleri gerçek olamazdı. Adamlar birşeyler konuşuyordu. Bana bir şey demeye çalışıyordular. Ama duyamıyordum. Sadece beynimde uğuldayan sesler vardı. Herşey kararmaya başlamıştı. Göremiyordum artık. Gözlerime bir perde inmişcesine ayakta durmaya çalışıyordum. Daha fazla dayanamadım.Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. Çevremde tanıdığım herkes toplanmış bana bakıyordu. Gerçekten günün bu kadar kötü olacağını tahmin etmemiştim. Hayatımın bittiği gün olduğunu düşünüyordum. Ama bir şekilde dayanmalıydım. Onun için dayanmalıydım.
2 gün sonra.
Herşeyin koca bir yalan olmasını beklerken pencerenin önünde oturuyordum. Onun için dayanıyordum. İçimdeydi ve ondan vazgeçmeyecektim. Zatenvazgeçemezdim de. O bana sevdiğim adamdan kalan tek şeydi. Her zaman isteyip de sahip olamadığımız varlıktı. Keşke diyordum keşke daha erken olsaydı. Keşke o da varlığını hissedebilseydi. Ama belki de hissediyordu. Gökyüzünde diğer meleklerin arasındaydı. Öyle olduğuna eminim. O ancak bir melek olabilirdi. Onun kadar iyi onun kadar muhteşem biri ancak bir melek olabilirdi.Kafamı kaldırıp odanın içine bakmıştım. Herşey aynıydı. Ama bana değişmiş geliyordu. Sanki başka bir yerdeydim. Ama aslında değildim. Karşımda duran kanape onunla uyuduğumuz kanepeydi. Yanında duran şöminede romantik geceler geçirmiştik. Şaraplarımızı yavaş yavaş yudumlarken gözlerimizi birbirimizden ayıramıyorduk. Odanın rengini birlikte seçmiştik. Aslında o fildişi istiyordu. Ben ise lila. Bana kıyamamıştı. Rengi lila yapmıştı. Ama onun da istediğini biliyordum. Zevklerimiz her zaman aynı olmuştu. Zaman zaman çakışmıştı ama her zaman bir anlaşmaya varmıştık.
Elveda
Tekrardan dışarıda yağan yağmuru seyretmeye başlamıştım ki. Feci bir şekilde ağrı girmişti. Yapabildiğim teş şey bağırmaktı.' Aaaa...' Bağırmamadan çok geçmemişti ki odaya herkes doluşmuştu.'Yardım edin.'Diyebiliyordum sadece.Bağırıyordum. Avazım çıktıkçabağırıyordum.Abim beni bir hışımla kucağına aldı.Hızlı adımlarla beni sarsmadan götürüyordu.Önümü göremiyordum.Sadece şiddetli sancıları hissediyordum. Sanki içimde patlamaya hazır bir bomba vardı. Beni deli edecekcekçesine dışarıya çıkmak istiyordu.Aradan belki 10 dakika geçmişti ki kendimi bir sedyenin üstünde bulmuştum. Buraya nasıl geldim hiçbir fikrim yoktu. Zaten içinde bulunduğum durum bunun tek açıklamasıydı. Kokuyordum. Ama garip bir korkuydu. Sevinçle karışık bir duyguydu. Çevremdeki herkes koşuşturup duruyordu. Bir yandan hemşireler bir yanda doktorlar çevremde toplanmıştı. Beni büyük bir kapınıniçinden geçirdiler. Bağırıyordum. Soluğum kesilene kadar bağırıyordum. Sancılar daha da sıklaşmıştı.Bir saunadaymış gibi ter içinde kalmıştım. Konuşamıyordum. Sadece iniltilar ve bağırışmalar çıkıyordu dudaklarımdan.Mutluluk bu olsa gerekti. Karşımda dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikduruyordu. Bu şimdi bana mı aitti. Olamazdı. Ben bu kadar güzel bir varlığa sahip olamazdım. Ağlıyordu. O ağladıkça ben de ağlıyordu.Gözyaşlarım istemsiz bir şekilde yanaklarımdan aşağıya boşalıyordu. Ona sarılmak doya doya sarılmak ve hiçbir zaman bırakmamak istiyordum.Hemşireler yanıma getirdiler ve kucağıma bıraktılar. Çok küçüktü.Minicikti. Her an kırılmaya hazırdı sanki. Ardından düşle karışık bir şey gördüm. Aşkım,bircik sevgilim karşımdaydı.'Seni bekliyorum bitanem.Hadi gel.' 'Ama olmaz bitanem.Gelemem ona kim bakacak.Ben onsuz yapamam.''Gel bebeğim.O burada daha güvende olacak.'İstemsiz bir şekilde onun yanında gitmek istiyordum.Ondan ayrılmak bana çok zor gelmişti. Ona kavuşmak istiyordum. Sonsuza kadar onun yanında olmak istiyordum.Son bir kez bebeğimin kokusunu içime çektim. Derin derin içime çektim. Artık onu göremeyecektim.'Geliyorum aşkım.Beni bekle.' dedim.Her şey artık son bulmuştu. Öldüğümün farkındaydım.Ama onu iki tane meleğin koruyacağından hiç şüpem yoktu.
En son Freya Artemis Vigoureux tarafından Paz 17 Ekim 2010, 22:18 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Perş. 14 Ekim 2010, 21:14 | |
| | |
| | | Foren Alator Seherbaz
Gerçek Adı : Yargı Bilgiç Yaş : 34 Kayıt tarihi : 09/09/10 Mesaj Sayısı : 504 Mücadele Tarafı : aydınlık Belirgin Özellikleri : Merak, arkadaşlarına bağlılık, maceraperest RP Sevgilisi : Galadrıel Lûthien
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Cuma 15 Ekim 2010, 22:18 | |
| Karakterin Tam Adı: Foren Alator Neden Bakanlık?: Karakter için epey uygun İstediği Görev: Seherbaz Günlük Aktiflik Süresi: Değişiklik gösterir Örnek Rol Oyunu: Ne bir görüntü, ses, koku, his, tat… hiçbir şey yok. Yaşamın tüm anlamları anlamını yitirmiş durumda ölümün soğuk kollarındayken. Yer bile tarif edilemez, belirtilemez, bilinemez. Çünkü hiçliğin ortasında hiçbir yerdedir. Aslında hiçbir yer kavramıyla da bir yer belirtmiş olmuyor muyuz? Bilinemez… Hiçliğin denizinde ilerlemektedir genç yaşta düşen büyücü. Elinde kalan sadece düşünceleridir. Oysa o da bir işe yaramamaktadır bu engin, korkutucu ve sır dolu denizde. Her şey geride bırakılmış, rotası belli olmayan yerlere doğru süzülmektedir karanlığın ortasında hiçlik tüm varlığını kavramışken.
Zaman bile durmuştu, yoktu, sanki hiç var olmamıştı. Hiçliğin kalbinde filizlenmiş sonsuzluk uzanıp gitmekteydi önü alınamazca. Bilinemeyen diyarlarda geçirilen her bir an sonsuzluğun içindeki kısacık bir döngüye, dünya üzerindeki ömürlere bedeldi. Sonsuzluk alay edercesine yayılmaktayken hiçliğin ortasında, artık var olmayan genç büyücü kontrolsüz bir yaprak misali peşindeydi o hiçliğin. Başlangıçların son bulduğu yerden sonların başladığı yere sürüklenmekteydi bilinçsizce.
Zamanında damarlarında hayatı taşımış olan kan kurumakta, kalbi çürümekte, beyni küflenmekteydi. Kemikleri toza dönüşüyor, organları iflas ediyor, teni soğuyordu. Gözündeki ışık solmaktayken bu işe yaramaz kabuklaşmış ve tüm işlevini yitirmiş bedenden çıkmaya çalışan ruh, kalıplarından kurtulmaya çabalıyordu. Artık geride bırakılanlar, onu bekleyenler boyut değiştirmekte olan ruh için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sadece tamamlanması gereken bir yol ve hesabı verilmesi gereken bir hayat vardı önünde. Bedenden ayrılan hiçliğin açılan kapılarından geçip herşeyin özünü görmeye başladığında azametle gökyüzüne yükselmekteydi. Onu çevrelemiş olan enerji kendisini yeni evine çağırıyordu. Algılamaya başladığı sesler cennetteymişçesine içini rahatlatırken aynı zamanda cehennem yolundaymışçasına azap veriyordu. Görmeye başladığı bir şey gerçeğin kendisiydi; fakat daha ne olduğunu bilmiyordu. Çok yakında bilecekti bunu hissediyordu. Ruhun derinliklerinde hissettiği dalgalanmalar kendisini çağıranın tehlikeli bir şey olduğunu belli etse de bir cevap veremiyordu. O şuan hiçliğin kapısından geçmiş ve yeni bir diyara gitmekte olan köleden başka bir şey değildi.
Hayatı hesap sorarcasına gözler önüne serildiğinde mahşer günü azabını çeker gibi ruhu acıyla kıvranmaya başladı. Mutlulukları, üzüntüleri, pişmanlıkları, keşkeleri bir olup özüne nüfus ederken hayatı kendisine gösterilmekteydi. Sanki ne kadar sefil olduğunu göstermek istercesine kendisine gösterilen kareler aslında salt kederin aynası gibiydi. Cehennemi daha şimdiden yaşıyordu. Babasıyla yaptığı kavgalar… Bir izleyiciydi şimdi. Kendisine savrulan hakaretleri defalarca izliyordu. Normalde önemini yitirmesi gerekirdi bunların. Ne olduğunu anlamıyordu. Huzura ermesi gerekiyordu. Kendisine azap verecek şeyleri görmesi gerekmiyordu. Sessiz çığlıkları her ne kadar bunu dillendirmeye çalışsa da yetmiyordu zamanın acımasızlığıyla saklanmış anıları dağıtmaya. İçini dağlayan sözler yaralarını deşiyordu şimdi. Babasına olan öfkesi ruhunu sarmalarken çektiği azap dayanılmazdı. Yaptığı kavgalar… Onlar da şimdi önemini yitirmişti. Fakat zamanın içinden süzülüp ruhunu mengene gibi sıkmaya başladılar. Kırdığı kalpler, yıktığı hayatlar… Her ne kadar bilinçsizce yapılmış eylemler gibi görünse de zehirlerini akıtıyorlardı şimdi benliğe. Bu kadar acı dayanılmazdı. Fakat artık kavramlar değişmişti. Hey şey dayanılabilirdi. Şu ana kadar hissetmediği acılar tecrübeyle bunu ona gösteriyordu. Julia…en acısı buydu. Aynı zamanda en iç rahatlatıcı olanı. Belki de ona gidiyordu. Ölümünü defalarca izlerken, kendisinin acı ve intikam dolu attığı çığlıkları binlerce kez yükseltilmiş olarak duyarken acı bir kez daha dayanılmaz noktaya ulaştı. Bu acının içinde tek bir damla su geldi ruhunu soğutmaya çalışırcasına. Azap içinde o damlaya tutunurken tek bir yüz kendisine hala umudun var olduğunu hatırlattı. Kendisine iyimserlikle bakan Julia…Kısa süreliğine de olsa acısı dinmişti. Ona gidiyordu, yıllar önce kaybettiğinin yanına. Ne kadar acı çekeceği önemli değildi. Sonuçta birlikte olmak istediği kişinin yanında olacaktı.
Görüntü tekrar değişti. Benliğini sarmalamaya başlayan acı daha şiddetlisinin geleceğini haber veriyordu. Daha ne kadarına dayanabilirdi bilmiyordu. Ne kadar süreceğiyse belirsizdi. Ruhu oysa gökyüzüne yükselmeye bile yeni başlamıştı. Şimdiden bunları hissetmek acımasızlıktı. Hayatında o kadar kötü ne yapmıştı ki bu kadar acı çekiyordu? Ne kadar yakarsa da yersizdi. Onu duyan yoktu. İran Dağları… orada deneyerek öğrendiği her şey birden kendisini sarmalamaya başladı. Karabasan büyüsünün üzerine çöken etkisi sanki bin kat artırılmıştı. Büyünün özünü yaşıyor gibiydi. Tüm acılar birleşmiş yüreğine nüfus edercesine kemiriyordu kendisini. Acı tekrar dayanılmaz noktaya ulaştığında durdu. O an her şey durdu. Dalga ruhundan çekilirken tsunami gibi gelen başka bir dalga ruhunu boğdu. Mısır…Romanya…İran…İspanya acı çektiği tüm yerler… her şey… bir yumak haline gelip üstüne çöktü. Çığlığı sonsuzluğun içinde dağılırken tekrar her şey bir anda duruldu. Yeni bir dalga beklerken farklı bir enerji hissetti. Diğerine denk, güçlü, mağrur… ne olduğunu anlamayamadığı bu enerji etrafını sararken iki gücün çarpışmasına tanık oldu. İki haşmetli güç ve kırılgan bir ruh aynı savaşa sürüklendi. Gökyüzüne yükselişi durmuştu ve sonsuzluğa ait olmayan sözler doldurmuştu dört bir yanı. Yavaş yavaş bedene geri dönüyordu. Ruhu belirli kalıplara sokulmaya çalışırken çektiği acılar geçmişini görürken çektiklerinden de beterdi. Ruhu kavruluyordu, zorlanıyordu. Her şeyin durulduğu anda bir top ışık çaktı. Gözlerinin önüne yerleşen anlık görüntü hayatın tekrar bedenine girdiğinin habercisi olmuştu. Kalbi, boşalmış damarlarına kanı göndermeye, tüm damarları yaşamın nefesiyle dolmaya başlamıştı. Tüm fonksiyonları eski haline gelirken yaşadığı rahatlama paha biçilmezdi.
Şimdi hayata yeniden dönmüştü. Acıları katlanılırdı, fakat hiçbiri geçmemişti. Gözleri perdelemiş karanlığı delmeye çabalasa da henüz o kadar gücü yoktu. Dinlenmesi ve gücünü toplaması gerekiyordu. Vücudunu kaplamış olan yüksek ateş ona yeni yeni görüntüler iletmeye başlamıştı. Bir kısmı gerçek, bir kısmı değil. Şimdilik onun önemi yoktu. Şuan önemli olan gerçek ya da yalan görüntülerin ona ne hissettirdiğiydi…Acı! Romanya’ya geri dönmüştü sanki. Julia ile tanışmaları, birlikte geçirdikleri zamanlar, içine işleyen bakışlar, gülüşmeleri ,şakalaşmaları o zamanlar yaşadığı her şey belli belirsiz görüntülerle birlikte bir yumak oluşturmuş zayıf zihnini acıtıyordu. Onu kaybedişi, vampirlerin saldırısı, vahşetle çarpılmış yüzler, yıkılmış bedenler, kaybedilmiş yakınlar, harebeye çevrilmiş köy ve Julia’nın cesedi…Tüm bunlar hatıralarının mezarlarından fırlamış teker teker gözlerinin önünden geçiyordu. Defalarca belki de binlerce kez kabusunda onu kurtarmayı deniyor ve aldığı yanıtsa kötülükle yoğrulmuş bir şeytanın kahkahasından başka bir şey olmuyordu. Anıları kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Her şeyi durdurmaya çalışsa da güçsüz düşmüştü, birşey yapamazdı. Sadece izlemekle ve acı çekmekle yetinecekti.
Tüm görüntüler biranda bulanıklaşmaya başladı. Her şey silindi gözlerinin önünde. Ne olduğunu anlamaya çalışırken zihni, bilinci yavaş yavaş açılmaya başladı. Önce gözlerini araladı tekrar doğduğu dünyaya. Flu şeklini almış görüntüler midesini bulandırınca gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Görüntü netleştiğinde bir tavana bakıyordu. Bakışlarını hareket ettiremeyecek kadar yorgun ve bitkin hissediyordu kendisini. Zihni bile durmuştu sanki. Hiçbir düşünce taşımıyordu. Etrafını kaplamış olan hafif aydınlık ona yaşadığını söylese de o bunun bile bilincine varamıyordu. Yanıbaşında oturan birinden gelen ses tüm zihnini bir makineymişçesine çalıştırdı. Bakışlarını masum sesin sahibine yöneltti. Kaşlarını çatıp karşısındaki yüzü inceledi. Kuzgun karası saçlar, derin bakan mavi gözler, biçimli yüz hatları… Acaba cennete mi düşmüştü? Yanıbaşındaki de bir melek miydi kendisiyle ilgilenmek için gönderilmiş. Zihni bu bulanık düşünceleri hemen savuşturup vücudunda çektiği acıları hatırlattı ona. Bu kadar acıyı bir ölü hissedemeyeceğine göre yaşadığını düşünürken küçük bir inleme koydu ortalığa. Gözlerini kısa süreliğine kapadığında kesik kesik görüntüler gözlerinin önüne geldi. Mısır…piramitler…yedi kara büyücü, büyüler ve daha fazlası. Heyecanla doğrulduğunda nefes nefese konuşmaya başladı. “ Yedi kara büyücü… savaş…sınav…mısır… “ gibi alakalı alakasız sözcükler ağzından yuvarlandı.
Hemen ardından bir öksürük nöbeti gelip kendisini buldu. Yana devrilip öksürüklere boğulurken başında hissettiği ağrı şiddetli zonklamalarla yanıt veriyordu. Her bir öksürük yeni doğan bir bebeğin aldığı ilk nefesmişçesine kendisine acı veriyordu. Boğazı çıkarasına bir süre öksürdükten sonra duruldu. Vücudunda hissettiği yanma yüksek ateşi olduğunu söylüyordu. Sanki kızgın güneşin altında kumlara yatırılmış gibi hissediyordu. Bu kadar acıdan sonra uyuşması gerektiğini düşündü. Demek ki daha o kadar acı çekmemişti. O an yaşadığının gerçek anlamda farkına vardı. Tekrar sırt üstü uzandı ve derin bir nefesl aldı. Aldığı nefesi ciğerlerinde tutmak istercesine bekledikten sonra saldı. Nasıl kurtulmuştu peki ve bu yanı başındaki kadın kimdi? Yavaş yavaş zihni kendini toparlıyordu ve sorması gereken soruları kendisine sıralıyordu. Üstelik Mısır’da olduğunu biliyordu; ama sanki farklı bir yerdeydi. Yorgun bakışlarını yanı başındaki kadına dikti tekrar. Yüzde gördüğü masumiyetin izleri kendisini etkiledi. “ Kimsin sen? “
En çok merak ettiği konu bir çırpıda ağzından fırlamıştı. Kadına merakla bakarken güzelliğinden etkilenmemek imkansızdı. Bu fikirleri hemen kafasından attı. Şuanda kafasını kurcalayan sorunlara odaklanmalıydı. Yanıbaşındakinin güzelliğiyle sonra ilgilenebilirdi. Ayrıca nasıl kurtulmuştu? En son hatırladığı şey yeşil bir akrebin kendisini soktuğuydu. Hemen ardından gelen büyü ise tılsımın kalkanını delip göğsünde bir yara açmıştı. Üstelik kendinden geçtiği sırada belli belirsiz gördüğü şeylerse kafa karıştırıcıydı. Gerçi onları hayale bağlayabilirdi. Peki ya akrep ve o karabüyücüden nasıl kurtulmuştu. O an göğsünde hissettiği bir acıyla eli bakışlarıyla birlikte göğsüne gitti. Orada iyileşmiş ve geriye ufak bir izi kalmış yarayı ve artık tılsımının olmadığını gördü. Merakla bakarken topuğunda hissetmekte olduğu başka bir acı dikkatini dağıttı. Akrebin bıraktığı hatıra da orada olmalıydı. Fakat şuan oraya bakamayacak kadar yorgun hissediyordu. Tekrar bakışları yanındakine çevrildi. “ Bana ne oldu? “
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Cuma 15 Ekim 2010, 22:25 | |
| | |
| | | Baptiste Charriére
Gerçek Adı : Çağkan Yaş : 31 Kayıt tarihi : 06/10/09 Mesaj Sayısı : 21 Mücadele Tarafı : Aydınlık Belirgin Özellikleri : Cesareti, Sağduyusu RP Sevgilisi : Aranıyor
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 17 Ekim 2010, 16:20 | |
| Karakterin Tam Adı: Gavroche Pontmercy Neden Bakanlık?: Karakterime uygun ve sihir dünyasına yöneten bir kurumda olmak isterim İstediği Görev: Seherbaz Günlük Aktiflik Süresi: Minimum 3 saat Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Profesör Moises Bemabe, masanın üzerine bıraktığı yıpranmış astarlı, eski kitaplara bakmaktaydı. Kafasını aşağıya doğru hafifçe eğdi ve önemli kitaplar arasında gördüğü bir kitabın üzerine üfledi, nefesinin yaydığı esinti, kitabın yüzeyine geldi ve pencereye doğru yol alırken beraberinde kitapların sayfaları arasına saklanmış ürkek toz zerreciklerini de uçurdu. Profesör Moises Bemabe, ahşap masanın üzerinde duran üç kitaptan soldakine uzandı. Kitabın sırt kısmını kavradı ve diğer eliyle, alttan destekleyerek göz hizasına getirdi. Ejder derisiyle kaplanmış, pütürlü ve yeşil bir kitap, kapağının üzerinde ise iri ve oval, asit yeşili bir topaz vardı. Kitabın üzerindeki tozları da iyice temizleyerek kitabı ortasından açtı. Aradığı sadece bir yaratıktı. Önemsiz ama işlevsel, Doksileri arıyordu. Yavaş yavaş kitabın sayfalarını çeviriyor ve Doksilerle ilgili sayfayı bulmaya çalışıyordu. Kitabın çoğu sayfası tozlu olduğundan Profesör Moises Bemabe bazı paragraflarda okuma güçlüğü çekiyordu. Bu nedenden dolayı masasının bir gözünden okuma gözlüğünü alarak Doksileri aramaya devam etti. Profesör Moises Bemabe, uzun süredir bir öğretim kurumunda ders vermediği için, kendini hazırlamasını gerektiğini hissetti. Gençliğinden beri öğrencileri bir konu hakkında bilgi vermemiş, hatta onlarla muhatap bile olmamıştı. Kendini uzun bir süreç evine kapamış ve bilgi dağarcığını artırarak geçirmişti. Neden bilmiyordu ama her zaman yeni bilgilere açıktı. Ama en çok sevdiği konu Sihirli Yaratıklardı. Evinde bile birkaç tane bulunuyordu bu yaratıklardan. Sihirli Yaraık sevgisi ona ailesinden geliyor olmalıydı. Annesi de Sihirli Yaratıklara karşı doluydu, babası da boş değildi o zamanlarda.
~~
Profesör Moises Bemabe, araştırdığı kitaba biraz göz gezdirdikten sonra kitabın kapağını iki eli yardımıyla sert bir şeklide kapadı. Kitabın kapanmasıyla birlikte ortaya büyük bir toz kütlesi çıktı. Profesör Moises Bemabe eli ile tozlardan kendini korudu. Kitabı, diğer masanın üzerindeki üç kitapla birlikte özenli bir şekilde, odanın sağ tarafında boydan boya uzanan kitaplıktaki yerlerine yerleştirdi. Gözlerini hafifçe kısıp odayı kolaçan etmeye başladı, unuttuğu bir şeyi anımsamak ve her şeyin yerinde olup olmadığını kontrol etmek amacıyla sakalını okşuyordu. Her şeyin yerinde olduğuna karar verdikten ve bir şey anımsamadıktan sonra, ağır adımlarla odadan ayrıldı. Sihirli Yaratıkların Bakım alanına, yani ormana doğru ilerledi. Birkaç dakika içinde ormandaydı. Sağ elini cüppesinin sol kolundan içeri soktu ve ağır ağır asasını çıkarmaya başladı. Tek bir hareket ile ortalığı düzenledi ve temizledi. Ne de olsa burası bir ormandı ve her hafta bir sürü yaprak düşüp ortalığı iyice batırıyordu. Kendince ''Sanırım, eski günlerin hatırına güzel bir giriş yapmanın zamanı geldi. Bakalım yaşlı bedenim hala eski kudretini koruyor mu?'' diye mırıldandı. Ardından kendi kendine konuşmayı bıraktı. Doksileri bir ağacın gölgesine koymuştu ama şuan bu yaşlı aklı o ağacın yerini tam hatırlayamıyordu. Hem gölgelerde değişmişti. Bu nedenle Doksileri bulmasını zorlaşıyordu. Ortalık temizdi ama Doksilerden iz yoktu. Acaba gözlüğünü mü almalıydı…? Yaşlı gözleri her şeyi göremiyordu artık.
~~
Orman, Hogwarts'ın birkaç metre uzağında yer alan, geceleri korkulması gerekilen bir yerdi. Tabii bu korku Profesör Moises Bemabe için geçerli değildi. O yaratıklar hakkında uzmanlaşmış bir büyücüydü ve önüne çıkabilecek tüm Sihirli Yaratıklarla yüzleşebilirdi. Apar topar yerleştiği Hogwarts henüz istediği düzeni sağlayamamış olması dersini aksatacağı anlamına gelmiyordu. Orman, Hogwarts'ın arka cephesinde yer aldığı için, daha bir gölge oluyordu. Duru gölün derinliklerine yakındı. Ağaçlar ile çevrili bu muazzam araziyi öğrenciler doldurmuştu bile. İşleyecekleri ilk dersin heyecanıyla minik kalpleri istemsiz bir şekilde çırpınıyordu. Kimisi gereğinden fazla tedirgin davranıyor, kimisi ise gereğinden fazla rahat. Bu karakter karmaşasını dindirecek olanın profesörün tavrı olduğunu herkes içten içe biliyordu. Profesörün yokluğunda küçük bir öğrenci gürültüsü oluşmuştu, bu eski ormanın iliğine işleyen gürültü bütün ormanda rahatça duyulabiliyordu. Tam bu sırada sol taraftan kuvvetli bir rüzgar geldi. Rüzgarın etkisi bütün öğrencilerin susmasına neden olmuştu. Ve biraz üşümelerine. Öğrencilerin şaşkınlıkla yüzünde oluşan gülümsemeyle birlikte ışık süzmeleri profesör’ün çevresinde bir araya toplandı ve büyük bir ışıltı içerisinde profesörün silueti belirdi. Küçük gözlerini şaşkınlıkla kırpıştıran öğrencilere gülümseyerek hafifçe sakalını okşadı ve konuşmaya başladı. Doksileri getirmişti bile.
''Merhaba sevgili öğrenciler, Ben Profesör Moises Bemabe, bir kaplumbağa kadar yaşlı ve toprak kadar eskiyim, size hayatım boyunca edindiğim değişik bilgileri Sihir Yaratıkların Bakımı başlığı altında sizlere aktaracağım… Sorusu olan?''
Öğrenciler tuhaf bakışlarla profesöre bakmaya devam ediyorlardı, bir kütüphanede genç büyücülere ders verdikten sonra çocuklarla ilgilenmek ona biraz daha kolay gelmişti. Bu yüzden kelimelerini daha basit sözcüklerden seçmesi gerektiğini aklına not etti ve dersine başladı. ''Pekala, Şimdi dersimize geçebiliriz.'' dedi. Bu genç beyinleri bilgiye doyurmak için zamanı gereğinden fazla kısıtlıydı. Profesör Moises Bemabe, çocukların önüne doğru birkaç adım attı, ardından sol elini hafifçe havaya kaldırdı ve parmağını şıklattı, çıkan ses ile birlikte Doksiler serbest kalmıştı. Neden bilmiyordu ama her zaman uygulamalı dersleri sevmişti Profesör Moises Bemabe. Öğrenciler şaşırmış şekilde Doksilere bakıyor ve kendi aralarından fısıldaşıyorlardı. Çevreye hakim olan gürültü profesörün boğazını temizlemesiyle dindi. Ardından profesör sözlerine devam etti.
''Dünyanın her yerinde Doksiler, farklı cinslerle karşımıza çıkabilirler. Bu türleri deşifre edebilmek, onları davranış ve doğalarını anlayabilmek için bu ders gerekmektedir. İçinizde dersin gereksiz olduğunu ve işe yaramaz olduğunu düşünenler bulunabilir. Eğer böyle kişiler dersimde bulunuyor ise dersimi bırakmalarını ve başka alanlara yönelmelerini tercih ederim. Belki de aile zoru ile bu derse girenler vardır. Eğer bunun gibi bir zorlama ile derse giriyorsanız, bunu bana ofisime uğrayıp belirtebilirsiniz. Bu dersimizde Doksileri göreceğiz.''
Bir nefes ile ara vererek devam etti…
''Doksi, oldukça farklı bir tür olmasına rağmen, çoğu kez perilerle karıştırılır. Periler gibi Doksiler de minicik bir insan biçimine sahiptir, ancak Doksiler kalın, siyah kıllarla kaplıdır ve fazladan birer koluyla bacağı vardır. Doksiler'in kanatları kalındır, kavisli ve parlaktır, kınkanatlı böceklerin kanatlarına benzer. Doksilere bütün kuzey Avrupa ile Amerika'da rastlanabilir, soğuk iklimleri tercih ederler. Bir seferinde beş yüz yumurta yumurtlarlar ve onları gömerler. Yavrular yumurtadan iki ila üç haftada çıkar. Doksiler’in çift sıralı sivri, zehirli dişleri vardır. Isırılırsanız panzehir almanız gerekir.''
Birkaç uyumsuz öğrencinin dışında, diğer çoğunluk dersi dikkatli bir şekilde takip ediyordu. Bu konuda umursamaz davranmamalıydı Profesör Bemabe, sonuç olarak bilgi onların arzu ederse öğrenebileceği bir şey di, ama böylesi genç zihinlere bilgiyi zorla sokmak ve onlara hayata karşı kullanabilecekleri bir temel bırakmak gerekliydi. Bu yüzden aylaklık yapan öğrenci grubuna doğru dönerek kaşlarını çattı, Bu sırada grubun içerisinden profesörü gören Siyah saçlı, yeşil gözlü bir öğrenci diğerlerini uyardı ve utangaç bir tavırla yüzlerini kitaba gizlediler. Bunun üzerine tekrar konuşmaya devam etti.
''Şimdi ise Doksilere nelerin karşı geleceğini öğreneceğiz. Bir iksir ve bir büyü bu işi görebilir. O kadar kolay bir büyü olmasa da herkes tarafından yapılabilir. Ama Doksilere karşı olan iksir, bir gözlemci yanında yapılmalıdır. Neden derseniz, Doksilere karşı uygulanan bu iksirin yapımı zordur. Biz bu spreye Doksi Savar diyoruz. Doksi Savar, siyah, akıcı ve sprey olarak kullanılan bir iksirdir. Zararlı olan Doksilere karşı kullanılır. Etkisi hayli uzun sürer. Ayrıntılarını iksir dersinde görecesiniz çocuklar.''
Profesör Moises Bemabe, uygulamada öğrencilere göstermek üzere, sol elinde tuttuğu asasını hafifçe havaya kaldırdı. Öne doğru asasını ilerleterek ''Peskipiksi Pesternomi'' dedi. Asanın etrafında beliren iki adet açık sarı şerit, asanın ucunda hızlıca dönmeye başladı ve birden gür bir ışık süzmesi asanın ucunda küçük bir güneş gibi parıldadı. Dalga dalga yayılan ışık ile birlikte tüm Doksiler hareketsiz ve süzülür bir hal aldı. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında profesör konunun bölünmesine müsaade etmeden sözlerine devam etti.
''Evet çocuklar, gördüğünüz gibi gayet kolay bir büyü. Peskipiksi Pesternomi büyüsü sayesinde bütün Doksileri etkisiz hale getirmeniz mümkün. Şimdi herkesin sırayla denemesini istiyorum. Tüm sınıfın deneyebileceği kadar zamanımız var.'' (Uygulama!)
~~ Genç büyücülerin denemeleri sırasında, ormanda adeta küçük parıltılar yanıp sönüyorlardı. Birden herkesin yüzü aydınlanıyor, birden karanlığa gömülüyordu. Profesör sağdan kaldırmaya başladığı öğrencilerin, sol taraftan sonlanmasıyla birlikte elini avucu öğrencilere dönük bir şekilde havaya kaldırarak durmalarını söyledi. Sınıf ağır ağır durdu, profesör asasını kolundan içeri götürerek ait olduğu yere sakladı, ''Bugünkü dersimiz sona ermiştir öğrenciler. Katılımlarınız ve başarılarınızla beni onurlandırdığınız için minnettarım. Ödeviniz, ilk dersimiz olması sebebiyle sadece Doksilere benzer sihirli yaratıkları araştırmanız olacak. Ödevlerini geciktirmemenizi öneririm. Şimdi çıkabilirsiniz.'' dedikten sonra, farklı armalar taşıyan cüppeleriyle öğrencilerin Hogwarts’a doğru gitmelerini seyretti. Yıllar sonra, başarılı bir ders vermenin gururuyla birlikte, ortalığın tamamen boşalması ardından kendisi de ağır adımlarla Hogwarts’a doğru yöneldi…
| |
| | | Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 17 Ekim 2010, 16:25 | |
| | |
| | | Katharina Petra Heather
Kayıt tarihi : 23/10/10 Mesaj Sayısı : 54 Mücadele Tarafı : -
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları C.tesi 23 Ekim 2010, 22:57 | |
| Karakterin Tam Adı: Katharine Petra Heather Neden Bakanlık?: Hırslı birisi çünkü.Profesör olup öğrencilerle uğraşamayacak kadar hırslı ve sabırsız, sıradan bir cadı olamayacak kadar donanımlı. İstediği Görev: Sihir Bakanı Asistanı/Yardımcısı: Günlük Aktiflik Süresi: Min. 2 saat Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Yıldızların fısıldadığı şarkılarla aydınlığını koruyan sokakta kendisinden başka kimse yoktu.Adımları çok uzaktan bildiği bir şarkının ritmi misali tınlıyordu kulaklarında.O tanıdık,zafer kokan melodi... Ve gözleri kutup yıldızına bakarken bir dilek dilermişcesine,zifiri karanlıkta sönmekten korkan bir mum ışığı kadar titrekti.Parlak ve titrek.Sahibi uykuya dalalı çok olan üç süpürgenin buğulu camında gördüğü gölgeye baktı umursamazca.Belirgin vücut hatları ve koyu olmasına rağmen karanlıkta daha da parlayan derisine.Damarlarında taşıdığı 'saf'kanın adeta ayışığında derisinde parladığını görür gibiydi.Kendisiyle duyduğu gurur ile gülümsedi.Zaferle kıvrılan dudakları hafif bir 'mmm' sesi ile eski halini almıştı.Topuklu deri çizmelerinin taş yolda çıkardığı takırtıyı dinlemeye devam ederek yürümeye devam etti.Damarlarında taşıdığı asil kanla gurur duyduğu kadar taşıdığı bozuk kanlı insanlardan da tiksiniyordu.Büyüler,tılsımlar kadar özel yetileri bu görkemli hayatı neden onlarla paylaşmak zorunda olduklarını anlamıyordu.Hiçbiri haketmiyordu bu güzellikleri.Her haraketleri her düşünceleri, o herkesi eşit gören sevgi yumağı tavırları,nasıl bozuyordu sinirlerini.İşi ya da bulunması gereken ortamlar gereği onlara katlanmak, seslerini duymak... 'Ahh!' diye inledi sinirledi.Sıktığı dişleri koyu teni arasında ay ışığı gibi parlamıştı.Teninden daha koyu gözleri kısılarak sonu görünmeyen sokağın karanlığına dalmıştı. Bir anda camları kırık ve kullanılmadığı belli olan dükkanın köşesinden fırlayan kedisi ile irkildi.Gece siyahı tüyleri ve bembeyaz gözleri ile en az kendisi kadar safkan cins bir kediydi bu. " Ah seni! Kaç gündür neredesin sen? "diye söylenerek elini uzattı.Kendi bir sıçrayışta omzuna çıkmıştı.Simsiyah saçlarını kenara attıktan sonra başını hafifçe okşadı.Ilık yaz akşamının tenini okşaması gibi bir sıcaklık yaymıştı kedinin dokunuşları ona.Kolunu yavaşça aşağı uzatıp inmesini işaret etti.Kedi isteneni anında yapmış, karanlık sokakta onun peşinde çıt çıkarmadan ilerlemeye devam etmişti.Damalarındaki asil kan demişken, bir yerden çok güzel bir koku geliyordu.Onu çeken sıcak, boğazını ısıtacak tadıyla aklını başından alacak bir koku. Gözlerini kapatıp yüzüne vuran ılık rüzgarın kokuyu nereden getirdiğini anlamaya çalıştı.Bir adım attı bir tane daha.Çizmesinin topuğunun taş üzerindeki tıkırtısı bir yerlerde yankıp yapıp ona geri geliyordu.Bir kaç adım sonra o tatlı,insanın aklını başından alan koku azalmıştı.Ulaşmasına çok az kala kaybettiği birşeyin hıncını çıkarır gibi gözlerini açıp sinirle sızlandı yine 'Lanet' diye söylenerek.Halbuki uzun zamandır hiçbir şeyi bu kadar arzulamamıştı.Ellerini sıcacık omuzlarına dokundurmak ve dişlerini iştahla fırından yeni çıkan bir ekmeği ısırır gibi yumuşacık tenine geçirmek...Her bir dişin baş döndürücü tadı ile onu kendine çeken kan ile buluşması.Düşünürken yine farkında olmadan dişlerini sıkmaya başlamıştı.Düşündükçe siniri daha da artıyordu.Eğer zaten ölü olmasaydı şuan bu sinirle kalp krizi geçirebilirdi.Eğer o kalp atıyor olmasaydı.Eğer kalbi kan pompalıyor olsaydı.Kan... Karanlık sokakta ilerlerken hissettiği susuzluk,o kokunun verdiği sarhoşluk.Bir kaç adım sonra yine almıştı işte.Kokusu bile burnundan genizine giderken verdiği zevkle kendinden geçmesine neden olmuştu.Tadı kimbilir onu nasıl zevkin doruklarına ulaştıracaktı.Bir saniye içinde ortadan kayboldu şimdi karanlık ormana giden yolda bir gölge kadar sessiz, ışık kadar hızlı ilerliyordu.
| |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları C.tesi 23 Ekim 2010, 23:09 | |
| Aramıza hoş geldiniz Katharine, keyifli rp'ler. Rütbeniz verildi.^^ | |
| | | Serafina P. O'Malley
Gerçek Adı : Ezgi. Kayıt tarihi : 24/10/10 Mesaj Sayısı : 43 Mücadele Tarafı : tarafsız RP Sevgilisi : Yok. Olmasın.
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 24 Ekim 2010, 15:20 | |
| Karakterin Tam Adı:Serafina P. O'Malley Neden Bakanlık?:Kurgu için gerekli ve yetişkin olarak sadece Bakanlıkta bulunmak isterim. İstediği Görev:Seherbaz. Günlük Aktiflik Süresi: Yeterince. 2 saat kadar. Belki daha fazla. Örnek Rol Oyunu: Tık! Tık! | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 24 Ekim 2010, 15:23 | |
| - Serafina P. O'Malley demiş ki:
- Karakterin Tam Adı:Serafina P. O'Malley
Neden Bakanlık?:Kurgu için gerekli ve yetişkin olarak sadece Bakanlıkta bulunmak isterim. İstediği Görev:Seherbaz. Günlük Aktiflik Süresi: Yeterince. 2 saat kadar. Belki daha fazla. Örnek Rol Oyunu: Tık! Tık! Bakanlık işlerinde kolay gelsin Serafina. (: Rütbeniz verildi.^^ | |
| | | Johnny Quentin
Gerçek Adı : Batuhan Yaş : 28 Kayıt tarihi : 28/10/10 Mesaj Sayısı : 22 Mücadele Tarafı : Tarafsız Belirgin Özellikleri : Vurdun Duymazlığı RP Sevgilisi : -
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Perş. 28 Ekim 2010, 16:40 | |
| Karakterin Tam Adı: Johnny Quentin Neden Bakanlık?: En iyi meslek bence bu yüzden bakanlıkta çalışmak istiyorum. İstediği Görev: Seherbaz Günlük Aktiflik Süresi: 4-5 Saat Örnek Rol Oyunu:
- Spoiler:
Pea,belki de Aaron'la ayrıldıktan sonra ilk defa gece evinden dışarıçıkıyordu.Gecenin şefkatli ve sessiz kucağında, bomboş kalansokaklarında amaçsızca dolaşıyordu.Nereye gideceğini belirlediği haldeStarbucks'a hemen gitmek gibi bir niyeti yoktu.Öncelikle sokaklarıdolaşacak sessizliğe doyacak ardında da sıcacık güzel bir kahveyle bugezisini sonlandıracaktı.Belki de ara sıra tekrarlamalıydı bu gecegezilerini.Üstelik bu sefer yanında ne yapıp yapmamasını söyleyebilecekbirisi de yoktu canının istediğini yapabilirdi.
Kan bankasındanüç torba kan çalmanın iyi bir fikir olduğunu zannetmiyordu ama şuan dakahveden önce kan arzusunu bastırması gerektiğinin farkındaydı.Vampirolma yolunda ilerledikçe kan şehveti de paralel olarak artıyor vevücudu daha fazla kan istiyordu her seferinde daha fazla! En kısazamanda ödünç aldığı üç torba kanı yerine koyacağına dair kendine birsöz verdikten sonra büyük bir iştahla kan torbalarını parçalayıpboğazından geçmesini hissetti.Ardından ise bu gecenin en son durağıolan Starbucks'a doğru ilerlemeye başladı.
Starbucks gecenin busaatlerinde açık olmasına rağmen asla çok fazla kalabalık olmazdı hattaneredeyse boş bile sayılabilirdi.Starbucks'un kapısından içerigirdiğinde düşünceleri hakkında yanılmamış olduğunu fark etti yine veardından tezgah'a doğru ilerleyerek görevliden kahvesini alarak tekrarStarbucks'un kapısından çıkarak önünde bulunan masalardan birisineyerleşti.Kahvesinin iki eline yaydığı ısı ile son birkaç hafta dayaşadıklarını göz önünde bulundurarak kendine rapor hazırlıyordu.
Aaron,ayrıldıklarından beri Aura'yı görmek umuduyla her gece Gece Evi'ninönünde bekliyorudu. Ama Aura hiç dışarı çıkmıyordu. Ama sonunda...Sonunda çıkmıştı. Ama Aaron onun karşısına çıkacak cesareti kendisindebulamamıştı. Onu bir süre takip etti. Onunla birllikte kan bankasınagirdi. Aura'nın oraya gitmesi onunda kan açlığını aklına getirmişti.Oradan çıkarken kendine dört torba almıştı ve takip sırasındahemencecik bitirdi.
Aura, kahvesiyle birlikte Starbucks'ınönünde oturuyordu. Aaron, derin bir nefes aldı ve yavaş yavaşarkasından yaklaştı. Son günlerde onsuzluk Aaron'ı tam bir ölüyeçevirmişti. Göz altları şişmiş mosmor olmuştu. Ruhsuz ruhsuz yürüyerekAura'nın yanına geldi. Aura kafasını çevirip ona baktı ve yanındanhızla gitmek istedi ama Aaron ondan çok daha hızlıydı. Hızlı ve ruhsuzbir biçimde kolundan yakalı ve ölü bir sesle
"Aura lütfen 5 dakika istiyorum! Sadece 5 dakika!"
Nedenher seferinde Aaron'u düşündüğünde yanında belirmesi gerekiyorduki.Sonuçta artık ayrılmışlardı ve o ölümsüz sanılan aşk sona ermiştiherkes kendi yolunda kendi hayatını yaşıyordu günden güne.Ama şimdinefret ettiği ama bir o kadar da aşık olduğu adam karşısında duruyor vesadece 5 dakika istiyordu.Aura gitmek için dirense de tenlerinin temasıonu kalmaya ikna edebilecek tek şeydi ve kolunu çekerek masaya tekraroturdu.
Konuşabilecekleri birşeyler kaldığını zannetmiyorduherşey o gece konuşulmuş ve bir karar verilmişti, ayrılık.Şimdi isetekrar ne konuşabileceklerini merak ediyordu ve Aro'da ki değişiklerigörmezden gelemedi.Ayrıldıklarında gördüğü adamla şimdi gördüğü adamınarasında dağlar kadar fark vardı.Karşısında solgun,bitkin ve adetatükenmiş bir çaylak duruyordu.Kalbinin derinliklerinde yanına geçip onakarşı iyimser olmayı düşünse de sadece düşünmekle yetindi ve tekrarduygularını kontrol altına alıp kahvesini yudumlamaya devam etti.
Zamangeçtikçe sadece birbirlerine bakıyorlar ve ikisinin de ağzını bıçakaçmıyordu.Galiba bütün bu 5 dakika bu şekilde sessizce bakışarakgeçecekti ama Aura'nın bu şekilde devam etmeye niyeti yoktu.Soğuk vegüçlü bir görünüm sergilemeye çalışarak kahvesini elinden bıraktı vedirek Aaron'un gözlerinin içine baktı.
"Bütün 5 dakika böyle bana bakarak duracaksan, sende duran fotoğrafımişini görecektir.Sonuçta bunda sonra mümkün olduğunca az karşılaşmamıziçin elimden geleni yapıyorum Aaron."
Söylediğisözün ne kadar ağır olduğunu idrak edememiş ama yine de acımasızcakahvesinden tekrar bir yudum alarak artık Aaron'un gözlerinin içinebakmayı kesmişti.Daha fazla bu şekilde durmaya niyeti yoktu ve içteniçe dakikaları sayıyordu.Giderken kendisini ortada bırakan birisi için5 dakika bile büyük bir fırsattı ama ne yazık ki karşısında ki çaylakbunu sessiz kalarak mahvediyordu.Aslında ne kadar konuşup çabalasa daAura hiçbir zaman o gece konuşulanları unutmayacak veunutturmayacaktı.Her fırsatta Aaron'un yüzüne vurmaya hazırdı.
Aurahaklıydı. Sessiz durarak 5 dakikayı harcıyamazdı. Konuşmalı ve onu iknaetmeliydi. Kendisini affettirmeliydi. Ondan ayrılmak hiç bir zamanistemedi ama konuşmalar çok yanlış yönlere gitti. Ne diyeceğinibilmiyordu. Keşke şimdi içindeki romantik dışarı çıksaydı ama hayır. Oen derinlere saklanmış ve dışarı çıkmak istemiyordu. Bu tiple zatendışarı çıksada bi işe yaramazdı. Ruhsuz, ölü, piskopat bir tipebenziyordu. Elleriyle düzensiz saçlarını düzeltmeye çalıştı. Daha sonraAura'nın gözlerinin içine baktı. Hiçbir şey hissetmiyor gibi bakıyordu.ama içeride bi yerde hala Aaron'ı seviyordu. Bunu biliyordu. ellerinionun ellerinin üzerine koydu
"Aura,lütfen! Seni hala çok seviyorum. Ve biliyorum ki sende beni seviyorsun!Bu kadar güçlü bir aşk bu kadar çabuk bitemez ve bitmemeli! Ben sadeceGece evinden ayrıldım senden değil! Sen benim hayatımda vazgeçilmezsin.Sen olmadan ben bir hiçim. Bu halimi görüyormusun? Bu duruma sensizlikyüzünden geldim! Lütfen geri dön.Lütfen tekrar bana kollarını aç!"
Dediktensonra avuçlarının içindeki elleri daha sıkı sıktı ve gözlerinin içindebaktı. Onu kendine doğru çekip dudaklarından öpmeye başladı. İşte hayatbuydu. Tekrar hayat gelmişti içine. Tekrar yaşadığını hissediyordu. Vebu gerçekten çok ama çok güzel bir şeydi. Dudaklarını onundudaklarından ayıramıyordu. Ama bunu yapmalı ve affettirmek için tekraryalvarmalıydı. Dudaklarını çekti ve hafifçe gülümseyerek gözlerininiçine baktı. tekrar aşkı görmüştü gözlerinde.
Hayatta karşıkoyamadığı tek şey sevdiğinin dudaklarını hissetmekti.En son yapacağıhatta hiç yapamayacağı şeyleri bile sevdiğinin dudaklarını hissederkendüşünmeden yapabilirdi.Tıpkı şuan onun boynuna doladığı kollarıyla onukendine çekmesi gibi.Onu seviyordu ve bunu inkar etse bile herkesgözlerinden okuyabilirdi Aaron'a olan aşkını.Ama ikisinin arasına çokbüyük kavramlar, engeller girdiğini de göz ardı edemezlerdi.Aaron'laeskisi gibi yine beraber uyanmak ve onunla yine birlikte olmak içinherşeyini verebilirdi ama Nyx'dan vazgeçmeyi aslakabullenemezdi.Tanrıçası her zaman Aura'nın yanında olmuş ve onaelementlerinden ateş'i vermişti ve şimdi Aura tanrıçasına karşınankörlük edemezdi.
Aura, düşüncelerinin içinde kaybolurkendudaklarında ki aşk efsunu da yavaş yavaş yok oluyordu.Tekrar Aaron'lagöz göze gelmişlerdi ve bu sefer Aaron daha canlı görünüyordu.Gerçektenonun bu darma dağın halde olmasının sebebi kendisi miydi ? Sorununyanıtı ne olursa olsun Aaron'a geri dönemeyeceğini biliyordu ne kadaronu arzulayıp onunla birlikte olmak istese de olmazdı aralarında büyükçukurlar açılmıştı ve ayrı başka yönlere ilerlemeleri gerekiyordubambaşka yerlere gitmeliydiler.
"Bizim beraber yarattığımız güçlü aşk yine bizim sayemizde sona erdiAaron.Seni arzuluyor olmam seni hâla seviyorum anlamına gelmiyor.Benkanını içebileceğim her insanı arzulayabilirim ve seninle yaşadığımyakınlığı onunla da yaşabilirim.Duyguları karıştırıyor olman çokkötü.Bizim aşkımız o gün sonlandı ve bir daha başlayamaz."
Açıkcasısöylediği sözlere kendisi bile inanmıyordu ama ne yapabilirdi ki başkaçaresi olsa boşuna uğraşır mıydı böyle.Onu kendinden uzak tutmak içinne yapacağını bilemeyen bir genç kızdan ibaretti sadece.İçinden Nyx'ayalvarmayı da ihmal etmiyordu tabii ki. ' Nyx, lütfen bana yardım et.'
Duyduğusözleri gerçekten duymuşmuydu yoksa rüyadamıydı. Kimse fark etmedenkolunu çimcikledi ve rüyada olmadığını anladı. Ama bu sözler gerçekolamazdı bir insan sıradan biriyle aynı statüye düşmüştü. O yaşadıklarıaşk bitmişti! Sözler ne kadar doğruydu bilmiyordu ama Aaron'ın kalbinikırmıştı. Artık ne aşık olabilir nede gerçekten yaşayabilrdi.İnsanların tarif ettiği vampire tam uyuyordu. Ruhsuz, sevgiye inanmayanve pisliğin teki. İşte buna dönüşecekti ve bundan hiçbir rahatsızlıkduymuyordu. Aksine onu sevindiriyordu. Ruhsuz olucak ve hiçbir şeyhissetmeyecekti. Ama son kez yaşamayı hissetmek istiyordu. En azındankendini toparlıyana kadar son kez! Aura'yı omuzlarından tutup kendineçekti ve onu dudaklarından daha önce öpmediği şekilde tutkuyla vesevgiyle öptü sonra dudaklarını ondan ayırdı
"Meraketme Aura bundan sonra seni asla rahatsız etmiyeceğim! Ama şunu bilmeniisterimki hiçbir zaman seni sevmekten vazgeçmiyeceğim. Ve senden tekisteğim sonsuza dek beni hatırla."
Bunlarısöylerken üzgündü fakat daha fazla hissedilen duygu öfkeydi. Öfkesi onuyönetiyordu diyebilirdik. Yavaşça ayağa kalktı ve Aura'ya nedeninikendide bilmediği bir nedenden dolayı gülümsedi ve arkasına dönerekStarbucks'ın bahçesinden çıktı. İçindeki kötülük dışarı çıkıyordu vebunun sebebi tek gerçek aşkını kaybetmiş olmasıydı. Kötülüğe teslimoluyordu. Gözleri ruhsuzlaştı, teni sanki bir anda beyazlaştı. O andaönünden gençbir kız geçiyordu Aaron havayı kokladı büyük ihtimalle Auranapıcağını anlamıştı ama yapıcak bir şey yoktu. Aaron, onu hızlakolundan kaptı ve gözlerine bakıp gülerek
"Bana biraz kan verir misin?"
Kızhipnoz olmuştu. Sadece kafasını salladı ve Aaron, kızın saçlarınıelliyle arkaya attı ve sivri dişlerini boynuna geçirerek sımsıcak insankanı vücüdunda geçtikten sonra dişlerini ondan çekti ve tekraryıldızlara baktı. En azından yıldızlar ona geri dönmüştü. Belki ilerideAura'da dönerdi. Ayaklarının dibine bakınca bunun ne kadar zor olduğunugördü. Ama şunu unutmamalıydı bu onun eseriydi! Kalbi kinle dolmuştu vehızla karanlıkta kayboldu!
Konuşması bittikten sonra Aaron'ukırdığının farkındaydı ama yapabileceği başka ne vardı ki onu tekrarkabullenmek istemesine rağmen taraf davası yüzünden ayrı kalmakzorundaydılar.Ama bunu Aaron'u kaybederek yapamazdı değil mi ve burdakaybetmek sıfatı ' kötünün ortaya çıkması ' anlamında kullanılıyorsaAura buna asla izin veremezdi.Aaron'un arkasından gitmek istediysehissettiği manzara bir an duraklamasına neden oldu.Zavallı kız, yazıkoldu doğrusu..
Aaron orda öylece cesedin başında duruyordu veAura arkasından tahmin edemeyeceği bir hızla yaklaşarak onu kolundantutarak kendine çevirdi.Gözlerinde aşk ve sevgi adına hiçbir şey yoktu!Tıpkı Nemesis vampirlerine benziyordu ama bu kısa sürmeyecekti.Onutekrar kazanmak için geç sayılmazdı hemen şimdi tutku dolu bir öpücüklesevgisini kazandırabilirse onu kurtarmış olurdu ve o an bunun içinNyx'a binlerce dua gönderiyordu.
Aaron'un gözlerine bakmayadayanamasa ve ona gücünün yetip yetemeceğinden bir haber olsa bile onusımsıkı sararak dudaklarını dudaklarına yapıştırdı.Dudaklarındaaşk,sevgi ve tutku vardı vardı.Birlikte yarattıkları aşkın tekrarcanlandığını hisseder gibiydi ve Aaron'un kollarından sıyrılmadığınıda.Ona söyleyeceklerini toparladığında direk gözlerinin içine dalmıştıyine ama Aaron'a hâla sıkı sıkı sarılıyordu.
"Aşk asla bitmez, taraflardan birisi ölse bile devam edebilecek kadargüçlü.Ama sen ve ben hiçbir zaman tamamen kopamayızbirbirimizden.Gerçek aşkla bağlandık ve ikimizde birbirimizihissedebiliyoruz. Senden kaçıyor olabilirim, sana yalan yanlış şeylerde söyleyebilirim.Ama bunların hepsinin tek bir sebebi var 'Taraf' "
İçindenbir ses artık onu bırakmasını ve kararını sessizce kabullenmesinisöylüyordu.Aaron ya gidecekti bu kısa ama öz açıklamadan sonra ya dasonsuza dek Aura için kalacaktı.Gece evinde kalamadığı gibi burda dakalamazsa ne hissedeceğini düşünmeye çalışsa da canının yanacağınıhissederek vazgeçti ve gözlerini bir an olsun Aaron'dan ayırmadı.
Tamher şey bitti derken bir el kolunu tutup onu kendine çevirdi. Aslındabunu ona "şuan" yapmak gerçekten tehlikeliydi. Herşeyi yapabilirdi amaonu çevirenin Aura olduğunu görünce duraksadı. Aaron'dan ayrılmışolsada onu hala seviyordu ve ona bir şey yapamazdı. Aaron oldukçaduygusuz bir şekilde Aura'nın gözlerinin içinde bakıyordu. Aura, onusımsıkı sardı ve dudaklarını Aaron'ın dudaklarıyla birleştirdi. İşte budiyoru içinden. Hayattaki yaşama sebebi. Ama bunu neden yapıyordu. 5dakika önce onu parçalıyıp çöpe attıktan sonra neden onu öpüyordu. Busaçmaydı. Aaron, morganville'e geri dönünce Aura ona yine kızacak veondan ayrılacaktı. Ama neden Aaron'a umut veriyordu? Neden?! Ondanöpücük değil, aşkını istiyordu. Dudaklar birbirinden ayrılmıştı fakatAura'nın gözleri biran olsun Aaron'ın gözlerinden ayrılmadı. Ona halasarılıyordu.
Gözlerinin içine bakar söylediği sözler parçalandıdediği kalbine kadar etki etti. Buda demek oluyorki o taş kesilmemişveya parçalanmamıştı. Yalnızca kullanım dışı kalmıştı. Ama bu "taraf"saçmalığıda neydi?! Onunla paylaştığı onca şey sonra kötü olacağınıdüşünmüş müydü? Tamam biraz önce bir kızın kanını içmişti ama onuöldürmedi ve sokağın ortasında yapmasının dışında hiç bir kötü yönyoktu. Bunu tüm vampirler yapıyordu. Çoğu gizlesede direk olarakinsandan içilen kanın yerini hiçbir şey tutamazdı. Şimdi kanı birkenara bırakmalıydı. aura onu tamamen yanlış anlamıştı. Tamam,vampirlerin daha üstün olmasını istiyordu ama o katil değildi. Amaşimdi düşünüyorduda olacaktı. Nemesis'in tarafına geçiyordu. Kötülüklerkraliçesi, intikam meleği ve bir sürü isme sahip olan tanrıçanınyanına. Ne yapacağını bilmiyordu. Gece evinde kalabilirmiydi? Nyx'egeri dönebilir miydi? Ne yapacaktı kendi bile bilmiyordu. Oraya geridönmek istemiyordu ama Aura'ya dönmek istiyordu. Kafası çok karışıktı.Neden hemen buradan yok olmamıştı ki?! Neden Aura'nın geldiğinihissedip oradan kaçmadı? Neden diye sormak için çok geçti. Şimdisorulara cevap bulmalı ve ne yapacağına karşılık vermeliydi. Hayır!İşte kararı buydu Hayır! Geri dönmeyecekti! En azından şimdilik. Belkiyıllar sonra Nemesis'i bırakırdı ama şimdi hiç mi hiç düşünmüyordu!Aura, Nyx'e ne kadar bağlıysa, Aaron'da yüce tanrıçası Nemesis'e okadar bağlıydı ve onu ortada bırakamazdı. Yavaşça eğilip Aura'yıdudaklarından yavaşça öptü. Ve kendini geri çekerek gözlerini yumdu
"Auraseni çok ama çok seviyorum. Ve ölene kadar seveceğim. Ama ben GeceEvi'ne dönemem! Sen Nyx'e bağlısın ben bunu anlıyorum ama lütfen sendeanla senin kadar bende tanrıçama bağlıyım ve onu yarı yolda bırakamam!"
Dahane kadar kandırabilirdi kendini.Onsuz yapamıyordu bunu biliyordu ama nediye hâla onsuz kalmaya çalışıyordu.Hadi onsuz kalmaya çalışıyordiyelim neden Aaron'un yanına gidiyordu.Ah tanrım bu kız gerçektensalaktı! Daha ne yapacağını bilmeden hareket etmek kadar kötü birşeyolamazdı sanırım.Derin bir nefes aldı ve şimdi ne yapacağını düşünmeyebaşladı ama önce onu ağaçların arkasına koruluğa doğru çekmeyebaşladı.Aaron'un tenine dokunmak bile içinden birşeyleri kaynatıyorkenki bu büyük ihtimalle Aaron'a duyduğu aşk ve arzu olmalıydı.Ondan uzakkalabilmeyi başarabileceğini zannetmiyordu.
Koruluğun içinegeldiklerinde eskisi gibi çimenlerin üzerine oturup dizlerini karnınaçekti ve hâla dikilmekte olan Aaron'a baktı.Böyle çok daha uzun veçekici görünüyordu.Gece evinin en tatlı çaylaklarından birisiydi yanigitmeden önce. Ama kimse birbirilerine ne kadar yakıştıklarını inkaredemiyordu.Birbirleri için yaratıldıklarına emindi ama tanrıçalaraverdikleri yeminler sayesinde niye ayrılmak zorunda kalıyorlardı.AaronNemesis'i, Aura Nyx'ı bırakmayacaktı bu apaçık ortaydı değil mi ? Ozaman ne diye hâla işi yokuşa sürüyordu bu kız, seviyorsa ona tekrardönebilirdi.
Nyx, aşkı biliyordu değilmi buna en büyük kanıt iseErebus değil miydi ? Evet öyleydi Erebus ve Nyx aşkları için Nemesis'lekarşı karşıya kalmamışlar mıydı ve yine de aşklarından vazgeçmemişlerdideğil mi. Şimdi Aura da aşkı için birşey yapmalıydı gerekirse tümolumsuzluklara rağmen Aaron'u olduğu gibi kabul etmeli ve ona tekrarait olmalıydı.En sonunda Aaron'u kolundan çekerek oturmasını sağladı veyaklaşarak kulağına eğildi ( ki bunu sadece onu istediğinde yapardı.)
" Artık sadece seni ve aşkımızı yaşamak istiyorum.. "
Tekrardizlerini karnına çekerek masum masum oturmaya başladı ve sadecesöylediklerinin etki etmesini bekliyordu.Onsuzluğa dayanamıyordu kiAaron ve Aura birbirleri için yaratılmışlardı.Hiçbir şey ayrılmalarınısağlayamıyordu işte daha niçin kaçması gereksin ki.
Aaron,günlerdir ilk defa içtenlikle gülüyordu. İstediği yer ve kişininyanındaydı. Günlerdir hatta haftalardı bu günü bekliyordu.Birleşmelerini ve yeniden eskisi gibi mutlu olmak istiyordu. Aura onunkulağına eğildekten sonra ve Aaron söylediklerini duyunca Aaron dahafazla neşelendi ve onu omzundan kavrıyarak kendine doğru çekti. Kendiniçok mutlu hissediyordu. İlk önce yıldızları daha sonrada hayatınınanlamı olan Aura ona geri döndü. Şuan ondan daha mutlusu yoktu. Aaronyavaşça tekrar onu kendine doğru çekti ve dudaklarından öpmeye başladı.Onu delicesine öpüyordu. Bu arılık değil birleşme öpüşmesiydi ve buyüzden çok ama çok daha güzeldi. Aaron şimdi onun boynuna doğru eğiliponu öpmeye başladı. Kanının kokusunu alıyor ve sıcaklığınıhissedebiliyordu. Tekrar dudaklarına doğru çıktı ve tekrar öpüşmeyebaşladılar. Ama daha fazla dayanamıyarak boynuna doğru inip öptü vedaha sonra dişleeriyle orayı delip kanını içmeye başladı. AnlaşılanAura'da bundan hoşlanıyordu. Aaron gülümsüyordu ve onu çimenlerinüzerine yatırıyordu. Kulağına eğilerek
"Seni seviyorum ve sonsuza dek seveceğim"
Onuşimdi kanayan boynundan ve dudaklarından öpmeye başladı. Şimdi Aaron'daonun yanına uzanıp gökyüzüüne bakmaya çalışıyordu ama yanına Auravarken ve boynundan Aaron'ın aklını başından çalan kanı akarken başkahiçbir yere bakamıyordu. Şimdi ona doğru döndü ve gözlerine baktıdudakları Aura'nınkilere yakınlaştı ve birleşti. Böyle sonsuza dekdurabiliirdi nasıl olsa nefes gibi bir derdi yoktu ve onu öyle çokseviyorduki ölene kadar onu öpebilirdi. Onu kollarıyla sardı vebileğini kendi dişiyle deldi. Onun kanından o kadar içmiştiki yorgundüşebilirdi. Aura'nında kana ihtiyacı vardı. Aura'nın dudaklarıbileğine değdi ve kanını yavaş yavaş çekmeye başladı. Aaron hiçbir acıduymuyor aksine bu çok hoşuna gidiyordu. Kendi kanını içirirken onuizliyordu ve her haliyle ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu.
Sevdiğinerkeğin kanını içmesi ve senin onun kanını içmen kadar güzel haz vericibaşka birşey olduğunu düşünmüyordu Aura.Boğazından sıcacık kanıngeçmesiyle başka duygularda ortaya çıkmaya başladı.Aura dudaklarınıaralayarak daha fazla kan içmeye başladı ve diğer eliyle sistematikolarak Aaron'un saçlarını karıştırmaya başladı.Ne yaptığının farkındaolamayacak kadar kendin geçmişti.
Aaron'u boynunda hissetmekdaha da çıldırtıyordu genç kızı.Kan boğazından geçerken derin birinleme ses kaçıvermişti ağzından ve her zamanki gibi yine utanaraksevgilisinin koluna iyice sarıldı.Amacı canını yakmak yada kan içmekdeğil sadece Aaron'un o gülümsemesinden kaçmaktı.
Daha fazlakan, daha fazla cinsel istek getiriyordu beraberinde ve sevgilisinivücudunda hissetmeye başlıyordu artık.Ağzına dolan kanı yutmadandudaklarını onun dudaklarıyla birleştirip ağzında ki kanı onun ağzınabıraktı.Kendi kanının tadına bakmak güzel bir duygu olmalıydı ve Arokendi kanına baktıktan sonra iyice ağırlığını verdiğinde, Aura dadudaklarını hırs dolu bir tutkuyla öpmeye başladı.Onu istiyordu vealacaktı.
İlk ait olduğu erkek Aaron'du ve onun olmayı ilktanıştıkları gün istemeye başlamıştı.İnsan hayatında böyle bir istekhiçbir zaman Aura'nın aklında geçmemişti ve sanırım onlara isteklerinivermediği için terk ediliyordu genç kız.Ama şimdi umrunda biledeğildi.Aradan yıllar geçmişti ve ait olduğu erkeğe yine ait olmakistiyordu ve olacaktı da.Bir ömür onun kollarında tadacaktı aşkın buhalini.
Aaron, bileğinden emilen her kan damlasından hazalıyordu. Onu çok seviyordu ve hep sevecekti. Bunu her dakikadüşünüyordu. gerçekten sonsuza dek birbirlerine ait kalıcaklarmıydı?Açıkcası şuan umrunda değildi. Hiç bir zaman ileriye dair plan yapanbiri olmamıştı hele ki bu durumda hiç olamazdı. Aaron yavaşça tekrarAura'nın boynuna eğildi ve kan damlalarını yavaş yavaş emmeye başladı.Kanın boğzından geçip gitmesi ona anlatılamaz bir duygu yaşatıyordu. Busırada Aura inlemişti. Aaron ona bakıyor ve gülümsüyordu. O ise herzamanki utangaç tavrıyla Aaron'ın koluna sarılıyordu. Aaron'da onasıkıca sarıldı ve bir süre öylecek kaldılar
Aura şimdi Aaron'ınbileğinden emmiş ve onu tutkuyla öpmeye başlamıştı. Bu sırada Aaron'ınağzına kan gelmiştiki bu büyük ihtimalle kendi kanıydı. Kendi kanınıntadı ona fazla güzel gelmemişti ama yanında Aura'nın mis gibi kokankanı olunca hiç bir kan güzel gelmezdi. Hala tutkuyla öpüşüyorlardı.Aaron onu kucağına aldı ve daha fazla öpmeye başladı. Dudaklarını onundudağından ayırmıyordu. Tek istediği oydu ve onu geri kazanmıştı. Şuanona ne görev verilirse verilsin başabilirmiş gibi hissediyordu.
Aaronöpüşmeye dalmıştıki birden duraksadı. Dudaklarını onunkilerden ayırdıve saatine baktı. Haklıydı neredeyse güneş doğacaktı. Yavaş yavaşyetişkin vampir güçleri kazanıyordu. Saatin kaç olduğunu her zman bilmegibi. Ama şuan o kadar güçlü değildi tabi güçlü olsa bu kadar geçkalmadan durabilirdi. Yoksa duramazmıydı? Aaron bunları düşünürkenAura'ya bir açıklama yapmamıştı. Aura ne olduğunu anlamamış birifadeyle Aaron'a bakıyordu
"Önemli bir şey değil sadece senin Gece evine dönmen gerek. Neredeyse güneş doğucak."
Aurabiraz üzülmüş gibiydi. Aaron, o hala kucağındayken ayağa kalktı veyavaşça onu yere bıraktı. Onun elini tutarak Gece evine doğru yürümeyebaşladılar. Aaron hiç konuşmuyor sadece onu yanında hissetmekistiyordu. Biraz el ele yürüdükten sonra Aaron kolunu Aura'nın omzunaatarak kendine doğru çekti ve saçlarını kokladı. Sonra yürümeye devamettiler. Aaron'ın yüzü gülüyoru. Günlerdir ilk defa böyle gülüyordu.İçten ve samimi. İşte "Aşk" buydu. Aaron ve Aura gece evinin önünegelmişlerdi. Aaron ona döndü ve hala yarası duran boynuna bir öpücükkondurdu ve ona sarıldı.
"Bu gecedinlenicek bir bulacağım ve yarın gece Morganville gideceğim. Ama sakınmerak etme her boş vaktimde burada senin yanında olacağım"
Dediktensonra kendini ondan ayırıp dudağından öpücük aldı ve ona içtenliklegülümseyip onun Gece Evine girişini izledi. Güvenle oraya vardığınaemin olmalıydı. Her nekadar girişle aralarında sadece 15-20 metreolsada güvenliğinden emin olmalıydı. Aura gece evine girince odaarkasını dönerek kendine bir yer bulmaya gitti.
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Perş. 28 Ekim 2010, 17:03 | |
| | |
| | | Carrie Edith
Gerçek Adı : Pelin.. Yaş : 35 Kayıt tarihi : 28/10/10 Mesaj Sayısı : 3 Mücadele Tarafı : ayndınlık Belirgin Özellikleri : meraklı..geveze.. cesur..hareketlii ve asi..
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Perş. 28 Ekim 2010, 21:00 | |
| Karakterin; Tam Adı: Carrie Edith Neden Bakanlık: Karaktere uygun İstediği Alan:Seherbaz Günlük aktiflik süresi:Yeterince Örnek Rp: 10 yaşında birinin hayatını değiştiren ne olabilir? Okula başlamak, anne babasıyla ilgili bir gelişme pekala bunlardan biri olabilir. Fakat Carrie Edith için daha farklı bir durum vardı. Bir yaz sabahı uykusundan kalkarken hayatının tamamiyle değişeceğinden habersizdi. Gerçi bir safkan olması nedeniyle okula kabul edileceği günü iple çekiyordu. Yine de böyle bir gelişme tüm hayatınızın dönüm noktasıdır. Her şeyi bir anda değiştirir.
Carrie yatağından kalkıp mutlulukla gerindikten sonra masmavi gökyüzüne hayran hayran baktı. Göğün pürüzsüz tertemiz olması her zaman hoşuna giderdi. Keyifli bir şekilde banyoya giderken kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu. Elbette bu her zaman kendi kafasından uydurduğu kelimeler olurdu ve annesi de çoğu zaman buna kızardı. Fakat o hiçbir şeyi takmazdı. Doğal davranmayı seviyordu. Niye kendini kontrol edip kişiliğini törpüleyecekti ki?
Banyoda yüzüne çarpan suyu tüm hücrelerinde duyumsamaya çalışırken suyun serinliğinin tadını çıkardı. Bu işlemi bir kaç defa tekrarladıktan sonra diğer temizliklerini halledip mutfağa geçti. Annesini mutfak masasında gelecek postasını okurken görünce mutlulukla cıvıldadı. “ Günaydın anne. Nasılsın, bugün? “ Annesi kızına bakıp içtenlikle gülümsedikten sonra oturmasını işaret etti.
Küçük cadı keyifle kahvaltısını yaparken gene kendi uydurduğu şarkılara başlarken annesine kaçamak bir bakış fırlattı. Annesi kaşlarını çatmasına rağmen kızına bu kez müdahele etmedi. Az önce gelmiş olan mektubu verip onu sevinçten havalara uçurmadan önce kızının sevimli tavırlarını izlemek istiyordu.
“ Mektubun gelmesi gerekmez miydi artık? “ Carrie meraklı ve şirin bakışlarını annesine diktiğinde annesi kaçamak bir cevap verdi. “ Henüz değil. “ Küçük cadı elindeki tereyağlı ekmeği ısırırken yüzü asılmıştı. Artık mektubun gelmiş olması gerektiğini düşünüyordu. Yoksa Hogwarts kendisini almak istemiyor muydu? Oysa tüm ailesi orada okumuştu ve kendisi de hakkında onca şey anlatılan yeri görmek istiyordu. Çok mu şey istiyordu? Hayır, kendisince en çok istediği şeyi istiyordu ve bu fazla değildi.
Tüm bunları düşünürken iki inci gözlerinden süzüldü. Buğulanan gözleri kahvaltısına bakarken yüzünde saf acı vardı. Annesi kızına şefkatle baktıktan sonra hemen mektubu çıkardı. Mektubun kızının önüne koyarken sevinçle gülümsüyordu. “ Sana davetiye var Carrie. “ Carrie damarlarına dolan heyecanla mektubu alıp açtığında sevinçten uçacak gibi oldu. Mektup Hogwarts’tan, hayallerinin okulundan geliyordu. Neşeyle etrafta koşuşturup şarkı söylerken annesi ona gülerek bakıyordu.. | |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Perş. 28 Ekim 2010, 21:14 | |
| | |
| | | Ruidoso de'Maréa
Kayıt tarihi : 31/10/10 Mesaj Sayısı : 29 Mücadele Tarafı : ortalarda bir yerde
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 01:22 | |
| Karakterin Tam Adı:Ruidoso de'Maréa Neden Bakanlık?:Karakter kurgusuna uygun İstediği Görev:Seherbazlık Günlük Aktiflik Süresi:En az iki saat Örnek Rol Oyunu:
Gecenin sonsuz karanlığıyla birlikte aniden bitiveren rüzgar soğuk ve acımasızdı. Los Angeles’in sokakları hızla esen rüzgarın hakimiyeti altına yavaş yavaş giriyordu. Sabahın sıcağı şimdi kendini yağmura çevirirken rüzgar gökte bulutların ordusunu topluyordu. Bir taraftan da yeryüzünde krku salmaya devam ediyordu. Taştan şehirdeki binaların yanından hızla geçip sokaklardaki insanların sırtını dövmeye giysilerini hunharca havalandırmaya başlamıştı. Adeta öfkeyle saldırıyordu rüzgar. Kim bilir o da görüyordu belki dünyanın pisliğini ve sinirleniyordu. İnsan ırkı var oldukça da bu pislik de devam edecekti. En azından Lucien böyle düşünüyordu ve rüzgarın öfkesi bedenine dolarken içinde hiç kopartamadığı bir parçası hareketlenmeye başlamıştı. “O” uyanırken yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Daha birkaç gün önce FBI’dan ajan Laetitia’nın ziyaretinden hemen önce gördüğü kadındı karşısındaki. Bu seferkiyle cidden itinayla ilgilenmişti ve artık ruhu tümüyle çıkacağı yolculuğa hazırdı. Oyunun başlama vakti gelmişti. “Gerçekten güzel bir geceydi Elizabeth. Bunun için sana bir teşekkür borçluyum sanırım. “ Kadının yüzünde hafif bir kızarıklık oluştu bir an. Sonra gözlerini devirdi. “Ö… önemli değil. Bana yaptıklarından sonra zaten bu yemeği hak ediyordun.” Lucien gülümsemeyi sürdürürken bunun tam olarak böyle olmadığını düşünüyordu. Kadın beklenmedik şekilde kendisine aşık olmuştu. Lucien bunu kendisini kurtaran kahramanına aşık olan masal prenseslerine benzetiyordu. Ne yazık ki hayatı masal prenseslerinki kadar masum değildi. Küçük yaşta tecavüze uğramış, sonrasında kötü yola düşmemek için epey sarf etmişti. Zenginliği buna büyük oranda yardımcı olmuştu. Ancak bırakmak istediği o anı gölge gibi onu izlemişti. İnsanlara olan güveni bununla tümüyle sarsılmıştı. Gittikçe hayattan da insanlardan da soğumuştu. Sesi bu yüzden ilk tanıştığında soğuk demir gibi bir griydi. O çocuksu pembeyi bulabilmek için harcadığı onca çabadan sonra ruhu tamamen o karanlıktan arınmıştı. Ama hala yalanlar söyleyerek günaha devam ediyordu. Saflığını daha fazla bozmasına müsaade edemezdi.
“Ben bu kadarını hak ediyorum ama sen daha fazlasını hak ediyorsun güzel bayan” Elini avuçları içerisine aldı ve gözlerinin içine baktı. Oyunda eksik kalan bir şey vardı yine de ki; kadının bakışlarında tatmin göremiyordu. Bir an sonra aklına gelen bir fikri uygulamaya koydu.Gözlerine bakarsan onun yerine karısının gülümseyen yüzü canlandı gözünde ve karısının silüetine gerçekçi bir aşkla bakarken devam etti. “Hayat sana hep karanlık rüzgarını göstermiş ve soğuk bir çelik kadar katılaştırmış seni. Karanlığa, sonsuz bir bata sürüklemiş. Ama artık bunun bitme zamanı geldi.” Kadının ellerini dudaklarına götürürken bu sefer o aşk kırıntısının onun saf gözlerinde gördü. Bir yanı yaptığına acıyordu. Bırakmasını istiyor, hatta adeta bunu haykırıyordu. Kana susayan “O” diğer yarısının söylediklerini göz ardı etti. Kadına yaklaştıkça içindeki his daha da büyüyor açlık bedenine daha fazla hakim oluyordu ve çelişkilere düşmüş haldeki savaşı son bulmuştu. Aslında her zaman böyle zorlu olmuyordu. Sevgi dolu tarafı bu hayatın sorunlarıyla acı çeken ruhu öldürmeye kıyamıyorken; katiller, hırsızlar, mafya liderleri için aynı şeyi hissetmiyordu. “Artık ben varım ve ben varken korkularının yanında olmasını istemiyorum.” Sözler dudaklarından dökülürken eli önce cebine doğru kaydı sonra kollarını biraz şefkat biraz da kadının hayalinden gelen bir aşkla kadına doladı. Bir an sonra kadın da ona dolamıştı ve fısıldadı. “Artık itiraf edeceğim Lucien. Ben seni…” Kısa bir an sessizlik içinde sadece açılan çakının ufak sesi duyuldu. Kadın o kadar heyecanlıydı ki Lucien’in göğsüne başını yaslarken hiçbir şey duymamıştı. “Seviyorum” dedi başını kaldırıp ona bakarken ve Lucien eğilerek onun dudaklarına bir öpücük kondurdu. Öperken çakı hafifçe boğazına doğru kaydı ve hızlı bir kesik attı. Kadının ağzından boşanan kan dudaklarından içeriye aktı. Ağzında nahoş bir tat oluşurken kanın elbisesine bulaşmaması için hafifçe geri çekildi.
Kadının bileğine de bir iki çizik attı. Sonra taktığı altınları zorla yapımmış gibi çıkarttı ve denize fırlattı. Elbisesini de dağıttıktan sonra artık her şey hazırdı. Kadının yüzüne doğru bir istavroz çekti ve açılmış gözlerini kapattı. “Sakin ol sevgilim ruhun bende güvende olacak” diye fısıldadı cesedin kulağına. Sonra da ağır adımlarla gecenin karanlığının içine karıştı. Rüzgar sanki bu cinayetle rahatlamış gibi hafiflemişti. Ama yine de sırtını dövmeye devam ediyordu. “O” yavaş yavaş bedenini terk ederken gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Güzeller güzeli Elizabeth’in hayatındaki karanlıklar yanlış kişiye güvenmesiyle başlamıştı. Kimseye güvenmemeye de yemin etmişti bu yüzden. İronik bir şekilde tam her şey bitti artık derken zamanında ettiği yemini bozmuş ve kendini Lucien’in kollarına bırakmıştı. Melek görünümlü iblis onu öldürmüştü. Onun ölümü sırasında o bedeninin içinde olmamayı dilerdi ama oradaydı hatta belki de içindeki bir başkası değil kendisiydi onu öldüren. Uzun süredir böyle bir cinayet işlememişti. Ancak yine de bir gün bunun olacağını biliyordu. Yolda bir bara girdi ve sert bir içki aldı. İçkiyi yudumlamaya koyulduğu sırada aniden cebinde bir titreşim oluştu. Cep telefonunu hemen kapatıvermek üzere aldı ama ismi gördüğünde duraksamıştı. Bir cinayeti araştırmak için yanına gelmişti ve araştırmaları ikisinin güçlerini birleştirmesiyle kolayca çözümlenmişti. O gün onu hapse götüren arabanın arkasında izlerken bir an sonra maskesini takmış ve götüren polisleri yaralamak zorunda kalarak onu yakalamıştı. Şaşkın adamla bir kadeh içki içtikten sonra onu öldürmesi çok uzun sürmemişti. Bunu Anitchka’ya pek çaktırmamıştı ama kadında sonra ortaya çıkacak kuşkuların tohumlarını attığını biliyordu. İş tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Yine de kendisini telefonu açarken buldu. Kısa konuşan kadının sesi üzerine hafifçe başını salladı. “Peki…” Telefonu kapattı. Bulunduğu yere çok da uzak olmayan mekana ulaşması zor olmayacaktı.
“ Gel hayatım, buradan. Gidelim… Tanrı aşkına ne korkunç. Bunu yapan insan mı?!” Histeriyle titreyen kadına kollarını dolamış adamın mırıltıları Lucien’i şaşırtmıştı. Aklına garip fikirler gelmeye başlamıştı. Geçerken lüks bir gösteriye izleyici olarak geldiği lüks kıyafetlerinden anlaşılan pek çok insan daha fikirlerini doğruluyordu. Bu seferki sanatı tüm topluma göstermeyi seçecek türden bir psikopattı. Bedeninde yeni doyurulmuş açlık bir an yine arttı. Neler olmuştu bilemiyordu ama bu seferki oyunda gerçekten karşısında büyük lokma vardı. Derin bir nefes alıp içeri doğru gitti brandalarla ayrılmış kısıma geldiğinde eğilerek altından geçti ve içeri girdi. Herkeste öyle bir telaş vardı ki! Polisler ve FBI’dan bazıları eğilmiş inceleme yapıyorlardı. Hala şaşkın bazı insanlar görevlilerin rehberliğinde çıkarılıyordu. Bu yüzden alanın ortasına kadar gelip görüntüyü izleyebilme şansını elde etmesi zor olmamıştı. Ancak karşılaştığı manzaraya bakarken tüm tedbiri koyuverip öylece kalakaldı. “Vay canına!” diye nefes verdi gözleri açılırken. Kadın sanki çarmıha gerilmiş gibi asılmıştı ve arkasındaki perdeye ‘İyi Eğlenceler’ yazısı yazılmıştı. Masum bakışlı güzel kadın ona feci halde az önceki cinayetini hatırlatıyordu. Mağrur bakışları aşağıya doğru dikilmişti dikkatli bakınca başın neredeyse kopmak üzere olduğunu fark etti. Yine o kadının yarı kesilmiş başı gözlerinin önüne geldiğinde sarsıldı. Belki de bu kaybın acısı bu denli tazeyken burada olması yanlıştı. “Bayım lütfen buradan çek…” Sarışın polis kendisine yönelmiş ve konuşmaya başlamıştı ki aniden insanlar arasından tanıdık bir yüz belirdi. “Tamam… O benimle beraber. İki gün önce, üstlerimin de izniyle, fahri ajan olarak FBI’a katıldı.” Adam homurdanarak uzaklaşırken Lucien hafifçe gülümsedi. Hafifçe takılan dostane bir ifadeyle konuşmaya başladı
“Gerçekten inanılmaz bir görüntü. Peki psikopatımız hakkında ne biliyorsun bakalım ajan hanım” | |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 01:26 | |
| | |
| | | Leah Aisleen Carmiqhan
Kayıt tarihi : 31/10/10 Mesaj Sayısı : 6 Mücadele Tarafı : -
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 18:49 | |
| Karakterin Tam Adı: Leah Aisleen Carmiqhan Neden Bakanlık?: Karakterim otoriter biri. Büro işlerini seviyor. İstediği Görev: Bakanlık Müsteşarı. Günlük Aktiflik Süresi: En az 1 saat Örnek Rol Oyunu: ''Sıkılıyorum!'' diyerek ellerini başının arasına aldı. Karanlıkta neden kendi kendine konuştuğunu kestirebilmiş de değildi, nitekim sesi yalın duvarlara çarpıp kulağına geldiğinde, irkilmeden edemedi. Hastaydı, öksüre öksüre kalkıp bir bardak su ararken annesinin alnına koyduğu sirkeli bez yere düştü. Sanki dövülmüş gibi bütün kemikleri sızlıyor, parmağını kımıldatacak hali kalmıyordu. Bu berbat çiftlik evinde, elektrikler az önce gitmişti ve Aisleen yaklaşık beş dakikadır karanlıktaydı. Sıkıntıya daha fazla dayanamayarak, uzun -yaklaşık kırk bir cm.- olan asasını çıkartarak mırıldandı: ''Lumos''Sanki söz birliği etmişlercesine, yanan asayla beraber dışarıdan önce bir devrilme, sonra da acı bir çığlık geliverdi. Bir an ne yapacağını bilemeden dondu kaldı. Ses mutfaktan geliyordu. İkinci bir çığlıkla tekrar kasları oynayabildi. Ama bu sefer ilkinin aksine, yarıda kesiln bir çığlıktı. Aceleyle kapının kolunu oynatan Aisleen, kapının kilitli olduğunu görerek hayrete düştü. Kapı dışarıdan kilitlenmişti! Meşe kapıyı yumruklayarak bağırmaya başladı: ''Marry? Neler oluyor? Anne! Baba!''Çağrısına kimse yanıt vermeyince, ucu yanan asayı kilide doğru tuttu ''Alahamora!'' Ufak bir tık sesiyle açılan kapıdan hızla koşarak merdivenlere ulaştı. Geceliğinin eteklerini avucunun içinde biriktirip, normal bir evde alt katta olması gereken mutfağa doğru bir koşu kopardı. Biraz tıknefes, kapıya ulaştığında saçlarında gezinen bir el duyumsayarak ürperdi. Kim olduğunu öğrenmek için arkaya dönecekken, bel kemiğinden yediği bir ''Sersemlet!'' karşısında yere kapaklandı. ''Kimsin bilmiyorum ama, utanmadan arkası dönük savunmasız birine büyü yapacak kadar adisin!'' Karanlığın içinde, yüzünü tam göremiyordu. Sadece, görünüşünden dolayı aşağı yukarı aynı boyda olduklarını ve ellerinden dolayı adamın siyahi olduğunu söyleyebilirdi. İkinci bir Sersemlet'i eğilerek atlattı. Bir Avada'yı ise Protego ile zar zor savuşturdu. Beş saniye aralarla gelen İncindio Duo'yu Aquamenti ile, Petrificus Totalus'u ise eğilerek savurdu. Ne oluyordu? Savunma yapmaktan saldırıya geçemiyordu. Telaşlanmaya başlamıştı ki, diğerini gördü. Kendisinden daha uzun ve zayıftı. Uzun tırnaklı parmakları kısacık gözüken bir asayı kavramıştı. Aisleen, aynı anda iki kişi ile düello ediyordu. Peki Marry ve Anne babası nerelerdeydi? Yoksa bir Muffilato mu? Ah, evet. Giderek gücü tükeniyordu. Sürekli savuşturmaktan yorulmuştu. Zaten ateşi olduğu için beyaz yanakları al al olmuştu. ''Daha fazla dayanamam'' diye düşündü. Zaten düellodan önce de çok halsizdi. Yavaş yavaş gözleri bulanıyordu, oda gidip gelmeye başlamışı bile Ya teslim olacak, ya teslim olacaktı. Ama, bir şansı daha olabilirdi. Bu güne kadarki hayatında denediği en tehlikeli büyüyü yapacaktı. Geçen sene bir kez yapmıştı, bu sene de yapabilirdi. ''Apsolute Protego!''Gücünün sıfırlandığını hissederek düşerken, ailesinin fark etmesi gerektiği beynindeydi. Odanın güney cephesine doğru zar zor asasını doğrultarak sessiz bir büyü gönderdi ''Bombarda Maxima!'' Bir saniye sonra, evin güney cephesi büyük bir gürültüyle dışarı doğru parçalanarak dağıldı. Aisleen şuurunu kaybederken, kuvvetli bir rüzgar saçlarını uçuşturuyordu. | |
| | | Jacob Hamilton
Kayıt tarihi : 01/07/10 Mesaj Sayısı : 13 Mücadele Tarafı : yok
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 19:25 | |
| Karakterin Tam Adı: Jacob Hamilton Neden Bakanlık?:orayı denedim olmadı, burayı denedim olmadı, biz de devlete sırtımızı dayayalım dedik. Hiçbir yer de dikiş tutturamadığım için çocuklar açh, biliyon mu? İstediği Görev: Baş Müsteşar Günlük Aktiflik Süresi: günde 12 saat çalıştığımı varsayarsak 12 saat garantili Örnek Rol Oyunu:
Pek konuşmayı sevmeyen ikizinin çenesinin açılınca susmak bilmediğini o an anlıyordu Marcell. 'Söylemez olaydım!' diye içinden geçirirken tmamen aklından çıkmıştı aslında olan şeyi Mark'ın farkettiğini ve onun aklına soktuğunu. Merdivenlerden inerken boynu daralmaktan bükülmüş, bakışları sıkılmış bir tavırala etrafı süzüyordu. Sanki rolleri değişmişlerdi; Adrien'in bitmek bilmeyen yorumları ve fikirleri, verdiği öğütler ve o kadar heyecanlanması artık Marcell'in canını sıkmaya başlamıştı. Normalde bunları o yapar, devamlı kardeşinin açıklarını kapatır, yanlışlarını düzeltir ve ona devamlı öğüt verirdi. Ne kadar sıkıcı biri olduğunu şimdi anlıyordu. Bir daha bu kadar çok konuşmaması gerektiğini yolda durup kardeşine "Yeter Adrien, ye-ter.. Senin önerilerine ihtiyacım yok benim. Sen neden kendi işlerine bakmıyorsun?" diye çıkışırken aklının bir köşesine yazarak kardeşinin gözlerine gözlerine dikerken. Kardeşi bir anda gülmeye başlayınca şaşırarak "Neden gülüyorsun?" diye sormuştu yüüzne ekşiterek. Cevap yerine kahkahaların çoğalmasına siniri bozulan AL. "Sen tam bir kaçıksın!" diyip, sanki kusuyormuş gibi tiksinti dolu gözlerle kardeşine bir bakış fırlatıp tekrar yürümeye başlamıştı. Arkasından kıkırdayarak sesi gelen kardeşi "Hey!Dur, nereye gidiyorsun? O kadar basit değil o, benden kurtulamazsın.." demişti muzur bir sesle. Derin bir nefes alan Marcell kafasını rahatsız bir şekilde iki yana sallayarak yoluna hızla devam etmişti. Ona kısa sürede yetişen kardeşi "Bence gidip onu bulmalısın ve bir şeyler demelisin." demişti ikizi heyecanlı ve mutlu bir sesle. Ona aldırmadan inmeye devam ederken o konuşmaya devam ediyordu; "kızın ailesi öldü, bir sebebin de var. Tamam ben onun bu trajik durumundan faydalan demiyorum-diye eklemişti AL. in ani sinirli bakışlarını görünce- ama bence bu çok değerli Tanrı'nın sana bir lütfu, bana göre de büyük bir şans adı tabi Tanrı yoktur, olsa bile kral çıplak bence. Ama sen yine de Tanrı'nın lütfu olduğunu düşün ve git konuş. Gerçi iyi bir başlangış olmaz öyle değil mi? 'Merhaba, omzumda ağlamak ister misin?' demenin tuhaf bir yolu gibi görünebilir. " diye durmaksızın konuşurken AL. sinirle aynı kelimelri tekrarlıyordu belli periyotlarla: "GİT BAŞIMDAN!" diye bağırmıştı en sonunda. Pek bir faydası olmamıştı, ne zaman laf dinlemişti ki şimdi dinleyecekti kardeşi, yapabileceği tek şey onun ilginç konuşma tezlerini çürütmekti. Adrien "Gidip baş sağlığı dilemelisin- derken AL. "Bunu neden sen yapmayasın diye onu sıkıştırıyor ve savmaya çalışıyordu. Ama kabul etmeliydiki Adrien'in ağzı ondan daha çok laf yapıyordu. "Çünkü ondan hoşlanan sensin ve kimse benim bunu söylerken samimi olduğuma inanmaz. Saçmalamalık. Düşünebiliyor musun, ben gidicem ve 'Başınız sağolsun, büyük bir üzüntü ailemiz için... Metin olun cennette hepimiz bir araya gelicez..' gibi martavalları söyleyeceğim öyle mi? Kendine gel!" demişti AL kardeşi durup ellerini önünde kavuşturup martaval dediği metanet cümlelerini yüzüne masum bir ifade kondurarak konuşurken o da yürümeyi kesmiş kardeşinin o haline gülümseyerek onu izliyordu. Sondaki ikazından sonra kendini toplayarak "Neden olmasın?Gayet iyi oyuncusun bence!" demişti. Alta kalmayı hiç sevmeyen Adrein gözleirni devirerek "Kes bu zırvalığı, aklında ne var onu söyle- diyip kısa süre yüzündeki kısılmış ifadeyi süzen kardeşi gülerek-Hiç, koca bir HİÇ! " demişti hiç kelimeisnin üzerine özellikle basarak. Rahatsız bir şekilde sinirle kardeşine baktıktan sonra son merdivenlere adımını atmıştı ki durdu. "İşte ben buna koca talih derim!" demişti Adrien ve Marcell'in koluna yapıştığı gibi merdivenlerden çekerek indirmeye başlamıştı. "Kabul et şu Tanrı'n seni baya seviyor .." demişti heyecanla. İkizinin arkasında şaşkınlıkla sürüklenen AL. sadece düşmemek için çaba harcayabiliyordu. Kısa bir süre içerisinde merdivenleri inmiş olan ikili biraz ileride gördükleri kızın siluetini takip ederek koridorda hızla ilerliyorlardı. Kardeşinin sıkıca yapıştığı kolunu bir türlü kurtaramayan AL. sinirle "Çekiştirmeyi bırak, konuşmayacağım, ne söyleyeceğimi bilmiyorum!" demişti kesik kesik. "Benim aynen söylediklerimi söylersin işte, zor değil inan bana." derken sözünü keserek "Sana inanmak mı? En son sana inandığımda evden kilometrelerce uzaktaydım.." "Ne olmuş yani, temiz hava almıştın sayemde..." derken altan alttan gülüyordu Adrien. kızın kağıdan içeri girdiğini görmüşlerdi. "Ouww, tiyatro salonu, bence bu işi sen yapmalısın Mark..." demişti AL. yırtmaya çalışarak. "Hayır, hayır, sen ailemizin gururu, dedemin biricik torunusun. Sen ailemizin minyatür bir timsalisin. Sen harikasın, süpersin.." diyerek saydırırken Adrien çoktan kapının önüne gelmişler ve Adrien hızla kapıyı açıp AL.'i içeri fırlatmıştı. Tam o sırada "Yo,yo .." diyerek kardeşinin boynundaki kıravatı yakalayan Marcell onu da kendisiyle birlikte içeri çekmişti. Büyük bir patırtıyla içeri girmışlar ve kapıyı yanlışlıkla sert bir şekilde kapamışlardı ikizler. Yüzünü korkuyla buruşan Marcell İtalyanca küfürler saydırırken kardeşine onları izleyen bir çift gözü hissederek bir anda bakışlarını çevirmiş ve kaşlarını gergin bir şekilde kaldırarak ağzını kapamıştı birkaç saniyeliğine. Sessizlikten istifade eden Adrien "Benim bir profesörle görüşmem vardı.." diyerek usul usul kapıya yaklaşırken ne yapacağını bilemeyen AL. kaş göz yaparak kısık bir sesle "Hayır, gitme, saçmalam." diye kardeşini durdurmaya çalışıyordu ama kısa süre sonra kapı suratına kapandığında lanet okuyarak sessiz bir şekilde kıza çevirdi gözlerini yeniden. Derin bir nefes aldıktan sonra yüzüne hafif br gülümseme yerleştirerek gergin bir şekilde sallandıktan sonra "Özür dilerim.. İkimiz adına da.. Sanırım yalnız kalmak istiyordun.." deyip gidecekken birden bir daha ne zaman bu fırsatın eline geçeceğini kestiremeyip "Tabi konuşabiliriz de- demişti aniden ve salak bir şey söylediğini sanarak heyecanla düzeltme çabalarına girerek- yani şey... yani demek istediğim, ailen için üzgünüm... üzgünüz- demişti gözlerini kapatıp bir şeyi yeni hatırlamışçasına kafasını sallayarak- dedem büyük bir kaybımızın olduğunu söylüyor ve tabi bende katılıyorum buna.." dedikten sonra konuştukça saçmaladığını farketmişti AL. ve susmaya karar vermişti o an olduğu yerde dikilerek ona bakan gözlerden bakışlarını kaçırarak... | |
| | | Darchélia Chapell Slytherin VI. Sınıf
Gerçek Adı : Ilgaz Yaş : 31 Kayıt tarihi : 23/10/10 Mesaj Sayısı : 95 Mücadele Tarafı : Death Belirgin Özellikleri : Have a Devil. RP Sevgilisi : My Passion Léonide
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 19:29 | |
| - Bernardo Alonsy demiş ki:
Neden Bakanlık?:orayı denedim olmadı, burayı denedim olmadı, biz de devlete sırtımızı dayayalım dedik. Hiçbir yer de dikiş tutturamadığım için çocuklar açh, biliyon mu?
Kusura bakmayın yazıyorum ama dayanamadım pohahahahahayt ^^ İsterseniz silin bu yorumu ^^ | |
| | | Blair Alator Bakanlık Müsteşarı
Gerçek Adı : Pelin Kayıt tarihi : 15/08/10 Mesaj Sayısı : 9 Mücadele Tarafı : * Belirgin Özellikleri : Soğuk, kırılgan, dikbaşlı
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 20:15 | |
| Karakterin Tam Adı: Blair Randolf(Sasha Eckley olarak değişecek başvurumdan sonra. Kadro eklemesini bu şekilde yapabiliriz sanırım. Neden Bakanlık?: Uygun zemin olur kurguma. İstediği Görev: Bakanlık Müsteşarı Günlük Aktiflik Süresi: Bir ya da iki saat. Güne göre değişir. Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Taksinin durmasıyla birlikte gösteri merkezine geldiklerini anladı yanı başlarında dikilen binanın gölgesi üzerlerine düşerken. Foren ile yaşadıkları ufak anlaşmazlığın tek sebebi, Paula’nın mevkisine yakışmayan ufak oyunuydu. O zaman genç cadı anladı ki, yüklendiği sorumluluk omuzlarında ağır bir yüke dönüşmüştü. Seherbaz, olabilecek tehlikelere karşı canı pahasına yanındayken, dalga geçmenin gereksizliğini vurgulamış, aslında bu hareketiyle, Paula’ya olan bağlılığını belli etmişti. Bakışlarını ve tavrını aynı anda düzelten cadı, dikkatli bir hareketle taksiden indi ve kendilerini kapıda bekliyor olan meslektaşına doğru giderken yüzü hala ciddi görünüyordu. Kendisine selam veren Damien’e karşılık verdi başının kibar bir hareketiyle. Ardından Foren’in de benzer şekilde selamı almasını bekledi. Girecekleri toplantıda ilgi üzerlerinde toplanacağı için gergindi; ancak bu ilk toplantısı olmadığı için az da olsa tecrübesine güveniyordu. Anahtarla ilgili bilgiler açıklandığından beri, tarih profesörleri ve MRRI sihir bilimcilerinin açıklamaları da birbirine paralel gidiyor ve bu iki dünyanın da ileri gelenlerini rahatlatıyordu. İstisnalar dışında ilişkiler düzelmişti. Gösteri merkezine girişte o istisnalardan biriyle karşı karşıya kalmadığı için kendini şanslı hissediyordu Paula.
Demexas’ın yönlendirmesi ile kaybolmuşluk hissinden kurtuldu. Büyücünün kendisinden önce gelip programı ve ortamı kontrol etmesi profesyonelliğinin göstergesiydi. Üstelik Paula için oldukça rahatlatıcı olmuştu. Her şeyi kendisi keşfetmek zorunda olduğunda yıprandığını hissediyordu cadı. Salona doğru ilerlerken negatif elektriğin üzerine bulaşmaya başladığını hissetti kirpikleri titreşirken. Nazik davete teşekkür ederken Foren’in de ardında olduğundan emin olmak için kibar bir gülümsemeyle bitirdiği kısa bir bakış attı omzunun üzerinden. ‘’ Teşekkür ederim Bay Demexas. Bakalım neler yapacağız bugün?! ‘’ Salondakilerin gülümseyen yüzlerine, bazılarının tedirgin ve beklenti dolu ifadeleri karışıyordu. Birkaç kafanın üzerinde onaylamadıklarını gösteren ifadelerini anlatması için düşünce baloncuklarına gerek yoktu. Açıkça sezilen enerji akımı sağından solundan geçip giderken, şehrin valisi ile tokalaştı Paula. Orta yaşları geride bırakan beyaz saçlı ve göbekli valinin tokalaşması oldukça sıcaktı. Paula’nın elini, iki avcunun arasında babacan bir tavırla sıkarken, gözenekleri büyümüş ve hafifçe kırışmış cildini geren tatlı bir gülümseme yerleşmişti yüzüne. Paula bu tavra önce şaşırsa da, beklediğinden daha iyisi olduğu için huzurla kabullendi ve boştaki elini, yaşasaydı babası yaşında olacak adamın elinin üzerine kapattı kibarca. ‘’ Davetiniz ve misafirperverliğiniz için teşekkür ederiz sayın vali. Yolladığınız arabayı reddetmemin tek sebebi şehri keşfetmek istiyor oluşumuzdu. Gelişimiz dikkat çeksin istemedik ayrıca.’’ Adamın kabullenen sözleri arasında toplantının sonrasına ait cümleler de vardı. ‘’ Umarım rahat etmişsinizdir Bayan Silimauré. Sizler için hazırladığımız keyifli şehir turundan sonra istirahatiniz için kalacağınız otele en güvenli şekilde varmanızı sağlayacağız.’’ Teşekkürler ve yakın gelecek planlarının anlatılmasından sonra yavaşça kürsüye ilerledi Paula. Teninden yayılan turunç çiçeği kokusunun ön sıralara ulaştığının bilincinde olarak kendine güvenerek ellerini kürsünün iki yanına dayadı. Baş parmağı dışında onu izleyenlere görünen bakımlı tırnaklarını bir kez kürsünün tahtasına vurdu ard arda. Daha sonra konuşmasına başladı.
‘’ Merhaba. Adım Paula Lilith Silimauré. Uluslar arası Büyücüler Konfederasyonu Lideri olarak, bugün ben ve meslektaşlarım burada olma imkanını en nazik şekilde bize sağladığınız için teşekkür ederiz. Dünyalarımızın dostlukları adına yapılacak bu basına kapalı gizli toplantının gündemine geçiyorum…’’ Paula gündemi açıkladıktan sonra anahtarla ilgili bilgi vermeye ve gerekli araştırmaların sürdüğünü anlatmaya girişti. İnsanların birbirlerine zor durumlarda destek olmasının ne kadar önemli ve gerekli olduğundan, bu durumda önyargılardan da arınılması gerektiğinden de bahsetti. Gözündeki siyah çerçeveli gözlük derecesiz olmasına rağmen konuşmanın başından beri kulaklarının arkasına uzandığından ağırlık yapıyordu. Kemik çerçevenin kulpundan tutup gözlüğü çıkardı. Elindeki kalemi bıraktı ve konuşmasına parmaklarını kürsünün üzerinde birbirine kenetleyerek devam etti. ‘’Elimizden geldiğince araştırmacılarınızla birlikte çalışıyor ve her bilgiyi paylaşıyoruz. Ancak sizden aynı tutumu göremediğimiz zaman, işin bencillik kısmını fark ederek hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu yüzden sivil toplum örgütlerinizin liderlerini, basını ve belli başlı kişileri bilgilendirmeye özen göstermelisiniz. MRRI başkanımız, sihir bakanımız ve çeşitli kuruluşların başkanları gerekli basın açıklamalarını dünyamızda tekrar ederken, sizlerden de benzer bir tutum görmek konusunda ısrarcıyız. Üzerinde yaşadığımız dünyanın tehlikesi hepimizi etkilediği sürece, önyargılarınızdan sıyrılmak zorundasınız. Unutmayınız ki, her toplumun içerisinde kötü insanlar vardır. ‘’ Kast ettiği, herkesin kendi yaptıklarını da tartması gerektiğiydi; ancak bunu bu şekilde dile getirmemişti. Kürsüden inmeden önce gerekli teşekkürlerini yaptı ve son sözlerini söyledi. Alkışlar arasında bir süre geçti ve soruları aldı. Her birini sabırla cevapladıktan sonra, valinin babacan ve gür sesiyle bölündü toplantı. ‘’ Öyleyse şehir turumuz için otobüse alalım herkesi. İkramlar da otobüs içerisinde yapılacak.’’
İkram kısmını duyduğunda Paula’nın keyfi biraz yerine gelmişti. Gelmeden önce de bir şey yemediğini fark ederek midesine giden elini hemen aşağı çekti. İstemeden yaptığı hareketin doğallığı karşısında kıkırdadı. Ardından vali ile koyu bir sohbete dalarak salondan çıkarken hemen yanında yürüyen Demexas’a da söz veriyordu. Foren’in etrafı nasıl gözetlediğine ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmadığına emindi. Bu yüzden içi o kadar rahattı ki. Seherbazın daha yakında olup dinlemesine olanak verecek şekilde koltuğunu seçti. Yanına iri vali oturdu. Hemen yanlarındaki tekli koltuklardan birine Demexas ve hemen arkasındaki tekli koltuğa da Foren oturacaktı kafasındaki plana göre. Hareket eden otobüsle sıkıcı bir sohbet ve şehrin turlanması tamamlandı. Birkaç saat süren tur sonunda doymuş olmalarına rağmen yorgun hissediyordu Paula. Otele geldiklerinde artık derin bir oh çekebileceğinin farkında olarak, sıcakkanlı bir veda etti bütün otobüse. Ayakları asfalt zeminden kaldırıma geçip, bordo halının otele uzanan kısmında adım adım ilerlerken, çoktan yukarıdaki yatağın hayalini kurmaya başlamıştı bile genç cadı.
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 31 Ekim 2010, 20:29 | |
| | |
| | | Marveille Croweix
Gerçek Adı : Aytül Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 65 Mücadele Tarafı : tarafsız olan bertaraf olur Belirgin Özellikleri : Saplantılı, doyumsuz ve dengesiz olması.
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 22:18 | |
| Karakterin Tam Adı: Marveille Croweix Neden Bakanlık?: Karakterimin kurgusuna uygun. İstediği Görev: Seherbaz. Günlük Aktiflik Süresi: Yeterince fazla. Örnek Rol Oyunu: - Spoiler:
Genç kızın içine işleyen ayaza ev sahipliği yapan bir sabahı, güneş daha kasvetli bulutların arasındaki yerine ulaşamamışken ansızın ağaçların arasından beliren siluet yürüdükçe ne karlarda bir iz bırakıyordu ne de en ufak bir ses çıkmasına izin veriyordu. Genç kız tehditkâr bakışlarını üzerinde hissettiğinde çok geçmeden davetsiz misafirinin kim olduğunu anlamış, kendisinden beklenmeyecek kadar büyük bir hızla belki de yapması gereken en son şeyi yapıp üzerinde kalın kar kütleleri barındıran ağaçların çevrelediği patikada koşmaya başlamıştı. Aslında bunun son derece saçma olduğunu o da farkındaydı, eğer gerçekten onu yakalamak isteseydi bunu hiç de zorlanmadan yapabilirdi. Arkasına dönmemesine rağmen bakışlarını hissedebiliyor, çok da uzakta olmadığını anlayabiliyordu. Yine de koşuyordu, hiç durmayacakmış gibi. Yine de bu pek mümkün sayılmazdı zira ansızın önünde beliren gölge ve hemen ardından esen rüzgarla birlikte dalgalanan peleriniyle yere ulaşan kadın. Aniden duran ve üzerinde olmamasına rağmen refleks olarak elini asasına attığında ona ulaşamayan genç kız nefesini tuttu. O anda üzerinde mavi cübbesinin aksine yerlere uzanan ip askılarıyla mükemmel omuzlarını ortaya çıkarmış ipekten siyah bir elbise olduğunu fark etti. Üzerini değiştirdiğini hatırlamıyordu, bunun nasıl olduğuna dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Çıplak kollarını birbirine sürtüp soğuktan bir nebze olsun korunmaya çalışırken kulak tırmalayıcı kahkahayla yeniden korku dolu bakışlarını karşısındaki kadında sabitledi. Gözleri zafer dolu bir ışıltıyla parlarken maskenin ardındaki şeytani ifadeyi görmemek için fazla dikkatliydi. Geriye doğru adım atmaya başladı, bakışlarını bir saniye olsun kadından ayırmadan. ‘ Hadi ama Isabell, kaçmaya çalışıp da zamanımı boşa harcama. Kararını verdin mi? Bizi daha fazla oyalayamazsın.’
Belki de adını duymak onu kendine getirmiş, korkulu bakışlar barındıran ağlamaklı yüzünde kararlı ve sert ifadenin oluşmasına sebebiyet vermişti. Kaynağı belirsiz bir güç doluyordu her geçen saniye, yıpranmış, her an ipekten bir örtüyü andıran bembeyaz karlara yığılıp kalacağından şüphe ettiği narin bedenine. Avuçlarını sıkıp yumruk haline getirdiğinde ince derisine batan, kanatan siyaha boyanmış tırnaklarının neden olduğu acıyı bile duymuyordu zira zaten az sonra başına gelebilecekleri düşününce bu basit bir ayrıntıydı. Ama şimdi bütün bunları hiç umursamadığını gördü, yavaş yavaş kendine geliyor olması gerektiği gibi davranmaya başlıyordu. Ormanın derinliklerinden gelen rüzgar beraberinde solmuş yaprakları da sürüklerken genç kızın geceyi anımsatan kuzgun karası, yağlı saçlarını dalgalandırıp yüzünden ayırırken içindeki son korku kırıntılarını da süpürüp uzaklaşmıştı ince patikadan. ‘ Seçme şansım var mı Christina? ’ Genç kızın bu sözleri üzerine yeni bir kahkaha daha patlak verdi. Hemen yanındaki ağaçta tünemiş olan birkaç kuş geride sadece ince bir tüy bırakarak daldan havalanırken Isabell onlar gibi kaçabilmeyi, bu iğrençliklerle dolu dünyadan uzaklaşabilmeyi istedi. Ne yazık ki böyle bir şansı yoktu ve şu anda verebileceği tek cevap evet olmalıydı. Zaten ya o ikisinin kölelerinin arasına katılacak ya da diğerleri gibi acımasız bir ölümle kısacık ömrüne veda edecekti. Bütün bunları farkındaydı ama şimdi birinin gelip ona tüm bunların basit bir şaka olduğunu söylemesi için neler vermezdi. Yalan bile olsa duymaya ihtiyacı vardı, böylesine dehşet verici bir olayın tam kalbinde bulunmak en kötü kabuslarından bile daha beterdi. Ancak ne yazık ki Bell ne bu olanlara katılabilecek kadar kalpsiz ne de insan öldürerek, muggleleri ve onlardan doğmaları katlederek kendini kanıtlayacak kadar acımasız bir cadıydı. Bunları yapmak yerine ölmeyi tercih edeceğini o da gayet iyi biliyordu. Başını iki yana sallarken görebildiği son şey deliye dönmüş bir cadı ve onun asasından çıkan yeşil ışık olmuştu.
Aniden yataktan fırlayan Marv bir süre nerede olduğunu anlamak için etrafa bakınma gereksinimi duydu. Omzunda hissettiği sızlama kaybolurken kızların bunu fark etmemiş olmalarını umdu zira her gece annesinin bir kişiyi daha yok edişini izlediğini anlatmak pek de istediği bir şey sayılmazdı. Rüyasında- ya da kabus demek daha doğru olurdu- Isabell denen kızın içindeydi adeta, onun hissettiklerini hissetmiş, duygularını yaşamıştı ve en az onun kadar nefret etmişti annesinden. Neredeyse bir haftadır aralıksız olarak Isabell gibi genç, yaşlı fark etmeden birilerinin son dakikalarına şahit oluyordu ve işin kötü yanı bütün bunlar hayal değil tamamıyla gerçeklerdi. İki kez üst üste gördüğü bu rüyaların sonucunda araştırma yapmış, ölümünü seyrettiği, her seyredişinde içinde bir yerlerin yok olduğu insanların sahiden de acımasızca öldürüldüğünü öğrenmişti. Komik olansa hiç kimsenin saygıdeğer birer aile olan Bristow ve Redwood’ların tek varislerinden şüphelenmemiş olmasıydı. Temiz iş. Perçemlerini gözlerinin önünden çekerken yatakhanedeki büyük saate kaydı hala az önceki rüyanın şokundan çıkmayı başaramadığının kanıtı olan buğulu bakışları. Büyük Salonda olması gerekirdi ki malikaneden bilekliği hala eline geçmemişti. Aceleyle ipekten çarşafı üzerinden çekti ve üşümüş ayaklarını zeminde sabitledi. Eskisi gibi bir ileri bir geri sallandırmayı denese de on altı yaşına basmış bir cadının böyle bir şeyi yapamayacağını bildiğinden omuzlarını silkerek üzerine ince kıvrımlı bacaklarını saran kotunu ve omuzlarını açıkta bırakan tişörtünü geçirdi. Kahverengi saçlarını hemen yanı başındaki aynayla bütünleşmiş masadan aldığı lastik tokayla arkadan toplarken üzerine hafif bir şekilde çeki düzen verip hızlı adımlarla zindanların kasvetli havasından gün ışığına ulaştı.
Büyük Salon her zamankinin aksine çok daha gürültülü ve kargaşa doluydu. Bugün akşama doğru Hogsmeade köyündeki büyük, sahiden de geniş kapsamlı olacak maskeli balonun gerçekleşecek olması da etkiliydi tabii bu gürültünün oluşmasında. Zümrüt yeşilinin hakimiyet sürdüğü masaya ilerleyip her zamanki yerine otururken Tera’nın orada olmadığını fark etti. Meraklı bakışlarla tüm masayı baştan sonra süzdükten sonra artık orada olmadığına emin olduğu cadının diğerleriyle birlikte göl kenarında balo hakkında konuştuğu kanısına vardı. Bu konu üzerinde fazla düşünmesine izin verilmemişti zira önündeki balkabağı suyuna uzanırken baykuşlar yavaş yavaş içeriye akın etmeye başlamışlardı. Onca baykuşun içinden babasının aptal Lousie’sini hemen tanımıştı. Pençelerini açıp genç kızın hemen önüne attığı küçük kutuya uzattı parmaklarını. Zarif bir şekilde paketlenmiş olması bu işi büyükannesinin üstlendiğinin bir kanıtıydı. Hemen kurdelesini çözüp zarif bilekliği parmaklarının arasında dikkatlice gezdirdi. Dudakları tatminkar bir ifadeyle kıvrılırken doğru düzgün bir şey yememiş olmasına rağmen Büyük Salon’dan ayrıldı.
Aradan geçen üç saat sonra yeniden zindanların o soğuk, ilk saniyede etkisi altına almayı başaran havasına kavuştuğunda koşuşturanlar, uzun süredir hiçbir işe yaramayan şöminenin etrafında toplanmış balo ve çıkacakları erkekler hakkında bitmek bilmeyen dedikodular yapan gruplar, değişik kostümlerin içine girmeye çalışan ahmaklar… Manzara karşısında pek memnun kaldığı söylenemezdi elbette. Gözlerini devirerek yatakhaneye ilerlerken kostüm konusundaki tereddütlerini bir kez daha yaşıyordu. Kusursuzca cilalanmış ve siyaha boyanmış tırnaklarını sıkıca toplamış olduğu kahverengi saçlarının arasında gezdirirken bakışları yatakhanede, hemen kendi yatağının yanı başında duran sarışın cadıda sabitlendi. İri iri açılan göz bebekleri karşısındaki manzaraya inanmak istemediğinin bir kanıtıydı adeta. Dudakları alay dolu bir ifadeyle kıvrılırken Tera’yı süzmeye devam etti. Onun bakışlarında açıkça belli olan alay ve küstah ifadenin aksine genç kız oldukça dikkat çekici görünüyordu. Üzerindeki elbisesi ve yapraklardan bir taş yaptığı saçlarıyla hüzünlü bir sonbaharı andırıyordu. Makyajı her ne kadar biraz fazla abartılı ve hemen fark edebileceği gibi pek çok hatayı barındırsa da onun bir Slytherin’de bulunmayacak kadar masun olan yüzünde oldukça hoş görünüyordu. İçinde kabarmaya başlayan kıskançlık duygusunu bastırırken kurumuş dudaklarının arasından sadece ‘harika görünüyorsun’a benzer birkaç kelime çıktı. Sanki adım atmaya üşeniyormuşçasına bir tavırla bal rengi olağan boyuttaki dolabına ilerlerken ev cinlerinin sinir bozucu bir şekilde toplamamış oldukları yatağının üzerindeki kanatlara bakıyordu.
Karga kanatları, pek çok insanın neredeyse tırnağı kadar sevmediği, oysa oldukça asil bir havyan olan karga kanatları. İnce parmakları dolabın tokmağını kavrarken hareketleri onun gibi bir cadı için fazlasıyla uyuşuk ve bezgindi. Dolabın en başında askıda duran kostümü ellerinin arasına aldığında bu gece oldukça değişik olacağını fark etti. Laciverttin koyu tonlarını barındıran elbiseyi üzerine geçirmekte her ne kadar zorlansa da biraz da Lytera’nın yardımıyla fermuarını kapatmayı başarmıştı. Vücudunu sarıp hatlarını belirginleştiren elbisenin önü dizlerinin bir hayli üstünde bir bölgede kesiliyor, kusursuz bacaklarını ortaya çıkarıyordu. Arkası ise yerlere kadar uzanıyor, o yürüdükçe dalgalanıyordu. Bacaklarını saran ipleri barındıran ona göre fazlasıyla topuklu ama nedense zorlanmadan hareket edebileceği kadar kullanışlı zarif ayakkabılarını giymeyi başardığında makyajı ve saçı için sağ üst köşesi çatlamış, bir parçası kaldırılmış olan aynanın karşısına geçti. Sadece birkaç saniye sonra kızıla yakın kahverengi saçları gece karasına dönüşürken yeşil gözleri mavinin en açık tonlarına bürünmüştü. Solgun dudaklarını koyu kırmızı bir rujla fazla abartmamaya özen göstererek belirginleştirirken mavi gözlerini siyah göz kalemiyle çevreleyip, rimelle daha da bir güzel görünmesini sağlamıştı. İnci küpelerini taktıktan sonra hala kutusunda duran bilekliğine bir hamlede bulundu. Ona büyükannesinden kalmış olan ve neredeyse bütün eşyalarının arasında özel bir değere sahip olan uğurlu, zarif bileklik. Sanki kırılmasından korkuyormuşçasına büyük bir dikkatle onu da taktıktan sonra kanatlarına uzandı. ‘ Hey, Tera. Şunu takmama yardım et.’ Neden bu kadar kaba davrandığını bilmiyordu, ya da kızın ne demeye onun bitmek bilmeyen istek ve kaprislerine katlandığını. Gerçi kızın da bunu pek önemsediği yoktu, alışmış olmalıydı. Ona saatler sürmüş gibi gelen birkaç dakikadan sonra kollarından elbisesinin dekoltesine uzanan kanatlarını başarıyla takabilmişti. Maskesini gözlerinin önüne geçirdiğinde neden makyajı için o kadar zaman harcadığını düşündü, sadece birkaç saniye için.
Diğerleriyle birlikte sıra oluşturduklarında sürekli tacıyla oynayıp duran ve konuşan Tera’yı güçlü bir dirsek darbesiyle sustururken geceye karışan siyah saçlarının maskesinin önüne düşen bir buklesini geriye doğru attı. Diğer LS kızlarıyla aynı arabaya bindiklerinde hepsinin gökyüzündeki birer yıldızmışçasına parıldadıklarını fark etti. Ell ortalarda görünmüyordu, göl kenarından sonra onu ne görebilmiş ne de dedikodularda hakkında bir şeylere rastlayabilmişti. İkizler nefes kesici bir güzelliği barındırıyorlardı kostümlerinde. Ales dikkatleri üstüne toplamayı başaran bir kostümle aralarında otururken Genevieve ve Penelopé son derece şık görünüyorlardı. Göremediği testrallerin çektiği arabalar Marv’a bir ömür sürmüş gibi geçen kısa süreden sonra balonun yapılacağı araziye gelmeyi başarmışlardı. Kostümüyle elinden geldiğince normal bir iniş yapmaya çalışırken görevliye biletini uzatıp kızlarla birlikte emek sarf edilmiş, hayran bırakılacak şekilde düzenlenmiş alana ilk adımını attı. Diğer ülkelerdeki okullardan da öğrencilerin geleceğini duyunca kalbi nasıl hızla atmaya başladıysa, şimdi de tıpkı o an olduğu gibi delicesine çarpmaya başlamıştı. Hızlıca etrafa göz gezdirip geçen yaz tatilinde Fransa'ya büyükannesinin yanına gittiğinde tanıştığı Ben'i aramaya başladı. Az önce yanından geçen garsondan aldığı ateş viskisinden bir yudum içerken boğazındaki yanma hissi alışmış olduğu bir şeydi elbette, her ne kadar maskenin ardına gizlediği gözlerinda kırmızı damarlar belirginleşmiş olsa da...
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 23:37 | |
| - Rütbeniz verildi. - Belli bir süre için bakanlık alımları kapatılmıştır.
| |
| | | Cecilia Boudlaire Uluslar Arası Sihirsel İşbirliği Dairesi Başkanı
Yaş : 28 Kayıt tarihi : 08/07/10 Mesaj Sayısı : 13 Mücadele Tarafı : Aydınlık Taraf lehine Karanlık Taraf casusu. Belirgin Özellikleri : Algılamadaki hızı. RP Sevgilisi : PM
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 16 Ocak 2011, 17:04 | |
| Karakterin Tam Adı: Cecilia Amy Boudlaire [color:56dd=indianredNeden Bakanlık?: Çünkü her sitede aynı rütbeyi alıyorum ve başarılı olduğumu düşünüyorum. İstediği Görev: USİD Başkanı Günlük Aktiflik Süresi: Uygun Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Gerçekten ama gerçekten yorucu bir gün olmuştu. Hayatında hiç bu kadar çok çalıştığını hatırlamıyordu. Basit ve ilgi çekmeyen görüntüsüyle Londra'nın merkezindeki Bakanlık girişinden sıcak ve büyük, onu bir ev gibi karşılayacağını umduğu ofisine geldiğinde gördüğü ahşap renkli kağıttan tepecikler bütün hevesini kaçırmış, yapılacak onca iş gözünü korkutmuştu. Önce bir bardak kahveyle başlamıştı. Sonra solmaya yüz tutmuş eski mi eski parşömen tomarlarını ülkelere ve önem sırasına göre ayırmış, incelemiş, rapor ve tutanaklar tutmuş sonra da bütün belgeleri klasörleyip gerekli merciilere yollamıştı. Bütün bunlar bir yana durum zaten yeterince karışıktı. Sihir toplumu iki yöne doğru dağılmaya başlamıştı. Kaybolmalar ve ölümler gittikçe artıyor, insanlar dengesiz davranıyorlardı. Ve ölüm etkisini herkesten, her şeyden çok daha fazla baskın hissettiriyordu. Öyle ki sanki her an göğsünüzün tam ortasına yeşil bir ışın saplanabilir, yere düşüp ebedi hayata gözlerinizi açabilirdiniz. Öyle ki her an düşüncelerinizi kaybedip, kötü niyetli iğrenç kişilerin kuklası haline düşebilir, sevdiklerinizi büyük bir tehlikeye sokabilirdiniz. Bakanlık ise ayrı bir dertti zaten. Sihir Bakanı delirmiş gibiydi. Ama Cecilia ona da hak veriyordu. Bütün bu karmaşa insanı kendi gölgesinden bile korkutmaya yetiyordu. Önlemler o kadar sıkıydı ki, nasıl oluyor da insanlara kötü bir şeyler oluyor, hiç kimse açıklayamıyordu. Değil bir büyücü, bir baykuş bile elini kolunu sallaya sallaya dolaşamıyordu artık. Bütün postalar ve gönderilecek eşyalar ikişer, üçer kez gözden geçiriliyor, acaba gizli bir şifreye mi sahip diye defalarca kontrol ediliyordu. Hiç kimse rahat değildi. Diken üstündelerdi ve kime güveneceklerini bilmiyorlardı.
Böyle bir sancılı gün daha geçirmiş olmanın verdiği zayıflatıcı ve güç kaybettirici manevi sisten sonra dünyanın en güçlü insanı bile bir an önce işten çıkıp kendisini kaldığı küçük küflü odadaki rahatsız yatağın üstüne atmayı iple çekerdi. Cecilia'nın da en çok istediği buydu. Cisimlenirken bile büyük bir enerji sarf etmesi gerekti. Muggle'lara görünemeyen bu küçük bar zaten hiç dikkat çekmiyordu. *Muggle olsam bile bu köhne yere bakmaya tenezzül etmem diye düşündü* Cecilia. Sonra topuklu ayakkabılarının çıkardığı tok ve yere bastıüğı duygusunu tatmin edici şekilde ileten seslerle küçük meyhanenin kapısını araladı. Barmene bir selam verip hemen üst kata çıktı. Durum o kadar feciydi ki, korkuluklar bile düşecek gibiydiler. Ama neyse ki artık gelmişti. Yanında taşımaktan hoşlanmadığı çantasından anahtarlarını çıkarıp katır kutur seslerle kapıyı açtı. Anahtarı alıp kappıyı kilitledi ve çantasını pörsümüş koltuğun üzerine atıp üstünü değiştirmek için dolaba dğru yöneldi. Ve onu gördü. yüzü ölümden farksızdı. Muzip bir gülümsemeyle aydınlanıyordu. Bazılarına bu çekici gelebilirdi ama Cecilia biliyordu ki bu sadece iğrenç bir kamuflajdı.
Lanet olsun!
Birkaç dakika önce bu oda için sıcak ve kucaklayıcı denebilirdi. Hatta son birkaç günde burası Cecilia'ya izbe bir handan çok bir evi anımsatıyordu. Hiç sahip olamadığı evini... Oysa şimdi oda o kadar küçük ve soğuk görünüyordu ki! Nasıl da anlayamamıştı? Nasıl da yenik düşmüştü? Kim bilir ne zamandan beri takip ediliyor, attığı her adım izleniyordu. Çok şey bildiğini sanmıştı fakat artık bunların hibçir önemi yoktu. Bu sondu artık. Kaçınılmaz olan, istediğini almak için gelmişti. Ne bir kaçış, ne de bir savunma yarar ederdi. Sadece bir kurtuluş yolu vardı. İhanet. fakat bu ölümden de kötüydü. Boudlaireların hepsi Yoldaşlık uğruna canlarını vermişlerdi. Annesi bir savaşta ölmüştü, babası ise bir çatışmada. İşte bu yüzden Yoldaşlık'a geçerek onların kendisiyle gurur duymasını sağlamak istemişti. Hıncı, öfkesi, nefreti ve intikam arzusu onu buraya kadar getirmişti. Ama Cecilia bitmemişti, yol bitmişti. Sanki uzun bir koşu gibiydi ama henüz bitiş çizgisi gelmeden yol bitmişti. Gidecek, kaçacak hiçbir yer yoktu. Böyle ölmek ne kadar da onurluydu. Kutsal değerleri korurken kendini feda etmek ne kadar da zarif... Herkesin isteyeceği bir ölümdü bu. Ölümdü, çünkü sağ çıkamayacağını biliyordu. Ona istediğini verse ble kurtulamayacaktı. Zaten buna kurtulmak denemezdi. Olsa olsa ruhsuz bir hayat sürmek denirdi. Ruh Emici öpücüğü gibi...
Merhaba
O deniz mavisi gözlerdeki bütün duyguları sayabilirdi. Heyecan, başarıya ulaşma yolundaki özlem, mutluluk ve biraz da merak. Dudakları ise ince birer çizgi halini almadan önce yukarı doğru bükülkdü. Sonra da ölümcül bir doğru halinde eski haline döndü. Bunları sayabildiğine göre hala yaşıyordu. Bu da bir şeydi.
Yerinde olsam kaçmayı denemezdim.
Kaçmak mı? Kaçamayacağını elbette biliyordu. Ayakları tek bir milim bile oynasa anında yeşil bir ışık huzmesi ona doğru fışkıracak ve göreceği son şey büyük ihtimalle bu olacaktı. Ama cevap vermedi. Korktuğunu belli edip ona bu zaferi tattırmak istemiyordu. Sonuna kadar direnecekti. Basit ve savaşmadan ölmek iğrenç olurdu. Kanının son damlasına kadar mücadele edecekti. Kaçış ve kurtuluş yoktu ama gururu ve onuru hala sapasağlamdı.
İhtiyar Patrick'in nerede olduğunu biliyorsun.
Bu bir soru değildi. Apaçık bir beyandı. Cecilia elbette Patrick'in nerede olduğunu biliyordu. Ama o keskin mavi gözler, gözlerinin hemen içinde gibi baktığı için bunu aklından geçirmedi. Bütün gücünü topladı. Ağırlığını sağ ayağına verdi. Başını iyice kaldırıp o tiksinti verici yüz ifadesine bakmaya zorladı kendini. Göreceği son yüzün bu olmamasını diledi sadece. Onu kurtarsınlar istedi. Fakat hayatında olmadığı kadar yalnızdı şimdi. Önünde duran, ince uzun kömür karası cüppesinden başka bir şey giymeyen beyaz tenli adam bunun kanıtıydı.
Sana söylemektense ölmeyi tercih ederim. İki türlü de kurtuluşum olmayacak nasıl olsa.
Şiddet. Büyük bir öfke ve şiddet ruhunun bütün çakralarının etrafında nöbet tutarcasına gidip geliyordu. Aklı birçok duyguyu aynı anda yaşarken bedeni olduğu yerde sabitlenmişti adeta. Yıkık dökük ahşap renkli duvarın önünde dikiliyor, birkaç dakika sonra gelecek sonunu düşünüyordu. Konuşmadan sonra bu kadar huzurlu bir şekilde veda edemeyeceğini anlamıştı hayata. Bedeni bu karanlık gözlere büyük acılar görecek, zarar verilecek ve kirletilecek bir kukla misali bir dikili taş gibi görünüyordu elbette. O acımasız lordun karşısında duran Cecilia kırılgan ve hassas bir papatya gibiydi. Ömrü de bir çiçek kadar kısa, bir çiçek kadar hasara karşı dayanıksızdı. O zalim dudakların arasından dökülecek bir kaç pes sözcük onu sonsuz acıya mahkum da edebilir, azad da edebilirdi. Fakat merhamete ihtiyacı yoktu artık. Sanki annesi ve babası hala yaşıyorlardı. Fakat onların sıcaklıklarını kalbinde hissediyordu. Bu da ona dayanma ve saksıyı çalıştırma gücünü veren, tutunulacak en güçlü daldı. Şimdi anlıyordu artık. Hiçbir şey boşuna değildi. Boşuna ölmeyecekti o. Sadece Yoldaşlık'ı korurken değil aynı zamanda kendi saygısını da korurken ölecekti. Bazı geri kafalılar ölümün her durumda ölüm olduğunu söyleyebilirdi. Ama aradaki farkı görüyordu o. Sanki gözlerinin önünde bir kibrit çakılmıştı. Öylesine güzel bir duyguydu ki bu. Yıllardır önem verdiği ve övündüğü tek şey olan zekası bu durumda bile, böyle bir durumda bile hala onunlaydı. Belki çekeceği acılar onu kaybetmesini sağlayacaklardı ya da artık kullanılamaz hale getireceklerdi onu. Fakat ruhu el değmemiş ve ilk günkü gibi saf, temiz ve boyun eğmez bir incelikle nihayet bulup huzura kavuşacaktı.
İnsanın ellerinin titremesine neden olacak şekilde yaratılmış o mavi gözler Cecilia'nın yosun yeşili gözleriyle buluştu. Onlardan yayılan soğukluk şiddet vericiydi fakat asla korkutucu olamazdı. Artık korkmuyordu zaten. Kabullenmişti. Ölüm er ya da geç gelecekti. Şimdiki sorun şu andı. Yapması gereken her şeyi yapmalı gelmiş geçmiş en karanlık büyücüyü kandırmanın bir yolunu bulmalıydı. Ama kendisini bile inandıramadı. Evet, bir kez daha aynı noktaya ulaşmıştı. Hiçbir kaçış yoktu. Ama her zaman bir savunma vardı.
Kara Lord uzun birkaç adım attı. Yatağın kenarına oturdu. Alnında derin düşüncelere daldığını gösteren birkaç küçük çizgi vardı. Onlar da bir iki saniye sonra kayboldu. Sonra yatağa yatıp ellerini kenetledi ve başının altına koydu. Siyah saçlarına vuran ışık dans etmekteydi. Kederli bir çekiciliği vardı fakat sadece kendi pis Ölüm yiyenleri için. Cecilia böyle bir güzelliğin başkasına verilmemesine isyan ediyordu. Böyle bir güzellik böyle bir kötülükle birleşmişti. Ne yazık... Ne büyük bir ziyan...
Biliyor musun, burada sandığından daha uzun süre kalabilirim...
Ses o kadar tanıdık ve normaldi ki. Dışardan duyan biri sanki Cecilia onu davet etmiş fakat o biraz patavatsızlık yapan bir misafir konumuna düşmüş sanabilirlerdi. Ama o anlıyordu. Cümleyi oluşturan her bir sözcükteki ölümün yansıması çok net ve kesindi. Tehlikeliydi ve bu ses tonu tehlikenin arttığını, sabırsızlanmaya başlayacağını gösteriyordu. Sonra o aşinası olunan ölümcül ses devam etti.
...sen düşüncelerini kontrol edemeyecek hale gelinceye kadar.
Cecilia kendini tutamadı ve küçük bir tebessüm güzel yanaklarının diplerinde belirdi. Gerçekten komikti. Aklından geçenler tam da bunlardı. Ölümün sesi onları kelimlere dökmüştü sadece. Ve o sinirlenmeye başlıyordu.
Ne. Pahasına. Olursa. Olsun...
Birkaç adım attı ve döşemesi yırtılmaya başlamış neredeyse iskeleti belli olan küçük koltuğa oturdu. Burada rahat olan tek kişi o değildi. Madem bunu bir sohbet şeklinde yapmak istiyordu, Cecilia da öyleyapardı o zaman. Belki de onu daha çok kızdırırsa başını eğmeden ve rezil olmadan, her şeyin daha çabuk bitebileceğini umuyordu.
İstediğini alamayacaksın. Ne yapmayı düşünüyorsun?
Zelim yüz birden donuklaştı. Ceci'nin verdiği tepki onu şaşırttı. Böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordu. Ceci'nin kararlılığı ve dik başlılığı onun kabullendiği bir gerçekti ama sanki onun bir dostuymuş gibi konuşmaya cüret etmesi, sesinin bu kadar sakin çıkması henüz tahmin etmediği bir şeydi.
Derin düşüncelere daldığı için farkında olmadan döşemenin hücrelerini incelemeye başlamıştı. Nasıl da ağaç kabuğu renginde olduğunun, ya da aralarında birbiri ardına dolaşan grup grup tahtakurularının... Mutlak sona yaklaştıkça içini bir heyecan kaplıyordu. Heyecan ve merak öyle güçlüydü ki sanki bedeni bu duygular için zayıftı. O kadar fazlaydılar ki sanki bedeni bu duygular için küçüktü. İlk defa ölümle yüzleşecekti. Kolay değildi hani. Karşınızdaki insan birçok masum kadın ve çocuğu hiç acımadan katletmiş, Muggleları öldürüp sırf zevk için, hiçbir şekilde ihtiyacı olmadığı halde katletmişti. Cecilia da onlardan biri olacaktı. Tek farkı onun ardından üzülecek kimsenin olmamasıydı. Yalnızdı. Buna alışıktı. Bunu seviyordu da zaten. Her akşam bu köhne hana gelmeyi değil, yalnız olmayı seviyordu. Kimsenin ona karışmamasını, programlarını birine göre ayarlamamayı seviyordu. İzin günlerinde istediğini yapabiliyordu. Anında Cisimlenip Yorkshire'da memleketinin yatıştırıcı havasında baykuşlar arasında ailesinden kalan tek mülkte birkaç gün kalabiliyordu. Bakması gereken bir çocuğu veya izin alması gereken bir eşi olmaksızın istediği zaman istediği şeyi yapabilirdi. Bu özgürlük o kadar güzeldi ki, ölmeden önce onu yaşayabildiği için kendisini çok şanslı hissediyordu. Zarif tırnaklarını yavaşça koltuğun kolundaki döşemeye sürttü. Çıkan küçük ses kaşıma sesi gibiydi. Bir tik gibiydi bu. İstem dışı bir hareket. Eli ne zaman boşta kalsa hep aynısını yapardı. Avuçlarının boş olmadığını, parmaklarının bir şeyle uğraştığını bilmek insana ister istemez ben-çok-gereksiz-bir-insanım hissinden uzaklaşma fısatı veriyordu. Çıkan ses Karanlık Lord'un da dikkatini çekmiş gibiydi. Yüzünde çarpık ve etkileyici bir gülümsemeyle başını ona çevirdi. Gözleri yeniden buluştu. Karanlıklarla dontılmış zalim beden yerinden kalkıp aralarındaki mesafeyi mide bulandırıcı bir kibarlık gösterisiyle kapatıp Ceci'nin tam önünde durdu. Dudakları yine muzip bir gülümsemeyle aralanıp yukarı doğru kıvrıldı. Ceci'nin omuzlarından aşağı doğru kayarcasına inen koyu renkli saçlarından bir tutam alıp zayıf ve ölmüş parmaklarının arasında gezdirdi.
Ne yapmayı düşünüyorum...? İnan bana bu konuda senden fazlasını bilmiyorum. Belki de sadece bekleyip görmeliyiz, ne dersin?
Cecila başını kaldırmaya fırsat bulamadan müthiş bir sarsıntıyla koltuktan yere fırladı. Başı öylesine dönüyordu ki oda bulanıklaşmıştı. Midesi bulanmaya yanağı karıncalanmaya başlamıştı. Dolgun kırmızı dudağında ise bu beklenmedik tokadın bir gölgesini hissediyordu. Koyu kırmızı, şarap rengi kıvamlı bir sıvı çenesine yaklaşmak üzereydi. Ağırlığını sol eline verip doğruldu ve sağ elinin tersiyle çenesindeki kanı sildi. Elleriyle ayağa kalkıp yavaşça birkaç adım geriledi. Karanlık Lord'un ona sadece zihinsel değil, fiziksel bir acı vereceğini tahmin etmiyordu. Gülmeye başladı. İsterik bir sinir krizi geçiriyordu besbelli.
Bekliyorum. İstediğini almandansa burada, bu köhne han odasında senin tarafından öldürülmeyi tercih ederim. Bu senin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha kanıtlar. Umarım sonsuza dek yanarsın!
Birkaç kahkahanın ardından tekrar çömeldi. Bu beklenmedik hareket gururunu incitmişti. Küçük düşürülmüşlük ve onurunun kırılması gözlerinin yanmasına neden oldu fakat güçlü durmalıydı. Hiçbir zayıflık belirtisi göstermemek için utandığı sıcak gözyaşlarını geriye itti. Şimdi ölmek ne kadar da huzur verici olurdu...
Acı artık düşman değil de her zerresini doruğuna varılamayan bir zevkle saran ve iliklerine kadar kavuran bir dosttu. O kadar büyüktü ki ağlamak asla bu zararı hafifletemezdi. Kendisini öyle yok hissediyordu ki sanki git gide saydamlaşıyordu. Bu acı onun her bir parçasının içine sızıp onu an be an yok olmaya daha da çok yaklaştırıyordu. Varlıkla yokluk arasındaki o ince çizgide yaptığı istem dışı yolculukta gözleri bulanıklaşıyor, nesne algısı zayıflıyordu. Bu acıyı, tarif edilemez bu acıyı biliyordu. Daha önce tatmıştı onu. Yasak ağacın meyvesi gibiydi. Bir yanı zevkliydi. Kendi varlığının hala hayatta olduğunu, hala canlı ve sağlam olduğunu hissettiriyordu. Madalyonun diğer yüzünde ise ölümü iple çeken, onu eskiden en yakın olduğu en candan arkadaşı gibi isteyen biri vardı. Göz bebeğine bile vuruyordu bu acınası zayıflık belirtisi olan duygu. O kadar yanlışlar yapmıştı ki. O kadar tedbirsizdi ki. Ve elbette onu seçme nedeni... Yoldaşlık'ın hizmetinde o kadar büyük büyücüler varken neden onu seçmişti? Neden Cecilia? Aslında bu cevabı biliyordu. İçlerinde en göze batan kendisiydi. Genç yaşındaki bu başarısı herkesin ilgisini çekmişti. İş söz konusu olunca hiçbir sevgi bağını önemsememişti. Makam ve mevki sahibi olma hırsı gözlerini kör etmişti. Azmiyle gelmek istediği noktaya gelmişti. Ancak artık ne hırs ne de zim ona yardım edebilirdi. Bunca kör noktanın arasında bile o kötülüğün evrende şekil bulmuş hali olan, beyaz hatları yoğun sisi andıran vahşi bir cazibeyle süslenmiş olan yüz hatlarını seçebiliyordu. Daha Cecilia'yla işi bitmemişti. Kendi iç savaşını kazanma mücadelesi verirken o kemik ve üzerine bir dirhem et tutturulmuş beyaz siluet merakla ona bakıyordu. Onları geri itme çabalarına itaatsizlik edercesine direnen gözyaşı seline galip gelmesi onu şaşırtmıştı anlaşılan. Rakibinin bu kadar uzun bir direniş göstereceğini ummuyordu besbelli. Onu da hemen iradesi kırılabilen güçsüz ve sadakatsiz bir böcek gibi ezebileceğini düşünüyordu. Ama yanılmıştı. Ceci de bunu göstermek istercesine yataktan destek aldıp doğruldu. Tam olarak ayağa kalkma gibi bir pozisyon değildi bu. Fakat birkaç dakika öncesindeki gibi onursuz bir şekilde yere de yatmamıştı. Çığlıklarını pes inlemelere çevirdi. Böylesi daha iyiydi. Her şeyi yapardı. Her şeyi yapabilirdi... Yeter ki şu acı bir bitse, yeter ki aydınlığa kavuşsa...
Yapılması gereken o kadar çok şey vardı ki daha. Görmediği yerler, gördüğü fakat tadına doyamadığı yerler... İşi gereği birçok yere gitmiş, dünyanın en bilinmedik ülkelerine dahi yolculuk yapmıştı. Bu yolculuklar ona dünyanın ne mucizevî bir yer olduğunu göstermişti. Özellikle tek bir yeri özlüyordu. Doğduğu yerin kokusu ve havası bütün benliğini sarmıştı sanki. Ayaklarının altında bir zamanlar dolaştığı çimenleri hissedebiliyordu. Bu muhtemelen bir daha mümkün olamayacaktı. Mümkün olsa bile o bunun idrakında olamayacaktı. Tek bir gözyaşı damlasının akmasına izin verdi. Acısını, kederini, özlemini, umutsuzluğunu... Bütün karamsarlığını paylaştı o minicik damlayla. Pürüzsüz teninden aşağı aktı damla. Dudağının kenarındaki kana karıştı, tuzuyla orayı tekrar yaktı. Adamın kurtuluş yolunu tekrar etmesi kafasında yeni belirsizlikler oluşturmadı. Kararını vermişti. Hiç kimsenin onun için bu fedakarlığı yapacağını sanmıyordu. Hiç kimse onu sevmemişti. Onunla kaynaşmamışlardı. Fakat o bunu onların hepsi için yapacaktı. Beş para etmez Patrick'in kellesini kurtarmak için yapıyordu bunu. Sessiz bir iç kahkaha attı. Bu sırada hayalet el yerde duran asil asasını kaldırıyor ve ona nedenini anlayamadığı bir saygıyla bakıyordu
”Ona DOKUNMA! Buna son vermeni istemiyorum. Tekrar söylüyorum asla ve asla pes etmeyeceğim. Zaman çok değerli. Bunu biliyorsun. Onu boşuna harcama. Sana istediğini vermektense beni testereyle ikiye ayırmanı kabul ediyorum.”
Sesi istediği gibi çıkmıştı. Tok ve güçlü... Yapması gerekeni yapmıştı. Ama bu gücünün son damlasına kadar tükenmesine neden olmuştu. Yatağın dibinde kaydı ve yere oturdu. Gözlerini kapatıp dudaklarını kıpırdatmadan eski bir ninniyi mırıldanmaya başladı.
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Paz 16 Ocak 2011, 17:30 | |
| | |
| | | | Bakanlık Alımları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|