Mekan ~ Vigoureux Malikanesi.
Zaman ~ Akşam üstü, saat altı suları.
Kurgu ~ Amcasının yanında sevgi kavramından yoksun olarak yetişen genç bir cadının kendisine verilmesi gereken sevgiyi uyuz bir yaratığa veren amcasına karşı kıskançlığına yenik düşerek amcasının tek sevdiği varlığı, kraliçe muamelesi yaptığı köpeğini öldürmesi ile dayısına postalanan genç cadı ve yeni cici ailesindeki ön yargılı başlangıçlar, zehirli hissiyatlar.
Oyuncular ~ James Lyer Vigoureux, Freya Artemis Vigoureux, Aimée Guerlain.
Yaptığı şeyden pişman değildi. Kendinden başka herkesten nefret eden, sevgi kavramından yoksun amcasını en zayıf noktasından vurmuştu; köpeğiyle. Köpeği yaşlı adamın adeta çocuğu gibiydi. Kendisine bir hizmetçiye verilen değer kadar değer vermeyen amcası, köpeğine bir sevgiliye taparcasına tapıyordu. Aimée’nin o uyuşuk yaratığı öldürme sebebi elbette amcası ile yaşadığı şağşalı tartışma değildi. Bilinen sebebti bu. O lanet köpeği o kadar çok kıskanıyordu ki, her havlayışında köpeğin boynuna yapışmamak için kendini zor tutuyordu. Amcasının yanında kendini hep fazlalık olarak görmüştü. Dayısını düşündü. Onu en son beş noel önce görmüştü. Beş sene öncesine kadar nezaket icabı sadece resmi tatillerde görüşüyorlardı. İşin aslı amcası onu biraz olsun başından eksik etmek için dayısına postalıyordu birkaç günlüğüne. O zamanlar çocuktu. Dayısının, yengesinin ve kuzeninin yüzünü pek anımsayamıyordu şimdi. Aralarındaki ilişki soğuktu, sizli bizli konuşuyorlardı. Aimée, dayısının malikanesine her gittiğinde eve büyük maddi zararlar vermeden oradan ayrılmazdı. Yaptığı munzurlukları düşündü kıkırdayarak. Yengesinin değerli taşlarla işlenmiş kolyesini kaza süsü verip lavaboya düşürmüştü. Daha sonra en masum halini takınarak yanlışlıkla düşürdüğünü savunmuş ve odayı öfke patlamasına mağruz kalmadan terk etmişti. Her gittiğinde kendi yaşıtında olan kuzenini döverdi. Sonra kendi saçlarını dağıtır, kollarını ısırır, elbisesini pataklar ve dayısına, kendi yaptıklarını sanki kuzeni ona yapmış gibi anlatırdı. Kuzeni ise yoluk bir şekilde odaya girip ağladığında, “Kendimi savundum sadece efendim.” diyerek masumiyet maskesini takınır ağlamaya başlardı... Anılar, birkaç munzur olay zihninden akıp gitti. Boğazına kahkahalar kilitlenmiş, oturduğu yerde durmakta güçlük çekiyordu. Kendisini toparlaması birkaç dakika sürdü. Parıl parıl parlayan mavimsi gözler, yerini derin bir hüzne bıraktı.
Tren durdu. Görevlinin geldiklerini belirten sesini duydu. Yerinden kalktı ve bavulunu eline alıp kompartımandan çıktı. Trenden indiğinde kendini karşılamak için gelen arabayı aradı gözleri. Arabacıyı nasıl tanıyacağını düşünürken güçlü bir el Aimée’yi sağ kolundan tuttu;
"Miss Guarlein?" dedi gür sesli el. Aimée arkasını döndü ve sesin sahibini şaşkınlıkla süzdü. Adam sorduğu sorunun cevabını beklemeden; "Fransa'ya hoşgeldiniz küçük hanım. İzin verirseniz bavulunuzu alayım." Aimée’nin cevap vermesine fırsat vermeden kızın elinden bavulu kaptı ve arabaya doğru yürümeye başladı. Aimée buz mavisi gözlerini şaşkınlıkla adama dikmiş, sonrada onun arkasından gidivermişti. Araya yaklaştı ve kapısında dikildi. Bagajı şiddeli bir şekilde kapatan adam Aimée’ye doğru yaklaştı ve arabanın kapısını kaba bir şekilde sonuna kadar açtı. Aimée kibirli bir şekilde adamı baştan aşağı süzdü ve ağır hareketlerle koltuğa yerleşti. Kapısı nazik bir şekilde kapatıldı ve şöförün kendi koltuğuna yerleşmesiyle araba hareket etmeye başladı. Adamın değişen ruh haline anlam veremeyen genç cadı omzunu silkerek başını dışarıya doğru çevirdi. Dikkatini çeken ilk şey; yol boyunca uzanan çiftlik oldu. Siyah, eyersiz bir ata takıldı gözleri. Araba ilerledikçe at geride kalıyordu. Başını arkaya doğru çevirerek atı gözden kayboluncaya kadar hayranlıkla izledi. Başını öne doğru çevirir çevirmez kar beyazı asil bir at ve simsiyah, hırçın bir imaj sergileyen, üzerinden güç akan iki ata dikildi gözlerini. Hayatında gördüğü en güzel atlardı. Aimée’nin at tutkusu vardı. Çok iyi bir biniciydi. Üstelik ata eğersiz binerdi. Hemde ustaca... Aimée atları gözden kayboluncaya kadar izledi.
Aradan yarım saat geçmişti. Genç cadı kendisine yabancı gelen bu fransız sokaklarında dayısının malikanesine doğru ilerlerken geçtiği her sokağı gözlemliyordu. Çok iyi bir gözlem yeteneğine sahipti. Araba, görkemli büyük bir malikanenin önünde yavaşça durdu. Aimée, arabanın penceresinden malikaneyi iyice bir süzdü. Buna hazır mıydı? Yeni cici ailesine alışabilecek miydi? Genç cadı kafasında bir ton soru işaretiyle arabadan indi ve malikanenin kapısından yavaşça içeri girdi. Dikkatini çeken ilk şey çiçekler oldu. Bahçe büyüleyici çiçeklerle doluydu. Kapıya geldiğinde zili çalmak ve çalmamak arasında kararsız kaldı. Dudağını ıssırdı ve elini isteksizce zile götürüp hafifçe bastı.