|
|
| Bir kahkaha, bir gözyaşı. | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Icarus Vidor Vampir
Gerçek Adı : Léonide. Kayıt tarihi : 02/11/10 Mesaj Sayısı : 113 Mücadele Tarafı : Çoğu zaman bir çıkar meselesi, her insanda olduğu gibi. Belirgin Özellikleri : Belli zamanlarda dengesiz olabiliyorum.
| Konu: Bir kahkaha, bir gözyaşı. Perş. 04 Kas. 2010, 23:13 | |
| 'Aptal.' Arkadaşının kırıcı sözleri altında kendini küçük ve önemsiz hissediyordu. 'Neden bu kadar sorumsuz ve tembel olmalıydın ki? Hayatını idâme ettirebilmek için ne yapacaksın, söyle bana, ne?' Cevap vermek istiyordu ama, yapamadı. Yapamazdı da zaten. Yaşadığı şartlar içersinde gayret etmesine rağmen başaramadığını, emek verse bile yeterli olamadığını söyleyemezdi. Bir bölümü gerçek olsa bile, daha çok çalışmak için bol keseden zamanı olduğunu çok iyi biliyordu. Suçlu hissediyordu ki bu çok normaldi. Yaptığı hatalardan ders çıkarıyor olması güzel olsa bile, bunun için çok geçti. 'Senden adam olmaz, Ica. Artık ne senin arkanı kollayacağım, ne de seni hayata hazırlamaya çalışacağım. Her şey bitti. Senin işin, bitti.' Bir şey söylemek istercesine dudakları aralanmasına rağmen, gıkı çıkmıyordu. Her şey, bitmişti, haklıydı. Bakışlarını beton zemine çevirdi ve içinden lanetler okumaya başladı. 'Bir daha beni aramaya kalkışma.' Arkasını dönerek uzaklaşmaya başlayan arkadaşına baktı hülyalı bir şekilde. Ardından bulduğu en yakın banka oturdu ve ellerini saçları arasından geçirip, hüzünlü bir edâ ile düşüncelerine daldı. Londra'nın en ünlü parklarından birindeydi. Güneşin yakıcı etkisinin geçtiği saatler yaşanıyor, kızıllaşmaya başlayan gökyüzünü hafif bir meltem sarıyordu. Gece açılan dükkanlar kepenklerini kaldırmaya, seyyar sokak satıcıları teker teker kaybolmaya başlamıştı. Elleriyle gözlerini kapatıp yüzünü herkesten gizleyerek kendini gözyaşlarına bıraktı. 'Neden?' diye sordu kendine. Cevap çok basitti. 'Sen çoktan öldün.' Peşinden koştuğu bir aşk uğrunda kaybettikleri kazandıklarından fazlaydı. Bu düşünceyle gözyaşları bir kez daha artar, yanaklarında ıslak lekeler bırakırken Icarus, umutsuzluğun pençesinde kıvrandığını hissetti. 'Anlamsız.' Nedir anlamsız olan? Hayat mı? 'Evet.' Asıl sorulması gereken soru, hayatı anlamsız kılan ne? 'Her şeyi zorlaştırıyor olması.' Yaşadığın dakikaları, saniyeleri somut bir varlık yerine koyma. Onları yaratan, onlara şekil veren sensin. Onlar girdikleri kabın şeklini alırlar. 'Ama ben, bir yaratıcı değilim!' Kendi dünyanı sen yaratırsın, çocuk. Zamanı sen yaratmıyor olsan da, yönlendirmek senin elindedir.
Bu düşünceyle yüzüne yayılan delice bir gülümseme eşliğinde kendini kaybederken, aptal gibi hissetti. Ağlıyor, gülüyor, sonra yeniden ağlıyor, sonra gülmesine sebep olacak düşünceler geçiriyordu zihninden. Dengesizlik, bu olmalıydı. Ne hissedeceğini bilmeyen, karar vermekten aciz, başkalarının onun için karar vermesini isteyen, bunu büyük bir açlıkla arzulayan ruhlar... 'Yapamadım. Başaramadım.' Soruyorum bir kez daha, neden? 'Çünkü... Çünkü, bilmiyordum.' Neyi? 'Nefes almayı, yürümeyi...' Öyleyse öğren. Görmeyi, duymayı ve hissetmeyi... 'Nasıl? Bu nasıl mümkün olabilir ki?' Hiçbir şey sonsuz değil. 'Aptallığım sonsuz.' Kendine inanmadığın sürece, sınırsız bir umutsuzluk içinde yitip gideceğin belli elbet. 'Ne yapmalıyım?'
Öğren.
Günümüz Roma'sı, Trevi Çeşmesi civarı, akşamüstü.
'Aptal...' Sözcük bir kez daha zihninde yankılanarak yok olurken bakışlarını kızıl bir ışıkla parıldayan bulutlardan çekti ve gözlerini kapattı. Derin bir bilgelik yerleşmiş olmasına rağmen ruhuna, biliyordu ki geçmişte yaptığı hatalardan asla kaçamıyordu. Kaçması ise, imkânsız gibiydi. Yüzyıllar sonra bile geçmiş günleri, onu dişleri uzun bir mahlûkata dönüştüren kaderini görmezden gelmesi mümkün olmayacaktı. 'Hatalar insanı olgunlaştırır.' İnsan olmadığını unutma. Bu düşünceyle gözleri hiddet dolu bir bakış eşliğinde açılmıştı. İnsan olmadığının farkındaydı ama yirmibir yaşında kaybetmiş olduğu insancıllığını henüz unutmamış, katil olmayan, sevecen ve eğlenceli kişiliğinden hayaletimsi kalıntıları hâlâ olmayan ruhunda taşıyordu. Biliyordu ki kesintisiz cinayetler işleyen biri olmak ona bir yarar sağlamayacak, sadece vahşileşmesine olanak verecekti. Bu yüzden de kendisini dizginlemesini bilmeyen seviyesiz bir bedene dönüşecekti. 'Asla.' Nerede durman gerektiğini biliyorsun demek? 'Her daim.' Her zaman değil. Yumruklarını sıktı. Düşüncelerine cevap veren bu sesin ne olduğunu merak ederdi çoğu zaman. İçinde sanki başka biri varmış da onunla konuşuyormuş, onu yönlendiriyormuş gibi hissediyordu. İlginç olan ise onun 'kendisi' olduğunu bilmesine rağmen, 'konuşmaya' devam ediyor olmasıydı. Temiz bir rüzgâr dalgası gerek olmamasına rağmen vücudunun üzerine sarmış olduğu siyah pardesüye ve pürüzsüz yanaklarına çarpınca dalgınlığından kurtuldu. İnce parmaklarıyla daha rahat hareket edebilmek için pardesünün düğmelerini çözdükten sonra kollarını açtı ve bedenini daha iyi tanıması için rüzgâra sundu. Umursamaz bakışları sonsuz olan gökyüzüne doğru kayarken yüreğinden bir parçanın canlandığını ve eskilerin anısının zihnini terk edip yerini mayhoş bir uyuşukluğa bıraktığını fark etti. Siyah gömleğinin açık yakasından içeri giren soğuk hava dalgasıyla vücudunu saran ufak bir titreme, yüzünü gülümsetirken, sadece sustu ve bu anın tadını çıkarmak adına gözlerini kapattı. Burnundan aldığı derin bir nefesle üzerinde durduğu taştan çatının etrafındaki bütün kanlı varlıkların kokusunu hissederken, nadiren hissettiği aşkı hissetti damarlarında. Hayattan daha çok zevk alabilmesi adına ona bahşedilmiş olan bu özel yeteneklerin, sonsuzluğun yarattığı coşkuyla mükemmel kahkasını sergilerken, uzun süredir bu tarz bir mutluluğa erişmemiş olmanın verdiği hazla kendinden geçti. 'Hissedebiliyorum!' Sesi uzun binalar arasında yankılanırken kahkahası yerini yüzünü süsleyen bir gülümsemeye bırakmıştı. Zihnindeki ses bu kez onun mutluluğunu fark edip bozmak istemezmişçesine cevap vermezken, kollarını indirdi ve sergilemiş olduğu bedeninde gerilmiş olan kasları serbest bıraktı. Derin bir nefes daha alarak ciğerlerine dolan havanın tadını hissetmek isterken diliyle fark ettiği bir başka kokunun varlığı, başını döndürmüştü. 'Marv!' Burada ne arıyordu? 'Gitmeli miyim?' Git. Geçmişinle yüzleşmen, karakterini güçlendirecek, çocuk. Gülümsedi. Haklıydı ses. Binanın beton çatısından kendini aşağı bırakıp insanüstü hızıyla kokunun geldiği kaynağa doğru ilerlerken, kendini yaşlı hissetmesine yol açan heykeller yanından bulanık siluetler şeklinde geçiyorlardı. Kısa süre sonra yavaşladı ve sonunda durarak, kokunun geldiği bölgeye ulaştığı kanaatiyle etrafına bakındı. Oradaydı! Gülümsedi ve yavaş adımlarla kıza doğru yaklaştı. Kızıl güneşin ufukta kayboluşunu seyretmeye gelmiş gibi ayakta duruyor, ufka doğru uzayıp giden gökyüzünü inceliyordu. Yüzündeki tatlı gülümsemeyi koruyarak durdu ve kıza seslendi. 'Hey, Marv.' - Spoiler:
'Hissedebiliyorum...'
| |
| | | Marveille Croweix
Gerçek Adı : Aytül Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 65 Mücadele Tarafı : tarafsız olan bertaraf olur Belirgin Özellikleri : Saplantılı, doyumsuz ve dengesiz olması.
| Konu: Geri: Bir kahkaha, bir gözyaşı. Cuma 05 Kas. 2010, 22:52 | |
| ‘Kalk artık Marv, Roma’ya odana sıkışıp kitap okumak için gelmedin.’ Ne anlama geldiğini bilmediği çeşitli motifler işlenmiş kapısını çalma gereği dahi duymadan odasına dalan arkadaşının, elindeki cildi fazlasıyla eskimiş olan kitabı çekip almasına izin verirken hafifçe doğruldu uzandığı yataktan, yüzüne yayılan geniş bir gülümseme eşliğinde. O tembelce esnerken, Roma’da gelme sebebi olan arkadaşı, Judith, odanın ortasında kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş bir halde dikilmiş duruyordu ve onun cevap vermesini beklemeye dahi gerek duymadan sabırsızca konuşmaya devam etti. ‘En azından Viski’yi gezdiremez misin? Senin eve tıkılmakla sorunun olmayabilir ama köpeğin bile oldukça sıkılmış görünüyor.’ Judith’in imalı sözlerine karşılık küçük bir kahkahayla karşılık verirken başıyla onayladı hafifçe, konuşmaya dahi üşeniyormuşçasına. Zaten her zaman sabırsız ve huysuz biri olan Judith’i, nikahının telaşı bütün benliğini sarmışken bir de yakın arkadaşlarının bu ihmalkarlıklarına katlanamıyor olması için suçlayamazdı. Genç kadın içini çekerek odadan dışarıya çıkarken bir kez daha esnedi Marv, pes edercesine. Çıplak ayaklarını bütün odayı kaplamış olan o kalın, yumuşak halıda sabitledi. Dün gece fazla kaçırmış olduğu viski etkisini hala sürdürüyor olmalıydı zira ayağa kalkar kalkmaz korkunç baş ağrısı varlığını hissettirdi. Yüzünü buruşturdu Marv, sabahları böyle hissetmekten nefret ediyordu. Parmaklarını gezdirdi kahvenin en koyu tonlarından birine sahip saçları arasında. Rengi artık griye dönmüş olan perdenin esen rüzgarla havalanmasıyla içeriye dolan soğuk hava hafifçe ürpermesine neden olmuştu. Parmaklarını sanki ısınmasına yardımcı olacakmış gibi kolları üzerinde gezdirirken bal rengi ve yine garip işlemelerle süslenmiş dolaba doğru yöneldi. Kulak tırmalayıcı bir sesle açılan dolap kapağı baş ağrısına bir yenisini daha eklemişti. Çok fazla kıyafet getirmemiş ve getirdiklerinin de bavulunda kalması konusunda ısrar etmiş olsa da tam bir düzen delisi olan arkadaşı buna da karışarak her şeyinin sanki yıllarca orada yaşayacakmışçasına yerleştirilmesini sağlayana kadar çenesini kapatmamıştı. Hatırlayınca bir tebessüm oluştu dudaklarında, arkadaşının kocası olacak aptalın ona ne kadar süre katlanabileceğini ciddi anlamda merak ediyordu. Zihninde adamın arkasına bakmadan kaçtığı anı canlandırırken dar kotuyla düşük omuzlu kaşmir kazağını çekip aldı dolaptan. Dolabın yanındaki tahta ve aslında sağlamlığından şüphe ettiği sandalyeye oturup süet çizmelerini giyerken gözü küçük masanın üzerine öylesine fırlatılmış saate takıldı. Onu neden çıkarttığını veya ne zaman çıkarttığına dair en ufak bir şey hatırlamamasına rağmen bu ufak ayrıntı sinirlerinin bozulmasına yetmişti. Kaşları çatılmıştı hafifçe, dün geceyi hatırlamak istercesine ama ne kadar denerse her şey bir o kadar bulanıklaşıyordu sanki. Hatırlayamamanın verdiği huzursuzluk duygusuyla oturduğu sandalyeden kalkarak saati kavradı parmaklarıyla. Onu yeniden ince bileğine takarken eğilerek odada tek olan, sağ köşesi kırılmış aynaya baktı. Solgun bir yüz, dün gece temizlemeyi unuttuğu göz makyajından geriye kalan siyah izler ve kurumuş dudaklar ona öylesine yabancı geliyordu ki, kırmızının en uçuk tonlarından birine boyanmış olan tırnaklarını yüzünde gezdirdi hafifçe. Bakışları boştu sanki, daha önce hiç olmadığı kadar. Dağınık saçlarını parmaklarıyla tararken dün geceden kalmış olan makyajının izlerini temizledi yüzünden. Kendini böyle yorgun ve bakımsız görmek sinirlerini bozmuş olacaktı ki bir yenisini yapmaya zaman bile ayırmadı. Odadan ayrılmadan önce son kez aynaya baktığında bu yabancıyı hiç sevmediğini fark etti.
Ayakkabılarının çıkarttığı sesin eşliğinde merdivenlerden aşağıya inerken gördüğü manzara karşısında yukarıda kalmayı ve akşama kadar hiç çıkmamış olmayı diledi. Herkes bir yana koşuşturuyor, Judith önüne çıkan herkese bağırıp emirler yağdırıyordu. Onun bu haline içten içe gülerken köpeği onu görür görmez üzerine doğru koşmuş ve kuyruğunu delicesine iki yana sallayarak beklentiyle yüzüne bakmaya başlamıştı sahibinin. Bu halinden anlaşıldığı kadarıyla o da bu kaostan çıkmak için fırsat kolluyordu. Köpeğin tüylerini kısaca okşayan Marv, tasmasını aradı aceleci bir tavırla. Bakışları Judith ile kesiştiğinde birbirlerine baktılar, kahkahalara boğulmadan birkaç saniye önce. Judith ona evleneceğini ilk söylediğinde Marv’in sorduğu tek soru aklını kaçırıp kaçırmadığıydı ve şu anki manzara genç cadının haklı olduğunun bir kanıtıydı adeta. Sen kaşındın, dercesine bir bakış gönderdi Marv acımasız bir tavırla. Evde kalıp o kargaşanın bir parçası olmayı kesinlikle reddetmişti zaten en başından beri. Şöminenin karşısındaki koltukta gördüğü tasmayı kaptığı gibi evdeki o boğucu atmosferden dışarıya bıraktı bedenini.
Roma’ya daha önce bir iki kez gelmiş olmasına rağmen hala yol bulma konusunda çok iyi sayılmazdı. Nereye gittiğini bilmeden öylece yürüyordu sokaklar arasında, köpeğiyle birlikte. Herkesin bir yerlere yetişme çabası, kalabalık, tanımadığı yüzler.. Başka bir ülkede olmayı bu yüzden çok seviyordu genç cadı. Yapması gereken şeyler olmadan rahatça hareket edebiliyor, kendine zaman ayırabiliyordu. Ara sıra esen rüzgar üzerine bir hırka almadığı için kendine küfretmesine neden olsa da aslında hoşuna gidiyordu rüzgarın tenini okşarcasına geçmesini. Adımları ona Roma'nın en ünlü yerlerinden biri olan Trevi Çeşmesine getirdiğinde o parlak güneş yavaş yavaş terk ediyordu onları, yerini gün batımına bırakırken. Sessizce orada durmuş güneşin batışını izlerken aklından gelen ilk kişinin Lucien olması onu hiç şaşırtmamıştı. Saplantılı derecede aşık olduğu ya da sadece aşık olma fikrini sevdiği adam. Ah, hayır. Vampir. Geçen haftalarda onun bir vampir olduğunu öğrenmesiyle birlikte çok şey değişmişti hayatında, ona duyduğu hislerin haricinde. Dans ettikleri gece anılarında bir kez daha şekillendiğinde bir ses onu çekip aldı düşüncelerinden. 'Hey, Marv.' Adının fazlasıyla tanıdık gelen bir ses tarafından söylendiğini duymasıyla arkasını dönen genç cadı gördüğü şey karşısında yüzüne yayılan o şaşkınlık ifadesini gizlemeyi başaramadığına emindi. Karşısında duran adam, yaklaşık beş yılı aşkın bir süredir görmediği, haber bile alamadığı eski sevgilisiydi. Onu terk eden, öylece bırakıp giden tek adam olması genç cadının sinirlerini fazlasıyla bozuyordu. Üstelik sıradan bir sevgili olmamıştı Ica onun için hiçbir zaman, hep daha fazlasıydı Marv için. Bunu fark edememiş olması yazıktı.. 'Icarus?' Ses tonunun şaşkın çıkmasına ve çehresine yerleşen, her geçen saniyeyle birlikte daha da büyüyen o içten gülümsemesinin oluşmasına engel olamıyordu o anda. Tam anlamıyla süpriz olmuştu onu görmek ve aslında bu kabul etmek istemese de içinde bir sıcaklık oluşmasına neden oluyordu. Birbirinden farklı onlarca duygu akın etmişti o anda. Nefret, kin, sevgi, tutku ve özlem. Özlem hepsinden ağır basıyordu, ta ki onu terk ettiği gün zihninde belirene kadar. Bunu hatırlamak uzun zaman önce unutmuş olduğu ama asla tamamen yok olmamış olan nefretini alevlendirmişti yeniden. Bunu belli etmemek için çaba harcarken hafifçe kısıldı çikolata rengi gözleri. 'Ne büyük bir tesadüf bu böyle.'
| |
| | | Icarus Vidor Vampir
Gerçek Adı : Léonide. Kayıt tarihi : 02/11/10 Mesaj Sayısı : 113 Mücadele Tarafı : Çoğu zaman bir çıkar meselesi, her insanda olduğu gibi. Belirgin Özellikleri : Belli zamanlarda dengesiz olabiliyorum.
| Konu: Geri: Bir kahkaha, bir gözyaşı. C.tesi 06 Kas. 2010, 19:13 | |
| Aptal umutlar peşinde koşmaktan başka çok fazla alternatifin var, Icarus. Aşk, mutluluk, sevgi, sadakat kavramları senin kabul ettiği yaşamla örtüşmüyor, kabul et artık. Zihnine dolan bu düşüncelerle yüzündeki gülümseme yerini hüzünlü bir bakışa terk ederken yanaklarında soğuk parmaklar misali dolanan soğuk rüzgârla ürpermekten alıkoyamadı kendini. Bu yaşamı kabullendiğini biliyorsun, çocuk. Bu şekilde yaşamaktan zevk almıyor olsan da sonsuzluğu tadıyor olduğun, onun kadehinden içiyor olduğun fikriyle kendinden geçiyorsun. Bundan hastalıklı bir biçimde hoşlanıyorsun! Haykırmak istedi kendine. 'Ben bunu hak etmiyorum.' İçindeki sesin kendisiyle adeta eğlendiğini düşünmesine yol açan bir kıkırdama isteği sardı vücudunu. Sen bunu hak etmiyor musun? Yaptıkların, yapıyor oldukların ve yapacakların ben tarafından bilinirken, sen kendini benden daha iyi nasıl tanıyacaksın, söylesene? İnkâr edecekti. Yapabilirdi. Yapmalıydı! Sen güçsüzsün, Ica. İradesiz, kendi duygu ve düşüncelerini bile büyük oranda kontrol edemeyen kan hastası bir manyaksın. Neden mi? Çünkü öyle yaratıldın, yaratıldın ve yaradılışını sürdürmeye devam edeceksin. Tıpkı tanrı tarafından lanetlenirken olduğun gibi. Tıpkı, beyaz, bembeyaz olan ışığın kırmızılaşarak sana sadece acıyı hûkmederken ki gibi. Kendini mutlu mu sanıyorsun? Yumrukları sıkıldı acıyla. Kızın şaşkınlıkla dolmuş gözlerinin kendi üzerine çevrilmesinin ardından hissettiklerini kontrol edemiyor olması, onun suçu olmamalıydı. Ama olmaması gerektiğini düşündüğü her şey bir anda hayatında yer edinen önemli bir ayrıntı oluveriyordu. Sadece, oluyordu. Düşün, çocuk. Kendi hayatını bile idâme ettirmekten acizdin. Sana gücü verdim! Sana hayatını verdim ve sen hâlâ, sürekli şikâyet ediyor, hissettiğini söyleyerek benim sesimi bastırmaya çalışıyorsun ama biliyorum, beni bildiğini biliyorum, benden haberdâr olduğunu ve benden asla kurtulamayacağını. Ve bunu sen de biliyorsun.
'Icarus?' Fark etmemeliydi. Bu düşünceyle yüzüne yerleştirdiği samimî gülümsemesini sergilerken, artık ona bir asırmış gibi gelen beş yıl kadar öncesinin etkisinden kurtulmuş gibi yapmak zorunluluğunda hissetti kendini. Oysa içten içe Marv'a karşı olan duygularında en ufak bir değişiklik olmadığını çok iyi biliyordu. Yine de, her zaman sevdiği bu kadının karşısında sergileyeceği bir zayıflık tahmin edileceği gibi onun gözünde oluşturmuş olduğu dayanıklı ve kesinlikle duygusal olmayan yapısının yıkılmasına, yerine ise tamamıyle gereksiz biriymiş izleniminin yerleşmesine yol açacaktı. İşte bu kabullenemeyeceği şeylerden biriydi. 'Seni görmek çok güzel.' Acıdan ve hüzünden uzak olan sesi havada adeta dalgalanarak kıza doğru ilerledikten sonra ruhuna akıttığı gözyaşlarının yarattığı baskıyla derin bir nefes aldı. Her şeyi kan arzusunun ve sivri dişlerinin yönlendiriyor olmasına sinirleniyordu. Ayrılık sebeplerinin bile bu olması, öfkesine güç katarken yumruklarının bir kez daha sıkıldığını hissetti. 'Ne büyük bir tesadüf bu böyle.' Daldığı düşüncelerinden sıyrılıp bir kez daha gerçek dünyaya döndüğünde karşılaştığı öfke dolu mesajla bir köşeye sinmemek için kendini zor tuttu. 'Haklısın, gerçekten de büyük olanlardan.' Yavaş adımlarla Marv'a doğru yaklaştı ve gülümsemesindeki hüzünü saklama gereği durmadan kızın dudağının kenarına bir öpücük kondurdu. Bunu neden yaptığı hakkında en ufak bir fikri dâhi yoktu fakat, kendini iyi hissetmişti yıllar sonra, tek bir tene sahip olma arzusundaki ruhuna iyi gelen bir rahatlama eşliğinde. Yavaşça çekildi ve bakışlarını yanında olduğu kızın yüzünden çekip ufka doğrulttu. 'Seni özledim.' Dudaklarından fırlayan bir fısıldamayla uçuşan kelimeleri izledi gözleriyle gülümseyerek. 'Aslında, tahmin edemeyeceğin kadar.' | |
| | | Marveille Croweix
Gerçek Adı : Aytül Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 65 Mücadele Tarafı : tarafsız olan bertaraf olur Belirgin Özellikleri : Saplantılı, doyumsuz ve dengesiz olması.
| Konu: Geri: Bir kahkaha, bir gözyaşı. Paz 07 Kas. 2010, 21:23 | |
| Ters yönden esen rüzgar beraberinde Ica’nın o baş döndürücü kokusunu da taşırken, saçlarını savurdu genç cadının. Her sarıldığında Marv’in aklını başından alan o koku hiç değişmemişti, tıpkı kendisi gibi. Sadece, yeryüzündeki en muhteşem renge sahip gözlerindeki bakış değişmişti biraz. Eskiden böyle değildi, diye iç geçirdi genç cadı. Eskiden aşk vardı bakışlarında. Başını salladı hafifçe, eskileri düşünmenin verdiği o tatsızlıktan kurtulmak istercesine. Ica onun için geçmişte kalan eski hatıralardan biriydi ve öyle kalması da gerekiyordu. Eski sevgilisinin ona doğru yaklaştığını fark ettiğinde soru sorarcasına bir ifade belirdi bakışlarında. Dudakları tenine değecek kadar yaklaştığında ise iri iri açılmıştı göz bebekleri. Nefesini yeniden yüzünde hissetmek, ayrıldıklarından beri geçen onca zamandan sonra yeniden onu öpmesi.. Tek bir dokunuşuyla birlikte öylesine çok anıyı sürüklemişti ki, kendini aniden zihninde beliren anılarla çevrelenmiş bir halde buldu Marv. İlk öpüştükleri günden birbirlerine sahip oldukları geceye kadar. Kavgaları, arada yaşadıkları küçük ayrılıkları ama her seferinde birbirlerine nasıl döndükleri, onu dünyanın merkezindeymişçesine özel hissettirişi.. Hatırlanmaya değer çok şey vardı aslında Ica ile birlikte geçirdikleri günlerden kalan. Öyle kalmalıydı; anı olarak. Bu yüzden kasıtlı olarak, tepki vermedi onun bu hareketine. Öpüşünün onu etkilemediğini göstermek istercesine kayıtsız bir ifade yerleşmişti çehresinde ve bunu sadece artık içinde ona karşı en ufak bir duygu veya arzu olmadığını kanıtlamak istediği için yapmıştı. Oysa bu başlı başına bir yalandı ama ne var ki rol yeteneği oldukça gelişmişti. Ica geriye doğru çekilip onu özlediğine dair bir şeyler söylediğindeyse alay dolu bir gülümseme oluştu dudaklarında.
‘ Yani şimdi tahmin edemeyeceğim kadar çok özlediğini, beni görünce fark ediyorsun?’ Ses tonundaki soğuk iğnelemenin ardındaki kırılmışlığı, gizlemek için büyük bir çaba harcamış olmasına rağmen apaçık bir şekilde ortadaydı aslında. Ica, arkasında en ufak bir iz bile bırakmadan öylece çekip gittikten sonra bütün benliğini saran o boğucu hisler yavaş yavaş geri gelmeye başlamışlardı. Onu sarsan herhangi bir erkek tarafından terk edilmek değildi, her ne kadar bunun aksini savunuyor olsa da. Onu böylesine üzen, Ica tarafından terk edilmek olmuştu. Güzel bir ilişkileri olduğunu düşünüyordu, bir gün gereksiz ve hiçbir anlamı olmayan birkaç veda sözcüğüyle terk edilene kadar. Onun gidişinden sonraki ilk birkaç ayı ondan nefret edip, başka erkeklerin kollarında teselli arayarak geçirmişti. Sonrasındaysa kendini suçlamaya başlamış, sürekli nerede hata yaptığını düşünüp durmuştu. Arada sırada ileride bir gün bir yerlerde karşılaşırlarsa ne olacağını hayal ederek de zaman öldürmüştü. Şimdi düşündüğünde, hiçbir hayalinde şimdi olduğu kadar soğuk davranmıyordu aslında. Şu anda tek istediği şey yıllarca içinde birikmiş olan öfkeyi ona bağırarak boşaltmak, sonrasındaysa sıkıca sarılıp yeniden onun kolları arasında olmak olsa da bunun yerine çehresine başarıyla yerleştirdiği buz gibi bir ifadeyle soğuk kanlılığını korumaya devam etti. Oysa o kadar yıldan sonra, ki belli bir süre sonra saymayı bırakmıştı, hala dokunuşuyla içinde bir şeyleri kıpırdatmayı başaran adamı yeniden görmek, dudaklarının sıcaklığını hissetmek, ona yeniden o aptalca çocuksu hislerini yaşatıyordu, kabul etmemek için dirense de. Bu hisler ne kadar yoğun olursa olsun Ica, affetmeyecekleri listesinde en başa yerleşmeyi başarmıştı ve genç kadının bu kararını değiştirme gibi bir niyeti de yoktu. Ama şimdi onun o okyanus mavisi gözlerine bakarken yeteri kadar öfke duyamadığını, bu kadar yakınındayken de duyamayacağını çok iyi biliyordu. Lucien’den başkasına karşı böyle hissetmek huzursuzlaşmasına neden oluyordu. Duyguları da aynı davranışları gibi fazlasıyla tutarsız olmaya başlamıştı. Ve bu hiç hoşuna gitmiyordu. | |
| | | Icarus Vidor Vampir
Gerçek Adı : Léonide. Kayıt tarihi : 02/11/10 Mesaj Sayısı : 113 Mücadele Tarafı : Çoğu zaman bir çıkar meselesi, her insanda olduğu gibi. Belirgin Özellikleri : Belli zamanlarda dengesiz olabiliyorum.
| Konu: Geri: Bir kahkaha, bir gözyaşı. Ptsi 08 Kas. 2010, 20:30 | |
| Hafif bir meltemle saçları bir kez daha havalanırken giderek kararmakta olan gökyüzüne bakmaya devam etti. Gözlerinin önüne düşen birkaç tutam saçı ,ince yapılı eliyle hafifçe geriye iteledikten sonra yüzüne yerleşmesine engel olamadığı hüzünle yavaşça Marv'a doğru döndü. Kana susamış hayatında hissettiği en yoğun aşkın yaşadığı dakikalar, saatler ve günler aklına geldikçe giderek büyüyen üzüntüsüne teslim olmamak adına elinden geleni yaparken ruhunu kaplamaya başlamış olan güçsüzlük bütün uzuvlarına yavaş yavaş dağılarak Marv'dan ayrıldıktan sonra çok zor kazanmış olduğu yaşama isteğini büyük oranda azaltıyordu. 'Yaptığım seçim yanlış değildi.' Hayır, hiç değildi. 'Peki neden suçluluk hissediyorum?' Aşkın ne olduğunu öğreniyorsun. 'Dayanmak oldukça zor.' Öyleyse bırak, gitsin. 'Belki de en doğrusu budur.' Derin bir nefes almasının ardından gözlerini kapattı ve kızın içinde yaşadığı karmaşık duyguları fark etmemiş olması umuduyla bakışlarını tekrar artık batmış olan güneşe çevirdi. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu aslında fakat bunu yapacak cesareti kendinde bulmasını bırakın, hayal bile edemez gibi hissediyordu. Yapması olanaksız gibi görünüyordu şu anda durduğu yerden. Düşündüklerini gerçekleştirmesi her zaman zor olmuştu zaten onun için. Hayatı boyunca onu ele geçirmeyi her seferinde başaran bu enerjisizlik, isteksizlik, gayretsizlik yüzünden çekmişti ne çektiyse. Yaşadıklarını düşündükçe içine bürünmekten bıktığı karamsar havanın tekrar üstüne çökmeye başlamış olduğunu yakaladı gözleri. 'Neden bu kadar çok görüyorum?' Kör olmanın nesi eğlenceli? Gülümsedi. 'Neden bu kadar dengesizim?' Dengeli olmanın nesi zevkli? Aslında şöyle bir düşününce fark edilebilir, hayatta diğerleri gibi sıradan ve tekdüze olmak, olduğun gibi tekdüze bir hayat anlamına gelecektir. Fakat sıradışı olmayı başarabilen bir insan, yaşadığı her dakikadan keyif alabilir ve farklı tecrübelerle süslenerek bir çiçek bahçesine dönüşebilir. Çiçek bahçesini hayal edin, renkler ve kokularla bezenmiş bir gelinliktir sanki bahçeler. Her parça birbiriyle mükemmel bir uyum içinde olduğu gibi, her renk muhteşem bir kompozisyonun en küçük örnekleridir. Bütün olarak bakıldığında görülecek olan şey estetik açıdan zengin olduğu gibi her insana farklı gelen özellikler taşımaktadır. Icarus da böyle bir insandı aslen. Farklı ve sıradışı... Sonsuzluktan bir yudum almış olan biri olarak ise son derece duygusal, hassas... Yeniyetme bir vampir. Neyse ki bu konuda kendinden taviz vermeyen yapısıyla kişiliğini koruyor.
‘Yani şimdi tahmin edemeyeceğim kadar çok özlediğini, beni görünce fark ediyorsun?’ Kinaye dolu bu sözler o güzel dudaklardan çıkar çıkmaz işlemişti soğuk hançerler misali kalbine. Zayıfladığını ve küçüldüğünü hissetti durduğu yerde. Bunun böyle sürmesine izin veremeyeceğini biliyordu fakat Marv'ın sözleri gerçekten toplamak hususunda epey zorlanmış olduğu cesaretini sıfırlamıştı adeta. Yine de ruhuna dolan öfkeyle, kendini savunacak kadar derman bulabilmişti kendine. 'Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?' Bir damla gözyaşının yanağından kayarak çenesinin ucuna doğru kaymasına ve orada kalmasına izin verdi. 'Hayatıma kattığın anlam konusunda karamsar düşüncelere sahipsin değil mi?' Gereksiz olduğu doğruydu nefes almasının. Öldürmek istedi kendini o anda. 'Sana ne kadar değer verdiğimi, veriyor olduğumu ve vereceğimi göremiyor musun? Bana bak.' Parmağıyla Marv'ın bakışlarını kendine yönlendirmek adına çenesine dokunarak yüzünü çevirdi. 'Seni asla bırakmamalıydım, biliyorum.' Hüzünlü bakışları Marv'ın renkli gözleriyle karşılaştığında aşkla sarsıldı. 'Kendimden nefret etmeme sebep olan bir tüketme arzum var, meleğim. Sahip olduğum her şeyi tüketmeye meyilli olan ruhumdaki bu arzuyu engelleyemiyorum ve seni de tüketmekten korktum.' İçinden söylediği bu sözler öncekilerden çok daha somut bir etki bırakıyordu havaya. 'Korktum, Marveille. Korktum ve korkmaya devam ediyorum. Ve senin de benden korkman gerekiyor.' Dayanamadı ve kendini geri çekerek kızın etki alanından çıktı fakat kokusundan uzaklaşamıyordu. Gitmeliydi. Yapamazdı! Arkasını dönüp gidemezdi ama gitmeliydi. 'Ne yapacağım?' | |
| | | Marveille Croweix
Gerçek Adı : Aytül Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 65 Mücadele Tarafı : tarafsız olan bertaraf olur Belirgin Özellikleri : Saplantılı, doyumsuz ve dengesiz olması.
| Konu: Geri: Bir kahkaha, bir gözyaşı. Çarş. 10 Kas. 2010, 18:23 | |
| Onun o muhteşem mavi gözlerinden akan tek bir damla göz yaşı genç kadını hem çok şaşırtmış hem de içinde bir şeylerin kopmasına neden olmuştu. İçten içe emindi karşısındaki adamın ona karşı olan hislerinden ama yıllar önce onun duygularını hiçe sayarak, arkasından gitme diye bağırdığı sesini duymazdan gelerek varlığından emin olamadığı kalbinde kendisine yer kalmadığını göstermemiş miydi? Terk ederken bu kadar kararlı olmasına rağmen şimdi apaçık bir şekilde dışarıya yansıttığı karmaşasının sebebi neydi? Yüzündeki ifadeden okuyabiliyordu içinde verdiği savaşı. Görebiliyordu ama anlayamıyordu. Neydi bu kadar korkutan onu? Farkında olmadan bir şey mi yapmıştı yoksa sebep hislerinden emin olmayışı mıydı? İlişkilerinin mükemmel olduğunu hiçbir zaman savunmamıştı zaten ama çözülemeyecek kadar büyük bir sorunları olduğunu da düşünmüyordu. Ica genç kadını mutlu etmeyi başarabilen o az sayıdaki erkekler arasında olmasına rağmen çoğu zaman asasını çıkartıp o yakışıklı yüzünü uğursuzluk büyüleriyle mahvetmeyi delicesine istemişti. Kıskançlık krizi geçirip ağlarken, eline geçen ilk şey olan gümüş çerçeveyi nasıl da kafasına fırlattığını anımsadı. Geçmişten kopup zihninde beliren bu sahne, istemsiz bir tebessüm oluşturmuştu dudaklarında. Kalbinde filizlenmeye başlayan umut kırıntılarını fark ettiği anda kafasını sallayarak kendine gelmeye çalıştı. O ve Ica’nın şarkısı söylenmiş, son notalar çalınmıştı. Bundan sonra artık sadece gülümseyerek hatırlamalıydı anılarını. Daha fazlası değil.
O düşünceleri arasında bir kez daha kaybolmuşken, Ica’nın çenesini kavrayıp yüzünü kendi yüzüne doğru çevirmesiyle sıyrıldı eskimiş anılarından. 'Seni asla bırakmamalıydım, biliyorum.' Ah, demek farkındasın? ‘..meleğim..’ Ica’nın dudaklarından dökülen onca açıklamaya rağmen beyni sadece bu tek kelimeyi algılamış, eski günlerine dair duyduğu özlem bütün benliğini sarmıştı. Ona hep meleğim derdi Ica, ikisi birlikteyken ve hayatı boyunca bu kelime kadar sevmemişti hiçbir şeyi. Öylesine çok şey ifade ediyordu ki, şimdi o dudaklardan, yine aynı aşk dolu bir sesle bunları duymak genç kadını baştan aşağıya sarsmıştı, bunu belli etmese de. Onu özlüyordu, bunu inkar edemezdi kesinlikle ama hala aklında tek bir soru vardı, artık cevabı pek bir şeyi değiştiremeyecek olsa da. Neden terk edildiğini bilmek istiyordu, hiçbir şey söylemeden çekip gitmenin hesabını sormak istiyordu. Yeniden düşünmeye başladığında, az önce vücudunu saran o özlem duygusu yerini terk edilmiş bir kadının öfkesine bıraktı.‘Ne bekliyorsun ki? Pişmansın diye affetmemi falan mı? Ya da kollarına atlamamı?’ Sözlerinin ardından duraksadı genç kadın, eski sevgilisinin bakışlarındaki o aşina ifadeyi gördüğünde. Gitmekle kalmak arasında kararsız kaldığı o ifade yıllar öncesinden tanıdık geliyordu ona. ‘Hadi, durma. Git.’ Tıpkı beş yıl önce gittiğin gibi.. Cümlenin geri kalanını içinden tamamlamasına rağmen aslında gitmesi şu anda istediği en son şeylerden biriydi. İçinde bir yanı delicesine arzuluyordu karşısındaki adamı, diğer yanıysa sonsuz bir nefret doluydu ona karşı. Ama yeniden gitmesi? Hayır, aynı şeyi ikinci kez kaldıramazdı. Git demesine rağmen gitmesini istemiyordu. Onu kollarının arasına almasını ve bir daha asla hiçbir yere gitmeyeceğine dair sözler vermesini istiyordu, bunun gerçekleşmeyeceğini bilse bile.
| |
| | | | Bir kahkaha, bir gözyaşı. | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|