|
|
| Hogwarts Görevli Alımları | |
|
+4Valaraine Ophelia Madolen Dominique Lûthien Mirjana Jeftanovic Marcus Leonard Clayton 8 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Marcus Leonard Clayton
Gerçek Adı : Quaresma. Kayıt tarihi : 29/10/09 Mesaj Sayısı : 193
| Konu: Hogwarts Görevli Alımları Çarş. 06 Ekim 2010, 16:00 | |
| Hogwarts şatosunda görevli olmak istiyorsanız, doğru yerdesiniz. Şimdi tek yapmanız gereken, aşağıdaki formu doldurmak. Yalnızca bir kütüphane sorumlusu, bir hademe ve bir bekçi olacağını unutmayarak, Hogwarts çalışanları kadrosuna bakmayı unutmayın.
- Kod:
-
[size=11][b]Karakterin Tam Adı:[/b] [b]Günlük Aktiflik Süresi:[/b] [b]Örnek Rol Oyunu:[/b][/size] | |
| | | Mirjana Jeftanovic Hogwarts Hademesi
Gerçek Adı : Passive. Kayıt tarihi : 29/10/10 Mesaj Sayısı : 26 Mücadele Tarafı : Kargalar. Belirgin Özellikleri : Altı tane dil biliyor, daha ne?
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Cuma 29 Ekim 2010, 15:57 | |
| Karakterin Tam Adı: Mirjana Drago Jeftanovic Günlük Aktiflik Süresi: İki, üç saat civarı. Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
"Balkabağı suyundan nefret ediyorum. "Bende." "Neden bizde Mugglelar gibi şeftali suyu veya ona benzer şeyler içmiyoruz ki?" "Muggle içeceklerini sevmem ben Verônica." Georgina'nın tek kaşını kaldırıp konuşmaya başlamasıyla birlikte ne dediğini çözmeye çalışmıştı. Ağzında kocaman, garip tadı olan tatlımsı şey bulunurken ağzından çıkan kelimeleri seçmek çok zor oluyordu Verônica için. *Muggle dedi. Birde, sevmemek. Evet, sanırım anladım.* Düşünceleri bakışları tabağa yönelirken hızlı bir şekilde başını kaldırıp Georgina'ya baktı. Hemen ardından onun yanında oturan Peter'a. "Hey Michael söylesene, Muggle içeceklerini seviyor musun?" İncelikten ölecek kadar zayıf olan çocuğa alıcı gözüyle baktı. Kısacık saçları kakao tozu bol kaçmış, çikolatalı keke benzeyen teninde görünmüyordu. Kahverengi gözleride çok dikkat çekici değildi. Aslında vücudunda çekici olan yalnızca üç yer vardı; gözünün kenarında kalan beyazlıklar, beyaz dişleri ve avuc içinin kremimsi rengi. Kalın dudaklarını yalayıp tok bir sesle konuşmaya başlamıştı zenci çocuk. "Evet! Tanrı'm! Halam bir keresinde çilekli süt yapmıştı. Daha öncede içmiştim ama bu, mükemmeldi! Ayrıca meyve suyu olarak geçebileceğim tek şey şeftali suyu tabii ki!" Dişlerini göstererek gülümseyip Georgina'ya bakmıştı Verônica. Heyecanlı bir şekilde ayağa kalkıp Michael'a doğru uzattı eline. "Katılıyorum, dostum." Bir zenci gibi konuşmaya çalışsa da aksanı ve beceriksizliği bunu ele vererek etrafındakilerin gülmesine yol açmıştı. Michael'ın elini sıkmasıyla birlikte geri oturdu tahta yere. İşaret ve başparmağıyla aldığı çilek ağzına gidene kadar beş parmağıyla buluşmuş, onları da yapışkan yapısına bulayıp, kırmızı lekeler bırakmıştı. Aynı şekilde bir tane daha çilek attı ağzına. Parmaklarını tek tek yalamaya başlamıştı, her seferinde de konuşuyordu. "Ben..." Başparmağını yalamıştı, "...dersliğe..." işaret parmağına geçmişti, "...gidiyorum." Diğer üçünü de hızla yalayıp yanında getirdiği silindir şeklindeki parşömeni dikkatle eline aldı. Dikkatli davranmasının tek sebebi parşömenin içine özenle yerleştirilmiş tüy kalemi ve mürekkep kutusuydu. Mürekkep kutusu yere düşse yanındaki üçüncü sınıf kıza denk gelecekti ve kesinlikle kavga edeceklerdi. Böylece derse geç kalacaktı. Bu tür şeyler yaşamak istemediği için dikkatlice ilerlemeye başlamıştı. “Verônica bekle.” Arkasından gelen sesle birlikte dönmüştü o tarafa. Michael ve Georgina peşinden geliyorlardı. Çatal bıçak seslerinden hafifçe sıyrılarak koridora çıktı. “Ben bu Kehanet dersinde Michael’la oturmak istiyorum, sorun olur mu?” “Yo, hayır. Oturun tabii.” Yüzünde oluşan gülümseme gerçekçiydi. Onlara darıldığı falan yoktu. Neden darılmalıydı ki? İstediği kişiyle oturabilirdi ve buna karışamazdı değil mi Verônica? O da başka birisini bulurdu ya da yer bulamayan birisi karşısına geçip oturabilirdi. Her binadan kişiyle oturabilirdi. Ne olacaktı ki? Eğlenceli olurdu. En azından arkadaş çevresi genişleyebilirdi. Üç Gryffindorlu ufak ve aceleci adımlarla bahçeye çıkıp oradan kulelere geçmek için kapıya yönelmişti. Peki ya, Verônica kimle oturacaktı. İçten içe bu düşünceler ele geçirmeye başlamıştı zihnini. Kimle oturacaktı? Kim yanına oturacaktı? Bir Slytherin mi gelecekti yoksa bir Gryffindor mu? Belki de bilmiş bir Ravenclaw oturacaktı yanına ya da içine kapanık bir Hufflepuff… Aslında son düşünce saçmaydı. Şu ana kadar hiç içine kapanık Hufflepuff görmemişti. Genelde kendi binasından bile eğlenceliydi onlar. Ders konusunda bir fikre sahip değildi ama… İyilerdi herhalde. Burnuna ezilen çimlerin ve ıslak toprağın kokusu geldiğinde dışarı çıktığını fark edebilmişti. Hafif hafif yağmur çiselemeye devam ediyordu. Parşömenini bol cübbesinin sağ kolunun içine sokuşturdu. Eli görevini bitirdikten sonra hızlıca şapkasına gitmişti. Kabarık saçlarıyla büyük bir savaş verse de o şapkayı geçirmişti başına. Neden kabarıktı ki saçları? İstemiyordu. Aslında seviyordu da. “Koşmalıyız bence.” Michael’ın sesi duyulurken yağmur gücünü biraz daha göstermeye başlamıştı. Sanki Verônica’nın saçlarını iyice kabartmak istiyordu. Neden kuleye koyarlardı ki bu tür derslikleri? Hepsini bir kata toplasalardı da öğrenciler rahat etseydi ya. Aslında, öğrenciler değil, birinci sınıflar. Hatta birinci sınıflar bile değil, açıkçası yalnızca Verônica rahat etseydi; çok mu şey istiyordu? Dudağını büküp umursamaz bir tavır takınmıştı yüzüne. Her türlü mimiği yapabildiği için pek zor olmamıştı. Bazen oyuncu olmayı düşünmüyor değildi. Dersliğe adım attığı an gördüğü manzarayla şaşırma ve hayret duygularını bir anda yaşamıştı. Yanan mumlar ortama hafif bir hava verirken tütsü… Gerçekten mükemmel! En arka tarafa geçmişlerdi. Mumların daha iyi iş çıkaracağından emindi. En azından zihnini açabilirdi bu yanan şeyler. Ayrıca camda açıktı; yani temiz hava rahatlamasına neden olacaktı. Hemen yan tarafta Georgina ve Michael oturmuş sohbet ediyorlardı. Pek geç gelmemişlerdi ama sınıf neredeyse doluydu. Bina profesörüne bir kez daha hayranlıkla baktı. *Genç ve güzel. İlerde onun gibi olmak istiyorum.* Düşüncelerinden başını sallayarak kurtulmuştu. Gözleri önündeki kısa masaya takılmıştı. Üstünde bir kitap ve bir deste duruyordu. Meraklı bakışlarını desteye çevirirken ne olduğunu da çözmeye çalışıyordu. “Oturabilirim değil mi?” Gözleri hala destedeyken başıyla onaylayıp pufu işaret etti. Karşısında kim vardı bilmiyordu. Cinsiyetini bile bilmiyordu. Ses tonuna dikkat etmemişti ki. “Anlaşılan tarot falına bakacağız.” Gözlerini güçlükle ayırdı garip görünümlü desteden. Gözleri masmavi gözlerle karşılaşınca bir an nefesi kesilmişti. Dudakları birbirinden hafifçe ayrılıp arasını açmıştı. Cam gibi mavi gözler. İçinde hiçbir şekilde yeşil veya kahverengi yoktu. Tamamen mavi. Ne kadar muhteşem! Beyaz tenini yalnızca sağ kaşının üstünde duran beni bozuyordu. Sol tarafta mıydı? Hayır hayır. Bir an için kendisini Ravenclawlu çocuğun duruşuna doğru çevirdi. *Sağ taraf işte.* Çocuğun hafif uzun kesim sarı saçları arasından kahverengi tonları da sızıyordu. “Ben Vinnaford. Ravenclaw, altıncı sınıf.” “Verônica Dores Margarida Bárbara Frascuelo. Aslında yalnızca Verônica. Dores diye de hitap edebilirsin. Yani, sen bilirsin.” Yaşadığı heyecandan dolayı saçmalamaya başlamıştı. Karşısında porselen bebeklere benzer birisi oturuyordu. Ne kadar yakışıklı ama… Profesörün tatlı sesini kulağında hissettiğinde pür dikkat onu dinlemeye başlamıştı. Şu an Ben’le uğraşamazdı. Yani tarot hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Gözleri tekrar desteye dikilmişti. “Sen başlayabilirsin istiyorsan.” İrkilip karşısında oturan altıncı sınıfa baktı. Gülümsemesi. Birazdan çocukça hareketler yaparsa şaşırmamalıydı kimse. Kim böyle birisinin karşısında durabilirdi ki? Dik oturuşu, kendinden emin tavırları. *Tam bir prens. Hayır! Tam bir kral! Aslında ikisinin karışımı bir şey.* Sağ dirseğini diz kapağına koyup yanağını da avucuna yerleştirdi. “B-Ben, bilmiyorum ki. Hayatımda hiç bakmadım. Aslında, ne olduğunu bile bilmiyorum. Bu yüzden sen baksan daha iyi olur.” Ben’in gülümsemesine karşılık kendiside aptal bir surat takınmıştı. Bu Ben denilen çocuk JJM’in yerini bile alabilirdi. Çocuk desteden sırasıyla on tane kart açmaya başladı. Bir yandan ise isimlerini söylüyor ve anlatıyordu. “Para Üçlüsü, Ters Gelen Kılıç Dörtlüsü, Değnek Kraliçesi, Ters Gelen Mahkeme, Ters Gelen Kılıç Altılısı, Kılıç Sekizlisi, Yıkılan Kule, Para Beşlisi, Değnek Beşlisi, Kader Çarkı.” Belli bir süre duraklamıştı. Dudağının iç kısmını ısırıyordu ya da Verônica’nın bulunduğu yerden öyle görünüyordu. Hafifçe öksürüp gözlerini açtığı kartlara dikerek tekrar o melodik sesiyle konuşmaya başladı. “Şöhret ve mutlu olacaksın bir süre. Fakat karşılaştığın olaylara şüpheci yaklaşman bu şöhreti elinden kaçırabilir; yine de mutluluğun elinden gideceğini söyleyemeyeceğim. Mutlu olacaksın. Seni kıskananlar var etrafında. Onlara karşı kazandığın başarı onları sinirlendirse de daha sonra bu ünü ve başarıyı kaybedebilirsin. Kendine dikkat etmeni öneririm, Verônica. Etrafında durmadan kötü olaylar dönecek. Başarısızlıklar üst üste gelirken iftiralara da maruz kalabilirsin. Enerjini yitirmemen gerekiyor. Başına gelen keder ve felaketlerin üstüne kandırılmayla karşı karşıya kalabilirsin. Bu kandırılmaların sonucunda yine iftiralar atılıp sizi üzecek olsa da zaman sizi haklı çıkaracak. Bu sizi ve düşüncelerinizi biraz daha olgunlaştıracak ve bazı şeyleri gözden geçirmenize yardımcı olacak. Geçmişte yaşadığın üzücü olayların sonucunda mutluluğa ve refaha kavuşabileceksin. Yaşadıkların kötü olaylar sana yeni kapılar açacak.” Şaşkınlıkla çocuğu dinlemeye devam etmişti. Kitaba elini bile sürmemişti ve ciddiyetini bozmamıştı. Aynı zamanda bir eli parşömende not almaya devam ediyordu. “Bu konuda çok iyisin.” “Kehanetle ilgileniyorum aslında. Her neyse, ben tarot hakkında bir bilgi bilmediğini profesöre iletebilirim. Yani, bir sorun olmaz. Sanırım benim anlatmam yeterli olacaktır.” Saatine bakmıştı. “Tanıştığımıza sevindim. Sihirli günler.” Olduğu yerden kalktığında profesörün masasına asil bir şekilde ilerleyip parşömeni bırakmıştı. Hala hayran gözlerle çocuğa bakmaya devam ediyordu. *Ben, Ben, Ben. Seninle bu konu hakkında konuşmak isterim açıkcası.*
Georgina, Michael ve Ben NPC karakterdir.
On altı yaşında bir hademe olacağım, sorun olmaz sanırım? | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Cuma 29 Ekim 2010, 16:15 | |
| - Mirjana Jeftanovic demiş ki:
- Karakterin Tam Adı: Mirjana Drago Jeftanovic
Günlük Aktiflik Süresi: İki, üç saat civarı. Örnek Rol Oyunu:
- Spoiler:
"Balkabağı suyundan nefret ediyorum. "Bende." "Neden bizde Mugglelar gibi şeftali suyu veya ona benzer şeyler içmiyoruz ki?" "Muggle içeceklerini sevmem ben Verônica." Georgina'nın tek kaşını kaldırıp konuşmaya başlamasıyla birlikte ne dediğini çözmeye çalışmıştı. Ağzında kocaman, garip tadı olan tatlımsı şey bulunurken ağzından çıkan kelimeleri seçmek çok zor oluyordu Verônica için. *Muggle dedi. Birde, sevmemek. Evet, sanırım anladım.* Düşünceleri bakışları tabağa yönelirken hızlı bir şekilde başını kaldırıp Georgina'ya baktı. Hemen ardından onun yanında oturan Peter'a. "Hey Michael söylesene, Muggle içeceklerini seviyor musun?" İncelikten ölecek kadar zayıf olan çocuğa alıcı gözüyle baktı. Kısacık saçları kakao tozu bol kaçmış, çikolatalı keke benzeyen teninde görünmüyordu. Kahverengi gözleride çok dikkat çekici değildi. Aslında vücudunda çekici olan yalnızca üç yer vardı; gözünün kenarında kalan beyazlıklar, beyaz dişleri ve avuc içinin kremimsi rengi. Kalın dudaklarını yalayıp tok bir sesle konuşmaya başlamıştı zenci çocuk. "Evet! Tanrı'm! Halam bir keresinde çilekli süt yapmıştı. Daha öncede içmiştim ama bu, mükemmeldi! Ayrıca meyve suyu olarak geçebileceğim tek şey şeftali suyu tabii ki!" Dişlerini göstererek gülümseyip Georgina'ya bakmıştı Verônica. Heyecanlı bir şekilde ayağa kalkıp Michael'a doğru uzattı eline. "Katılıyorum, dostum." Bir zenci gibi konuşmaya çalışsa da aksanı ve beceriksizliği bunu ele vererek etrafındakilerin gülmesine yol açmıştı. Michael'ın elini sıkmasıyla birlikte geri oturdu tahta yere. İşaret ve başparmağıyla aldığı çilek ağzına gidene kadar beş parmağıyla buluşmuş, onları da yapışkan yapısına bulayıp, kırmızı lekeler bırakmıştı. Aynı şekilde bir tane daha çilek attı ağzına. Parmaklarını tek tek yalamaya başlamıştı, her seferinde de konuşuyordu. "Ben..." Başparmağını yalamıştı, "...dersliğe..." işaret parmağına geçmişti, "...gidiyorum." Diğer üçünü de hızla yalayıp yanında getirdiği silindir şeklindeki parşömeni dikkatle eline aldı. Dikkatli davranmasının tek sebebi parşömenin içine özenle yerleştirilmiş tüy kalemi ve mürekkep kutusuydu. Mürekkep kutusu yere düşse yanındaki üçüncü sınıf kıza denk gelecekti ve kesinlikle kavga edeceklerdi. Böylece derse geç kalacaktı. Bu tür şeyler yaşamak istemediği için dikkatlice ilerlemeye başlamıştı. “Verônica bekle.” Arkasından gelen sesle birlikte dönmüştü o tarafa. Michael ve Georgina peşinden geliyorlardı. Çatal bıçak seslerinden hafifçe sıyrılarak koridora çıktı. “Ben bu Kehanet dersinde Michael’la oturmak istiyorum, sorun olur mu?” “Yo, hayır. Oturun tabii.” Yüzünde oluşan gülümseme gerçekçiydi. Onlara darıldığı falan yoktu. Neden darılmalıydı ki? İstediği kişiyle oturabilirdi ve buna karışamazdı değil mi Verônica? O da başka birisini bulurdu ya da yer bulamayan birisi karşısına geçip oturabilirdi. Her binadan kişiyle oturabilirdi. Ne olacaktı ki? Eğlenceli olurdu. En azından arkadaş çevresi genişleyebilirdi. Üç Gryffindorlu ufak ve aceleci adımlarla bahçeye çıkıp oradan kulelere geçmek için kapıya yönelmişti. Peki ya, Verônica kimle oturacaktı. İçten içe bu düşünceler ele geçirmeye başlamıştı zihnini. Kimle oturacaktı? Kim yanına oturacaktı? Bir Slytherin mi gelecekti yoksa bir Gryffindor mu? Belki de bilmiş bir Ravenclaw oturacaktı yanına ya da içine kapanık bir Hufflepuff… Aslında son düşünce saçmaydı. Şu ana kadar hiç içine kapanık Hufflepuff görmemişti. Genelde kendi binasından bile eğlenceliydi onlar. Ders konusunda bir fikre sahip değildi ama… İyilerdi herhalde. Burnuna ezilen çimlerin ve ıslak toprağın kokusu geldiğinde dışarı çıktığını fark edebilmişti. Hafif hafif yağmur çiselemeye devam ediyordu. Parşömenini bol cübbesinin sağ kolunun içine sokuşturdu. Eli görevini bitirdikten sonra hızlıca şapkasına gitmişti. Kabarık saçlarıyla büyük bir savaş verse de o şapkayı geçirmişti başına. Neden kabarıktı ki saçları? İstemiyordu. Aslında seviyordu da. “Koşmalıyız bence.” Michael’ın sesi duyulurken yağmur gücünü biraz daha göstermeye başlamıştı. Sanki Verônica’nın saçlarını iyice kabartmak istiyordu. Neden kuleye koyarlardı ki bu tür derslikleri? Hepsini bir kata toplasalardı da öğrenciler rahat etseydi ya. Aslında, öğrenciler değil, birinci sınıflar. Hatta birinci sınıflar bile değil, açıkçası yalnızca Verônica rahat etseydi; çok mu şey istiyordu? Dudağını büküp umursamaz bir tavır takınmıştı yüzüne. Her türlü mimiği yapabildiği için pek zor olmamıştı. Bazen oyuncu olmayı düşünmüyor değildi. Dersliğe adım attığı an gördüğü manzarayla şaşırma ve hayret duygularını bir anda yaşamıştı. Yanan mumlar ortama hafif bir hava verirken tütsü… Gerçekten mükemmel! En arka tarafa geçmişlerdi. Mumların daha iyi iş çıkaracağından emindi. En azından zihnini açabilirdi bu yanan şeyler. Ayrıca camda açıktı; yani temiz hava rahatlamasına neden olacaktı. Hemen yan tarafta Georgina ve Michael oturmuş sohbet ediyorlardı. Pek geç gelmemişlerdi ama sınıf neredeyse doluydu. Bina profesörüne bir kez daha hayranlıkla baktı. *Genç ve güzel. İlerde onun gibi olmak istiyorum.* Düşüncelerinden başını sallayarak kurtulmuştu. Gözleri önündeki kısa masaya takılmıştı. Üstünde bir kitap ve bir deste duruyordu. Meraklı bakışlarını desteye çevirirken ne olduğunu da çözmeye çalışıyordu. “Oturabilirim değil mi?” Gözleri hala destedeyken başıyla onaylayıp pufu işaret etti. Karşısında kim vardı bilmiyordu. Cinsiyetini bile bilmiyordu. Ses tonuna dikkat etmemişti ki. “Anlaşılan tarot falına bakacağız.” Gözlerini güçlükle ayırdı garip görünümlü desteden. Gözleri masmavi gözlerle karşılaşınca bir an nefesi kesilmişti. Dudakları birbirinden hafifçe ayrılıp arasını açmıştı. Cam gibi mavi gözler. İçinde hiçbir şekilde yeşil veya kahverengi yoktu. Tamamen mavi. Ne kadar muhteşem! Beyaz tenini yalnızca sağ kaşının üstünde duran beni bozuyordu. Sol tarafta mıydı? Hayır hayır. Bir an için kendisini Ravenclawlu çocuğun duruşuna doğru çevirdi. *Sağ taraf işte.* Çocuğun hafif uzun kesim sarı saçları arasından kahverengi tonları da sızıyordu. “Ben Vinnaford. Ravenclaw, altıncı sınıf.” “Verônica Dores Margarida Bárbara Frascuelo. Aslında yalnızca Verônica. Dores diye de hitap edebilirsin. Yani, sen bilirsin.” Yaşadığı heyecandan dolayı saçmalamaya başlamıştı. Karşısında porselen bebeklere benzer birisi oturuyordu. Ne kadar yakışıklı ama… Profesörün tatlı sesini kulağında hissettiğinde pür dikkat onu dinlemeye başlamıştı. Şu an Ben’le uğraşamazdı. Yani tarot hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Gözleri tekrar desteye dikilmişti. “Sen başlayabilirsin istiyorsan.” İrkilip karşısında oturan altıncı sınıfa baktı. Gülümsemesi. Birazdan çocukça hareketler yaparsa şaşırmamalıydı kimse. Kim böyle birisinin karşısında durabilirdi ki? Dik oturuşu, kendinden emin tavırları. *Tam bir prens. Hayır! Tam bir kral! Aslında ikisinin karışımı bir şey.* Sağ dirseğini diz kapağına koyup yanağını da avucuna yerleştirdi. “B-Ben, bilmiyorum ki. Hayatımda hiç bakmadım. Aslında, ne olduğunu bile bilmiyorum. Bu yüzden sen baksan daha iyi olur.” Ben’in gülümsemesine karşılık kendiside aptal bir surat takınmıştı. Bu Ben denilen çocuk JJM’in yerini bile alabilirdi. Çocuk desteden sırasıyla on tane kart açmaya başladı. Bir yandan ise isimlerini söylüyor ve anlatıyordu. “Para Üçlüsü, Ters Gelen Kılıç Dörtlüsü, Değnek Kraliçesi, Ters Gelen Mahkeme, Ters Gelen Kılıç Altılısı, Kılıç Sekizlisi, Yıkılan Kule, Para Beşlisi, Değnek Beşlisi, Kader Çarkı.” Belli bir süre duraklamıştı. Dudağının iç kısmını ısırıyordu ya da Verônica’nın bulunduğu yerden öyle görünüyordu. Hafifçe öksürüp gözlerini açtığı kartlara dikerek tekrar o melodik sesiyle konuşmaya başladı. “Şöhret ve mutlu olacaksın bir süre. Fakat karşılaştığın olaylara şüpheci yaklaşman bu şöhreti elinden kaçırabilir; yine de mutluluğun elinden gideceğini söyleyemeyeceğim. Mutlu olacaksın. Seni kıskananlar var etrafında. Onlara karşı kazandığın başarı onları sinirlendirse de daha sonra bu ünü ve başarıyı kaybedebilirsin. Kendine dikkat etmeni öneririm, Verônica. Etrafında durmadan kötü olaylar dönecek. Başarısızlıklar üst üste gelirken iftiralara da maruz kalabilirsin. Enerjini yitirmemen gerekiyor. Başına gelen keder ve felaketlerin üstüne kandırılmayla karşı karşıya kalabilirsin. Bu kandırılmaların sonucunda yine iftiralar atılıp sizi üzecek olsa da zaman sizi haklı çıkaracak. Bu sizi ve düşüncelerinizi biraz daha olgunlaştıracak ve bazı şeyleri gözden geçirmenize yardımcı olacak. Geçmişte yaşadığın üzücü olayların sonucunda mutluluğa ve refaha kavuşabileceksin. Yaşadıkların kötü olaylar sana yeni kapılar açacak.” Şaşkınlıkla çocuğu dinlemeye devam etmişti. Kitaba elini bile sürmemişti ve ciddiyetini bozmamıştı. Aynı zamanda bir eli parşömende not almaya devam ediyordu. “Bu konuda çok iyisin.” “Kehanetle ilgileniyorum aslında. Her neyse, ben tarot hakkında bir bilgi bilmediğini profesöre iletebilirim. Yani, bir sorun olmaz. Sanırım benim anlatmam yeterli olacaktır.” Saatine bakmıştı. “Tanıştığımıza sevindim. Sihirli günler.” Olduğu yerden kalktığında profesörün masasına asil bir şekilde ilerleyip parşömeni bırakmıştı. Hala hayran gözlerle çocuğa bakmaya devam ediyordu. *Ben, Ben, Ben. Seninle bu konu hakkında konuşmak isterim açıkcası.*
Georgina, Michael ve Ben NPC karakterdir.
On altı yaşında bir hademe olacağım, sorun olmaz sanırım? Sayın Mirjana, 16 yaşında hademe olmanız kurgu gereği uygun olsa da Hogwarts'ın yapısını düşünürsek pekte uygun olmaz. Nedeni de Okul Müdürü'nün o yaşta ve insan olarak -yani vampir ya da doğa üstü başka bir yaratık olmadan adem soyundan gelen biri olarak ki bu yaratıkların okulda bulunması da yasaktır- sizin için çalışma izni vereceğini sanmıyorum. Eğer ki yaşınızı uygun bir kritere getirirseniz dilediğiniz rütbeyi verelim. | |
| | | Mirjana Jeftanovic Hogwarts Hademesi
Gerçek Adı : Passive. Kayıt tarihi : 29/10/10 Mesaj Sayısı : 26 Mücadele Tarafı : Kargalar. Belirgin Özellikleri : Altı tane dil biliyor, daha ne?
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Cuma 29 Ekim 2010, 16:18 | |
| Pekala, o zaman on dokuz yaşına çıkarıyorum. | |
| | | Dominique Lûthien Slytherin IV. Sınıf
Kayıt tarihi : 19/08/10 Mesaj Sayısı : 346 Mücadele Tarafı : W.T.C. RP Sevgilisi : Peace.
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Cuma 29 Ekim 2010, 16:20 | |
| - Mirjana Jeftanovic demiş ki:
- Pekala, o zaman on dokuz yaşına çıkarıyorum.
Rütbeniz veriliyor.^^ | |
| | | Valaraine Ophelia Madolen Kütüphane Sorumlusu
Gerçek Adı : Eylül Kayıt tarihi : 15/09/10 Mesaj Sayısı : 123 Mücadele Tarafı : Bilgelik Belirgin Özellikleri : Hırslı
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları C.tesi 30 Ekim 2010, 21:16 | |
| kütüphane sorumlusu olmak istiyorum. Karakterin Tam Adı: Valaraine Ophelia Madolen Günlük Aktiflik Süresi: hafta içi maksimum 2 saat hafta sonu sınırsız. Örnek Rol Oyunu: - Spoiler:
Uykusuzluk bir virüs gibi hücrelerine sızıyor uyuyamadıkça çalışıyor çalışıyor ve çalışıyordu. Narin parmakları her adımı kusursuzca tekrarlarken bu çalışmaların verimsiz olmadığını gösteriyordu. Evindeki Beyaz kuyruksuz piyano her gece adeta canlanıyor Valaraine'ye sadık bir dost olup sabaha kadar değişik parçalar çalıyor bazen yeni besteler yaratıyordu. Büyük bir evi çok eşyası yoktu onun, çok parası da yoktu. Değerli sayılabilecek tek eşyası anneannesinin piyanosuydu. Hayattan tüm beklentisi çok ünlü bir müzisyen olmaktan ibaretti. Hayal kurardı hep; yıllar sonra hayranlarını bıktırmadan köhne bar köşelerinin ruhsuz piyanisti haline gelmeden zirvedeyken bırakacaktı. Daha sonra evlenip bir kız çocuğu dünyaya getirecekti. Kendisine benzeyen kızıl saçlı bembeyaz narin tene sahip gözlerinden yaşamın anlamını izleyebileceği bir kız. Uyuyamadığında onu, yatağının köşesine oturarak sabaha kadar izleyecekti. Şimdi hedeflerine daha yakındı. Başarının kokusu her yanını sarmış emekleriyle gurur duyuyordu. Carmen... Evet evet sahneye konduğunda ses getirecek bu opera Valaraine'yi de ünlü yapacaktı.
Uykusuz geçen birçok gecenin sabahında yaptığı gibi bu sabah da kocaman bir kupa kahveyle güne merhaba demişti. Kahverengi dolabının karşısına dikilip giyecek bir şeyler aramaya koyuldu. Siyah Kumaş pantolonunun üstüne koyu yeşil bir gömlek buldu. Dişlerini fırçaladı, dışarıda kar yağdığı için kalın bir mont alıp evden çıkmadan önce kocaman bir dosyayı -bunlar Carmen'in notalarıydı- kucaklamayı ihmal etmedi. Evine yeterince yakın olan Opera binasına yürüyerek ulaştı. Kar en güzel doğa manzaralarıyla Paris'in ışıltılı sokaklarında göz doyururken Valaraine Opera binasının büyük kapılarından geçerek içeri girdi.
Les anneaux de cuivre et d'argent reluisaient sur les peaux bistrées; d'orange ou de rouge zébrées les étoffes flottaient au vent. La danse au chant se mariait, la danse au chant se mariait; d'abord indécise et timide, plus vive ensuite et plus rapide... cela montait, montait, montait, montait! Tra la la la tra la la la tra la la la tra la la la la la la la.
Kulaklarını dolduran ses irkilmesine yol açtı. Sonra iç geçirdi. Birçok gün olduğu gibi Nicci yine ölesiye çalışıyordu. Herkes hırslı olabilir bu normaldir fakat bu kızdaki hırs değildi. Asla bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi varmış gibiydi. Valaraine'nin şu ana kadar duyduğu en güçlü sesin sahibiydi. Mükemmel sesiyle insanları büyülerdi. O şarkı söylerken izleyicilerin kulakları kaşmir yastıklarla okşanırdı adeta. Narin bedeniyle yaptığı her hareketi yakıştırmasını bilirdi. Arwen düşünceleriyle gülümserken Nicci'nin sesi kesildi. Çıplak ayakların aceleci adımları duyuldu bir süre hemen sonra Nefes nefese Başrol oyuncusu “Ophelia, ne işin var burada?” diyerek şaşkınlıkla baktı.
Valaraine gülümsedi.''Prova yapayım demiştim ama yalnız kalmak istersen anlarım.'' bunu söylerken pek ciddi olmadığı belliydi çünkü sahneye Prova için konmuş piyanoya ilerledi. Arkasına küçük bir bakış attı. ''Piyanist başparmağını kırmış. Beni aldılar yerine'' kısa açıklamasının yeterli geldiğini anlamıştı.
Müzik emek ister; çocuk yapmak ve ona bakmak gibidir müzik bir bakıma. Başladıktan sonra ilgilenmezseniz ona kendinizi adamazsanız çığırından çıkar, baş edemeyeceğiniz bir hal alır, küser size. Canlanmazsa hayaller, gözler kapatıldığında görülmezse düşler, notalar en yakın arkadaşlar haline dönüşmemişse ne yazık ki ilerlemek de imkânsızlaşır müzikte. Notalar birleşip kanatlarınız olmalı sizi başka dünyalara uçurmalı. Evrenseldir müzik ister Türk olun ister İngiliz hiç fark etmez onun kendine özgü dili vardır. Müzik kulağınız yoksa anlayamazsınız ne kadar çalışsanız da. Diğer dillerden ayırır bu yönü eşsizleştirir onu. Bazılarımıza hiçbir bir şey ifade etmesede ilgilenen için tutkudur. Sabırlı olmayan bir arpa boyu yol alamaz.
Valaraine hülyalı hareketlerle piyanonun başına oturdu. Tuşlarında, parmakları aşina bir arkadaşı selamlarmışçasına nazik hareketlerle gezindi kısa bir süre. Gözlerini yumdu. Rastgele bir notaya bastığında salonu canlandıran ses içinin de kıpırdanmasına yol açmıştı. İç geçirdi. Simsiyah kuyruklu piyano parlak yüzeyiyle, salondaki tarih kokusuyla tezatlık oluşturuyor bu onu daha da dikkat çekici yapıyordu. Hazır olup olmadığını anlamak için Nicci'ye baktı. Zarif bedenini piyanoya yaslamış elindeki kağıtlara göz gezdiriyordu. Dakota, yüzünü incelemeye başladı. Mavi gözleri sarı saçlarının altında yüzüne derinlik katıyordu. Uzun boyuyla tam bir Slavdı.
Valaraine'nin ailesinin durumları çok iyi değildi ama çok sevgi dolu bir ailelerdi. Mr. Qernéé yağmurlu gecelerde küçük kızını dizine oturtur sıcak çikolata eşliğinde masallar anlatırdı. Okula yatılı gideceğini öğrendiğinde zavallı adam ağlamıştı. Şimdi ise onu sık sık ziyaret ediyorlardı.
Giriş notalarını ağır ağır bastı. Önce geç kalacak sandığı Nicci'nin sesi sırası geldiğinde salonu doldurdu. Arwen'in içine umut tohumları serpildi sanki. Çaldı, çaldı, çaldı. Sahneye konduğu günü hayal etti. En güzel büyü buydu işte; Seyircilerin alkışlaması. Kim olursanız olun alkış sesi sizi mutlu eder istisnası yoktur. Sen taktir gördün aferin demenin farklı bir yoludur. Ayakta elleri sızlamaya başlayana kadar yüzlerinde kocaman bir sırıtmayla el çırpan insanlar tek bir şeyi çağrıştırır, Başarı...
Nicci'nin esrarengiz sesi Carmen'i canlandırdı. İki kişi olmalarına rağmen bir orkestradan çıkabilecek ses çıkarıyorlardı. Opera binasının duvarları sesi yansıtıyor bu ikili seslerini daha iyi duydukça gururlanıp daha bir coşkuyla çalıyorlardı. Mutluluk buydu işte uğruna çalışılabilecek bir şeyin olması. Ophelia gülümsedi huzurlu bir gülümseme...
avec un éclat métallique, et sur cette étrange musique les zingarellas se levaient. Tambours de basque allaient leur train, et les guitares forcenées grinçaient sous des mains obstinées, même chanson, même refrain, même chanson, même refrain. Tra la la la tra la la la tra la la la tra la la la la la la la. Sur ce refrain les Bohémiennes dansent.
Parmaklar notalarda hayat buldukça, aryalar tavana çarpıp yankılandıkça, Carmen yeni seslerle canlandıkça salonda sıcak bir hava hakim oldu. Çok yakın olmayan bu iki arkadaşın tek ortak noktası müzikti ama bu öyle bir enerjiydi ki birlikteliklerinden doğan; hisseden herkesi içine çekebilecek gücüyle elle tutulacak somutluktaydı nerdeyse. Arwen Nicci’ye baktı. Sesi hem piyanoyla beraber hem ayrı duyuluyor, narin vücudu salındıkça hoş bir parfüm kokusu yayılıyordu. Mavi alev alev gözlerinde acının yansıması vardı. Dudaklarındaki gülümseme gözlerine taşınamayacak kadar sahteydi. Bu ipek sesli kadın sorunlarını belli etmemeye and içmişti. Soğuk duruşunun altında yatan yalnızca güçsüzlüktü ve kusursuz yalanlar. Kendine güçlüyüm şiirleri düzmüş inanmak için kendi sesi dışındaki tüm seslere kulak tıkamıştı. İnsanların zayıflıklarını görmesinden nefret edeceği belliydi. Kimse görmesin diye kalbinin derinliklerinde kabuk bağlayan yaralarının üzerini örtmüş etrafına duvarlar örmüştü. Valaraine bir bakışla insanların tüm psikolojisini çözebilirdi. Nicci’yi düşünürken kendi kişiliğiyle burun buruna geldi. Hayatı boyunca herkese yalan söylemişti saçma sapan nedenlerle gereksiz yere ve sürekli. Artık bu kötü alışkanlığını bıraksa da dudakları yalana aşinaydı, sesi titremez ya da bakışlarını kaçırmazdı doğruları saptırırken. Soğukkanlılıkla her türlü yalanı söyleyebilir ve buna herkesi inandırabilirdi. Masum yüzüyle insanlara güven veren bir havası vardı. Yalancı olabilirdi evet ama asla ihanet etmezdi sırlara. Ağzı, kulaklarının duyduklarını mühürler kendisiyle bile konuşmasına engel olurdu. Bu yüzden iyi bir dert dinleyici oldu fakat iyi bir dost olamadı kimseye. Şimdilerde dilini yalandan arındırdıkça çevresi genişleyip onu sevenler artmıştı.
Valaraine'nin anneannesi çok güzel bir kadındı. Kızıl saçları çağlayanlar gibi omuzlarına dökülürken her zaman dik sırtıyla özgüven timsali idi. Mavi gözlerine bakınca engin denizlerde doyasıya yüzüyormuşçasına özgürlüğü hissederdiniz iliklerinizde. Valaraine'e piyano çalmayı o öğretmişti. Mükemmel bir müzik kulağı olduğuna inandığı için torununun üzerinde yıllarca uğraşmıştı. Ödülü ise mükemmeldi, bir hafta önce ölmeden Carmenin piyanisti torunundan eseri ilk dinleme şerefine nazır olmuştu. Gözlerini hayata yummadan önce kulakları cennete gitmişti Carmen'le... Dışarıdaki kar tipiye dönerken sert rüzgar insanların yüzünü bıçak gibi kesiyordu. Kol kola girmiş sevgililerin sıcaklığı dışında havayı ısıtan tek şey Opera binasından yükselen seslerdi. Eserin son nakaratı da Nicci’nin dudaklarında solunca Ophelia kıkırdadı. ''Harikaydık, mükemmel oldu, herkes bayılacak, harikaydın!'' Küçücük boyuyla sahnede koşuştururken çok tatlı görünüyordu. Ufak fiziğiyle ilk bakışta insanın kucağına oturtup sevesi geliyordu. Turuncuya yakın kırmızı saçları beyaz teninin üzerinde onu tamamlıyor kahverengi sıradan gözlerine de anlam katıyordu. Birden durdu gözlerinde bir pırıltı belirmişti. ''Sıcak çikolata getirmiştim. İçeriz değil mi? Evet evet içeriz'' Valaraine'e göre herkes sıcak çikolata severdi. Daha istisnasıyla karşılaşmamıştı. Çantasına koştu içinden kocaman bir termos çıkardı. İçine doğmuştu adeta burada yalnız olmayacağı iki de bardak çıkınca arkadan Nicci şaşırdı. Önce yalnızca gülümseme çizgisi olan tebessüm yüzünde yayıldıkça büyüdü sırıtma halini aldı. Bardakları piyanonun üstüne koyup içlerini sıcak çikolatayla doldurdu. Nicci'ye bir bardak uzattı. Çikolata kokusu müziğin tutkusuyla buluştu…
| |
| | | RàzìèL StormFury Vampir Kontu
Kayıt tarihi : 03/10/09 Mesaj Sayısı : 360 Mücadele Tarafı : Countess RP Sevgilisi : My unholy blessing, Claudia Johannes Varjus
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları C.tesi 30 Ekim 2010, 21:57 | |
| | |
| | | Feronia Lilith Davis Şifacı
Gerçek Adı : Büşra Kayıt tarihi : 26/10/10 Mesaj Sayısı : 26 Mücadele Tarafı : İlaçlar *-* Belirgin Özellikleri : Peter Pan sendromu* RP Sevgilisi : Nutella'sı ona yeter...
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 18:08 | |
| Karakterin Tam Adı: Anna Maria Benson Günlük Aktiflik Süresi: İki-Üç Saat Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
"Düşün, düşün... Mutlaka bir şey olmalı!" yine aklından bin bir düşünce dolanıyordu Anna’nın. Bu onu adeta deliyedöndürüyordu. Bir konu üzerinde öylesine uzun uzun düşünmek ona göre bir şey değildi, fakat düşünmeden de bir çözüme ulaşamayacağını biliyordu. Sonuçta gökten gelmiyordu ya bu cevaplar? Odanın içinde sağa sola dönüp duruyordu adeta. Yalnızca yanan şöminenin çıkardığı cılız cızırtılar ve saatin tik-takları odanın içinde yankı yapıyordu. uzun zaman sonra ilk defa Anna’nın evi bu kadar sessiz oluyordu. Sessizliği de sevdiği söylenmezdi aslında, yalnız kalmak ona göre değildi ama bugün... Bugün tam da ona göreydi adeta, evde kimse yoktu. Aslında olmaması da onun işine gelmişti çünkü bu küçük sırrın duyulmamasını istiyordu. Ona göre kişinin yalnız hayatında kendi olmalıydı, hayatta güvenebileceği tek kişi kendisiydi. Zaten bundan dolayı "taş kalpli" gibi sözler arkasından söylenmiyor muydu? Ama o yine de bu sözleri umursamıyordu, çünkü söyleyen kişilerin umursanacak kadar değerli olduğunu düşünmüyordu. Düşünceli tavırlarla ağır ağır odasına doğru çıktı. Merdivenlerden çıkarken düşünceleri birbirine giriyor, aklını adeta savaş alanına döndürüyordu. Komidinin üzerinde ki mektuba yine kederli bir şekilde baktı. İçinde ki sıkıntı bir kat daha artmıştı. Mektubu eline aldı ve yine bir kez daha okumaya başladı. İçinden bunu gerçek olmamasını diliyordu.
“Merhaba Anna, Uzun zamandır görüşemiyoruz umarım iyisindir. Bu gün bakanlıkta senin ve diğerlerinin eski belgeleri elime geçti. İçlerinde çok ilgincime giden kısımlarda oldu, senin de tahmin edebileceğin gibi. Bunların başkasının bilmesini de her ikimiz de istemeyiz. Bu gece 22:30’da benimle üç süpürgenin oralarda buluşursan emin ol her ikimiz içinde en iyisi olur. Henry Falcon“
Anna Henry’nin ona ettiği teklifi biliyordu. Ama eskisi gibi yeniden yapmak istemiyordu. Bu işi bıkmıştı. Artık eski Anna değildi. Henry’nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak istiyordu artık. Fakat kim inanabilecekti ki Henry’nin aslında bakanlıkta casus olduğunu? Anna bunu söylese bile ona inanmayacaklarını biliyordu. Çünkü o, onların gözünde hâla bir şüpheli gibi duruyordu. En küçük yanlışın da onu tutuklamak için hazır bekliyorlardı resmen. Bunun farkındaydı… içi sıkıntıya düşmüştü. Zamanında Henry’nin onlara yaptığı ihanet gözlerinin önüne geldikçe sinirleniyor ve ağlıyordu. Bunun yeniden olacağını biliyordu. Hanry’nin yeniden onu eskisi gibi yarı yolda bırakacağını ve ihanet edeceğini farkındaydı. Ama elinden gelen bir şey de yoktu. Gözlerinden akan yaşları sildi ve derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Yavaş adımlarla banyoya doğru yürü yürüyordu aklı yine karma karışıktı. Musluğu açtı ve yüzünü yıkadı biraz olsun bu ona iyi gelmişti. Aynaya baktığında başka birini görüyordu. Sinirden kaşları çatılmış ama bir yandan da yüzü endişeden dolayı sapsarı olmuş biri beliriyordu. Yeniden odasına döndü ve dolabını açtı giysilerine göz gezdirdi. Aklında hiçbir düşünce yoktu ne giyeceğine dair, tek düşündüğü bu işin içinden nasıl çıkacağıydı çünkü. Her zaman ki gibi yine spor bir şeyler giydi ve çekmecesinden bir miktar galleon alıp dışarı çıktı. Saat üç’ü gösteriyordu, zaman ilerledikçe düşünceleri darlaşıyordu adeta. Üç süpürge bu gün ona bir farklı görünüyordu her zamankinden. Önceden ayrılmadığı arkadaşlarıyla birlikte buluşup keyifli vakitler geçirdiği yer ona boğucu geliyordu. Adımlarını biraz daha yavaşlattı, sokaktan gelen sesleri ve gürültüleri adeta aldırmıyordu. Bunu yapabilirdi ama istemiyordu tek bu işin içinden bir an önce çıkıp gitmek istiyordu. Keşke diyebilmek ona o kadar uzaktı ki. Ağır adımları onu üç süpürgenin önüne kadar getirmişti. İçeri girdiğinde köşede ki bir masaya geçti, canı hiçbir şey yemek veya içmek istemiyordu. Başını ellerinin arasına dayadı ve Henry’i beklemeye başladı. Zaman, adeta su gibi akıp gidiyordu Henry’i beklerken. Saatine baktı saat dokuz olmuştu. Neredeyse dört saate yakındır buradaydı. Bir an dışarı çıkmak istedi ama daha boğucu ve gürültülü olabileceği için içeride kalmayı tercih etti. Henry’i beklerken bir şeyler içmenin fena olmayacağını düşündü her ne kadar canı bir şey istemese. Yalnızca biran önce tüm olanlar bitsin istiyordu. Garson’a dönerek kaymak birası istedi. Öğrencilik yıllarında ne kadar da çok içmişti kim bilir? Birası gelene kadar cebinden biranın ücretini çıkarmaya koyuldu. Zaten başka yapabileceği bir şeyde yoktu. Cebinden ücreti çıkarana kadar birası gelmişti bile. Birasını ücretini verdiği gibi bir yudum aldı ve saatine baktı. “Neredeyse yarım saat var.” Henry’nin bu gibi meseleleri geçe bırakmayacağını gayet iyi biliyordu, sonuçta eski iş arkadaşlarıydılar. Birasını hızlı yudumlarla içip dışarı çıktı.
Hava yağışlıydı ama aldırmıyordu. Dışarıda hafif bir esinti vardı, yağmur damlaları yavaşça Anna’nın yüzüne vuruyordu. Az ileriden cüppesine bürünmüş orta boylarda biri geliyordu. dışarısı karanlıktı, Anna gelen kişiyi seçemiyordu fakat Henry olduğundan emindi.Adam birazdan yaklaşınca gelen kişinin Henry olduğu kanaatine vardı. Gayet sakin görünüyordu, zaten öyle olması da gerekmiyor muydu? Sonuçta olan yine Anna’ya olacaktı bu bakımdan Henry için hiçbir sorun söz konusu değildi. “Yeniden merhaba Anna, gelmen ikimiz için de iyi oldu.” dedi sinsi bir bakış atarak ve Anna’yı sanki hiç görmemişçesine süzdü. “Ne istiyorsun Henry! Geçmişte yaptıkların yetmemiş gibi…” aslında daha devamını getirmek istiyordu ama bunu beceremiyordu, sonuçta tüm her şey Henry’nin elindeydi şuan. “Evet, seni dinliyorum.” diyerek cümlesini yarıda kesti. “Aslında konuyu sende iyi biliyorsun Anna, küçük bir yardım ve karşılığında şu elimdeki dosyalar. Emin ol bunları kimse bilmeyecek sen ve benden başka. Bakanlığın zaten bana karşı olan tavrını ve de güvenini biliyorsun. Ne dersin edecek misin?” Anna’nın başka seçeneği yoktu gerçekleri anlatsa bile ona inanmayacaklarını biliyordu, tıpkı eskisi gibi. “Kabul ediyorum.” diyebildi yalnızca. Henry’nin yüzüne sinsi bir gülümseme belirmişti. “O halde ben sana haber veririm, bu dosyalar ise iş bitene kadar ben de kalacak.” diyerek karanlık caddede yürüdü ve gözden kayboldu.
Kendini çıkmaz bir yolda gibi hissetmişti, çok çaresiz gibiydi.Ama eğer Anna’nın eski dosyaları artık ortaya çıkmışsa Henry’nin de çıkmış olabilirdi. Eğer Julia’yı bulabilirse bunu ortaya çıkartabilirdi. “Tabii ya, Julia.” dedi, içine bir umut dolmuştu. Bu sefer oyundan Henry kazançlı çıkmayacaktı. Eğer Henry bir oyun oynuyorsa Anna’da oynayacaktı. Oyuna oyunla cevap verecekti. Eve geri dönüş yolunu tuttu, aklında Henry vardı ama daha da önemlisi Julia… Hızlı adımlarla Hogsmeade’tan ayrılırken aklında Henry’e oynayacağı oyunun senaryosunu canlandırıyordu. Şifacı olmak istiyorum. ^^ | |
| | | Chanelle Schraubus Hogwarts Bekçisi
Gerçek Adı : Ela. Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 24 Mücadele Tarafı : Sessizlik. Belirgin Özellikleri : Oldukça naziktir, yine de herkese karşı mesafeli davranır, birini çok iyi tanımadan asla yaklaşmaz.
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 19:27 | |
| Kütüphane Bekçisi olmak istiyorum. Karakterin Tam Adı: Chanelle Schraubus Günlük Aktiflik Süresi: 2-3 saat. Örnek Rol Oyunu: Soğukluğu derimin altına inen, adeta içime işleyen ıssız koridorlardan yürümeye devam ettim. Yönümü bilmiyordum, nerede olduğum, nereye gittiğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Sadece yürüyordum işte. Bazen sebebi olmadan bir şeyler yapmak iyi geliyordu. Uzun zamandır yapmadığım bir şeydi. Sebebi olmadan, sadece yapmış olmak için. Hogwarts henüz yeni açılmıştı. Onun öncesindeki anılarımı benden başkası bilemezdi. Sebepsiz yere hiçbir şey yapma iznimin olmadığı, kâbus gibi günlerdi. Bu kâbusları yaşatan kişinin adı netti; Kişisel danışmanım olmak için beş yıl önce tutulan Madam Lefepre... Bana göre yüzyıllar, kendisine göre henüz yeni; Hogwarts'dan mezun olmuş bu yaşlı başlı, buruşmuş kadın. Bir muggle olmasına rağmen zekâsıyla Ravenclaw'dan mezun olmuş ve aslında herkesin Ravenclaw olması taraftarı olan biriydi. Nasıl Slytherin'liler safkan olmayanlara karşı düşmanlık besliyorsa, Madam Lefepre de Ravenclaw olmayanlara karşı düşmanlık beslerdi. Özellikle de Slytherin'sen onun yanındayken dünya çok zordu. O, Slytherin'dekilerin beyinlerini kullanmak yerine asalarıyla etrafa ölüm saçan canavarlar olduğunu söylerdi. Ve evet, bu onun için bir hakaretti. Bu yüzden asla sanışmanlık yaptığı çocukların evebeynlerinin Slytherin mensubu olmamış olmasına dikkat ediyordu. Evet, beni de böyle seçmişti. Annem Gryffindor, babam ise Ravenclaw mezunuydu. Madam Lefepre, ailede bir Ravenclaw olduğunu ve diğer üyenin de iyiliğe yatgın olduğunu duyunca, beni asla kaçırmadı ve Hogwarts açılmadan bir ay önce beni kampa aldı. Sürekli ay çok geç kaldık ama ben seni evcilleştirmesini bilirim diyordu ve öğrencilerinden sanki birer hayvanmış gibi bahsediyordu. Bizlere, seçmen şapka başımızdayken aklımızdan geçireceğimiz şeyleri ezberletiyordu, zeka olmadan hiçbir şey olmaz, kötülükten iğreniyorum, mantığım neyi söylerse onu yaparım. Ancak Slytherin olacağımı nerden bilebilirdi? Prensipleri gereği bir kişinin danışmanı olduktan sonra onu asla yarı yolda bırakmazdı. Bu yüzden beni de bırakmadı. Slytherin olduktan sonra beni bir stres atma aracı olarak gördü. Diğer çocukların çok büyük bir kısmı Ravenclaw olmuştu. Arada bir Gryffindor ve Hufflepuff'lar da çıkmıştı ancak Slytherin olan bir tek bendim. Aslında bakılırsa onun ilk ve tek Slytherin öğrencisiydim. Madam Lefepre diğerlerine asla kızamazdı. Yasakları çiğneseler bile. Bu yüzden stresini daima benden çıkarmıştı. Ne de olsa Slytherin'ler kurallara uymayan canavarlardı değil mi? Küçükken bunlar pek sorun yaratmıyordu ancak büyüdükçe işler kötüleşti. Çünkü asiller -evet, Madam Lefepre onlara asiller demem için beni zorluyordu ve demezsem disiplin cezası alıyordum- git gide büyümüş ve yasaklara uymamak konusunda inatçıydılar. Böyle durumlarda Madam Lefepre gelir, beni bulur ve disiplin cezalarını tekrar tekrar uygulardı. En çok da bir tanesini: Zindanlar. Slytherin'lilerin oraya ait oldukları konusunda bir takıntısı vardı. Bu yüzden ne zaman iftiraya uğrasam beni zindanlara hapsederdi. Duvarlardaki taşların sayısı, şekli her zaman ezberimde. Tavanda yetmiş, sağ duvarda elli, sol duvarda elli, arka duvarda ise yetmiş tane var. Artık zindanların yemek menüsünü de ezberlemiştim. Sabahları su. Öğlen su ve artık ekmek. Akşam ise çorba, pilav ve su. Ancak akşam yemeği hiç ziyafet sayılacak kadar çok miktarda olmadı. Pilav her zaman avucum kadar olurdu ve çorba da daima soğuk ve kıvamsızdı. Bu yüzden olacak ki beş sene boyunca üç kere yeme bozukluğu sebebiyle hastahaneye kaldırıldım.
Böyle zamanlarda gelen ailemin yanında ağlamaklı bir yüz ifadesi takınır ve evebeynlerime çok başarılı bir şekilde yalan söylerdi, Slytherin olduğu için halâ çok üzgün. Ona önemi olmadığını söylüyorum ama beni hayal kırıklığına uğrattığı için halâ çok ama çok üzgün. sonra da sanki sinir krizi tutmuşçasına bayılma numarası yapardı ve ailem ona hemen inanırdı. Birkaç kez bu konuşmayı, bayılmanın eşiğindeyken duymuştum. Madam ayıldıktan sonra aileme beni onunla bırakması için adeta yalvarırdı. Beni çok sevdiğini, asla kaybetmek istemediğini söylerdi. Ve evebeynlerim ona tekrar tekrar inanırdı. Olaylar tekrarlanmaya başlayınca nasıl şüphelendiklerini anlayamıyorum. Ancak bildiğim tek şey varsa, bu da Madam Lefepre ve asiller, git gide bir kötüye dönüşmüşlerdi. Slytherin'i suçladıkları şeye, canavarlara. Ve bunu görebilen tek kişi bendim, bu beni oldukça hırpalıyordu. İşte bu yüzdendir ki, Slytherin dışındaki binalardan nefret ediyorum. Bu yüzden diğer binalardakileri gördüğü yerde aşağılamaktan asla çekinmiyorum. Bu yüzden adım huysuza veya kötüye çıkabilir, umrumda bile değil. Tek umrumda olan şey, bana yaşattıkları belaları onlara yaşatmak. Bilmiyorum farkında mı ama Madam Lefepre'nin bana yaşattıkları, beni tamamen kinci birine çevirmişti. Geçmişimin uğursuz gölgesinden silkinerek uzaklaştım. Bu sırada ayak sesleri duydum. Bu seslerin peşine gittim. Evet, bunu yapmamam lazımdı ancak giden kişinin profesör olmadığına emindim. Çünkü ayak sesleri çok kalın değildi. Bu da o kişinin hafif olduğunu gösteriyordu ve profesörlerden hiçbiri bu sesi çıkaramazdı. Sesin peşinden gitmeye devam ettim ve sonunda bir kapıdan girdiğini gördüm. Bu kapının nereye açıldığının bilincindeydim, kelid aynası... Yıllardır, görmek istediklerimden çekinip girmemiştim. Ancak şimdi yabancının görmek istediklerini görmek için o odaya girmek istiyordum. Onunla dalga geçecektim. Hem de feci bir şekilde. Kapıyı yavaşça araladım ve kafamı içeri uzattım. Sarışın bir kızdı gördüğüm. Onu tanıyordum, Aurelia... Ravenclaw'dandı. Ancak yıllardır onunla dalga geçmemiştim. O kızda farklı bir şeyler vardı. Bana feci şekilde kendimi anımsatıyordu. Bu yüzden ona bir şeyler çektirmek istememiştim ancak şu anda alay etmeye oldukça açtım ve etrafta başka kimse de yoktu. Alayımın dozunu biraz düşürerek kendime acı çektirmemeye çalışacaktım. Derken gözyaşını gördüm. İşte bu beni alay etmek için biraz daha kamçıladı çünkü yıllardır inatla ağlamamıştım. Bana yaşatılanlara tepki olan gözyaşlarımı daima içime atmıştım. Bu da daha çok acı çekmeme sabep olmuştu çünkü asiller ve Madam gözyaşı istiyordu. Slytherin'in yenildiğini görmek istiyordu. Bu hırsla odadan içeri süzüldüm ve Aurelia'nın hemen arkasına geçtim. Ne gördüğü umrumda bile değildi. Bunun onda ne denli iz bıraktığını da. Ancak benim yaşadıklarımdan daha kötü bir şey olamazdı. Onu alkışlamaya başladım. Bu alaycı bir alkıştı. Aynı zamanda alaycı bir tebessüm yerleştirdim çehreme. Bir süre bu durum devam ettikten sonra ifademle doğru orantılı bir ses tonuyla konuştum. "Ah, Aurelia; bu ne duygusal bir tablo. Neredeyse beni de ağlatacaktın!" | |
| | | Mark Rutledge
Gerçek Adı : Furkan. Yaş : 29 Kayıt tarihi : 13/08/10 Mesaj Sayısı : 31 Mücadele Tarafı : Hogwarts. Belirgin Özellikleri : Her zaman uykuluymuş gibi görünür.
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 20:15 | |
| Anna Maria Benson'un başvurusu onaylanmıştır. Chanelle Schraubus, kütüphane bekçiliği gibi bir rütbe bulunmamaktadır. Kütüphane sorumlusu vardır, ancak o da dolu bir mevkidir. Hogwarts çalışanı olarak çalışmak istiyorsanız, seçilebilir tek mevki Hogwarts bekçiliğidir. | |
| | | Chanelle Schraubus Hogwarts Bekçisi
Gerçek Adı : Ela. Kayıt tarihi : 01/11/10 Mesaj Sayısı : 24 Mücadele Tarafı : Sessizlik. Belirgin Özellikleri : Oldukça naziktir, yine de herkese karşı mesafeli davranır, birini çok iyi tanımadan asla yaklaşmaz.
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 20:30 | |
| O halde Hogwarts Bekçisi olmak istiyorum. | |
| | | Mark Rutledge
Gerçek Adı : Furkan. Yaş : 29 Kayıt tarihi : 13/08/10 Mesaj Sayısı : 31 Mücadele Tarafı : Hogwarts. Belirgin Özellikleri : Her zaman uykuluymuş gibi görünür.
| Konu: Geri: Hogwarts Görevli Alımları Ptsi 01 Kas. 2010, 20:36 | |
| Başvurunuz onaylanmıştır. Hogwarts kadrosu dolduğundan ötürü, başlık kilitlenmiştir. | |
| | | | Hogwarts Görevli Alımları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|