Aurelia Fea Stracke Ravenclaw VI. Sınıf
Gerçek Adı : Deniz.İz. Kayıt tarihi : 24/11/10 Mesaj Sayısı : 3 Mücadele Tarafı : Karanlık.
| Konu: Lia. Çarş. 24 Kas. 2010, 20:50 | |
| Oyuncunun Adı: Deniz. Oyuncunun RP Deneyimi: Uzun zaman önce yapıyordum, geri döndüm. İstenilen Sınıf: VI. Karakterin Tam Adı ve Soyadı: Aurelia Fea Stracke Karakteristik Özellikleri: - Spoiler:
Beni bu kadar inatçı yapanın ne olduğunu ya da asla gözyaşı dökmememin, bunun gülümsemek gibi duyguları anlatma şekillerinden biri olduğunu kabullenemeyip, zayıflık belirtisi olarak görmemin nedenini hep merak ettim ama bir süre sonra kendimi olduğum kişi olarak görmeyi öğrendim. Her zaman çıkarlarını gözeten ancak bunu ılık gülümsemesinin ardına gizleyip fark ettirmeden yapan ateşli bir genç kızım. Kimi hayrandır bana kimi kıskançlığından arkamdan konuşur. Peki, ben umursar mıyım? Herkes benim hakkımda istediğini düşünsün. Sonuçta, neredeyse hepsi, bana bulaşmamaları gerektiğini bilecek kadar akıllı. Acımam olmadığını gözlerine diktiğim safir rengi gözlerimden anlıyorlar. Orada kendi kanlarının yansımasını görmek istemiyorlarsa uzak dursunlar. Saldırgan tarafımı gülümsememin ve narin bedenimin ardına gizlerim her zaman. Soğukkanlı, çıkarcı Lia içimde bir yerlerde ve ben, onu, canım sıkılmadıkça saklamaya devam edeceğim. Sevdikleri: & Sıcak çikolata. & Kitaplar. & Piyano. & Büyü yapmak. Sevmedikleri: & Gevezelik. & Hafife alınmak. & İçine kapanık kişiler. Örnek Rol Oyunu;- Spoiler:
Üzerine geçirdiği simsiyah cübbeyle genç kızı parçalanmış sokak lambalarından süzülen loş, sarı ışığın altında fark etmek bile oldukça zordu. Arkadan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı kambur duruyor, skye fundasını kıskandıracak menekşe rengi gözlerini zeminden ayırmıyordu. Öyle ürkekti ki ayağı takılıp tökezlediğinde irkilip, çığlık atmamak için dolgun alt dudağını biçimli dişlerinin arasına alıp ısırdı. Küflenmiş peynirlerden farkı olmayan ahşap evlerdeki ölü farelerin leş kokusu yayılmıştı terk edilmiş gibi görünen sokağa. Örümceklerin ağlarını ördüğü kırık pencereler haykırmak istercesine birleşmiş gri bulutların kapladığı gökyüzünün hâkim olduğu gecede daha da ürkütücü görünüyordu göze. Yıldızlar patlamaya hazır lodosla sürüklenmekten korkmuş, bulutların korunaklı gövdesinin ardına gizlenmişti adeta. Güzel dişi sonunda kaldırıp başını, özlemle baktığında ufka, omuzlarına dalgalar halinde dökülen bakır sarısı, gösterişli tutamlarının üzerinden kayıverdi kumaş. Detaylı, kusursuz özelikleri pürüzsüz beyaz tenine işlenmişti. Burnu küçük, iri gözleri tahrik ediciydi. Gür, siyah kadifemsi kirpikleri süzülerek açılıp, yay gibi kaşlarına dokundu, biçimli dişlerini sarmalayan şehvetli kırmızı dudaklarını büktüğünde. Halkının hasat zamanından önce yağmur yağması için yaktığı ağıtları dinleyen bir tanrıça edasıyla, yeniden, hiç yakınmadan çevirdi gözlerini yere. Serin rüzgâr yumuşak tenini avuturcasına okşadığında doldurdu göz pınarlarını gözyaşları. Kollarını incinmekten korkarak sardı kendine. Derin derin çekti içine havayı ve her verişinde saydam buhar vardı dudaklarından dökülemeyen sözcüklerin yerine. Sanki genç kızın ne zaman duracağını merakla bekliyordu tek tük ağaçların dallarından düşüp, esintiyle havalanan yapraklar. Karanlıkta iri yapılı iki figür belirince karşısına duvar çıkmışçasına duruverdi Liné. “Eric?” diye fısıldadı titrek bir sesle. İnsan hayatı boyunca hayal etse zihninde canlandıramayacağı kadar mükemmeldi seslenilen erkeğin yüz hatları. Simsiyah gözleri, yıldızlarla süslenmiş bir gece kadar ışıltılı ve güzeldi, Tanrı’nın sizi kutsamış gibi hissettiğiniz gecelerden. Kuzgunun tüylerini andıran gür, dalgalı saçlarını uzun parmaklarıyla alnından geriye doğru ittiğinde, çıkık elmacık kemikleri iyice belirginleşmişti. Gölgeli ay ışığında asla var olmayacağını düşündüğünüz kadar yakışıklı görünüyordu. Biraz arkasından hizmetkârı gibi süzülerek ilerleyen, yerleri süpüren yamalı paltosuyla pisliğin tekiydi Cam. Sapsarı dişlerini diliyle ıslatarak keyifle gülümseyip “Seni görmek güzel, Charliané.” Kelimelerini hastalıklı ses tonuyla mırıldanmıştı. Yukarı kıvrılan dudakları yüzündeki kırışıkları belirginleştiriyor, göz çukurlarının derinliği yüzünden alnı fazla geniş görünüyordu. Çok yaşlı sayılmamasına rağmen böyle görünmek için çaba sarf etmiş, her seferinde olduğu gibi Liné’ın soğukla hiç ilgisi olmayan bir şekilde titremesine neden olmuştu. Az sonra olacakları düşünmemeye çalışarak terli ellerini sildi cübbesine, genç kız. Düşündüklerini dile getirememenin zorluğunu ilk defa tatmışçasına ağzındaki mayhoş tada minik burnunu kırıştırdı. İşte haftalardır görüşmek için her yolu denediği, karnında çocuğunu taşıdığı, inkâr etse de canını yakan bir aşkla bağlı olduğu kara melek hemen karşısında duruyordu. Elbet söyleyecek bir şeyleri olmalıydı. Tatlı bir pembenin renklendirdiği dudaklarını diliyle ıslatıp, buraya gelmeden önce tasarladığı cümleleri hatırlamaya çalıştı farkında olmadan kaşlarını çatarak. Nereye gitmişlerdi defalarca tekrarladığı sözcükler? “Sanırım benden korunman gerektiğini düşünüyorsun.” Seni seviyorum diye haykırmak isterken mırıldanılan sözcükler neden bu derece alaycı, zavallının teki olduğu için kendisinden nefret etmek isterken öfkesi neden hep başkalarınaydı? Aşk girdiğinden beri basit yaşamına her şey tepetaklak olmuş, öncelikleri yer değiştirmişti. Saf mutluluktu ilk zamanlar, ihtirasla birleşince yüreğindeki katıksız sevgi gerçekleri görmeyi reddetmişti, öleceğini kabullenmeyen hastalar gibi. Hücrelerini ateşe verip, kalbine ulaştığında meleğinin siyah kanatlarıyla kendisini sarmasına izin vermişti. Ardından gelen daimi güvenle sevgilisinin onu bıraktığını ancak düşmeye başladığında fark edebilmişti… Düş kırıklığı öyle güçlü çarpmıştı ki ruhuna onu kullanan adamın çocuğunu taşıyor olma ihtimalini yok saymak hiç de zor olmamıştı. 'Sevgilim izin ver son kez hissedeyim dudaklarının sıcaklığını, kanlı, günahkâr bir öpüş olsun, erimiş metal gibi, kavurucu.’ “Konumuzun bu olduğunu düşünüyorsan cevabını alacağından emin olabilirsin Liné” Özlemin gücüyle olduğu yere çakılıp, kulaklarına ulaşan oldukça tanıdık ses tonunun tadını çıkardı birkaç saniye. Kokusunu duyumsamak, güçlü kollarının arasında kimi zaman güvenle uykuya dalmak, kimi zamansa arzuyla kızarmak istiyordu. Var olduğunu sandığı gururu sıcak avuçlarından kayıvermişti tek nefeste. Sevgilisinin, her bakışında içini kemiren, nefesinin kesilmesine neden olan gözlerine bakıp umudun zayıf ışığını aradı çaresizce. Ellerini farkında olmadan açmış, ileriye doğru uzatmıştı beklentiyle. Yutkunup, ciğerlerindeki yangını söndürmeye çalıştı güzel dişi. Ferahlatmak yerine tuzlu gözyaşları yakıyordu gözlerini, akmalarına izin vermemek için kırpıştırdı kirpiklerini. “Ben seni seviyorum.” Tükürürcesine fazla hararetle dökülmüştü sözcükler, aceleyle, sanki geçen dakikalar ölümcül olabilirmiş gibi. O an hissettiği duyguları tanımlayacak kelime grubu bu olsa gerekti. Kalbini verdiği adama dokunamadığı, aralarındaki beş adımlık mesafeyi kapatıp, kaslı bedeninden yayılan sıcaklığı buz serinliğindeki teninde hissetmediği süre içerisinde yorgun düşmüştü. Ruhundaki çatışma devam ediyor, kazanan taraf belirlenemediği için huzursuzluğu artıyordu. Öne doğru eğilerek karanlıkta meleğinin sertleşen bakışlarını hayal etmediğinden emin olmaya çalıştı. Sadece yaşaması için çabalıyordu, her şeyden önce onun hayatı… Son kez veda etmekti olsaydı keşke bu görüşmenin amacı, gururu yok sayıp tekrar denemek istemek. Ama şimdi orada durmuş kapana kısıldığı bir aşkla sevdiği adamın nefes almaya devam etmesini sağlamaya çalışıyordu. Genç kızın narin vücudunu sarmalayan kalın kumaşı bile havalandırıp, dişlerinin takırdamasına neden olan rüzgâr geldiği gibi gitmişti, peşinden yağmuru getirerek. Ayın gümüşi yüzeyinden kayarcasına inen şaşılacak büyüklükteki damlalar ahşap evlerin çıtırdayan tahtalarını dövmeye başlamıştı şimdiden. Kötü duygulardan kurtulacağını ümit ederek ışıldayan buklelerinin şelale gibi akmasına neden olan bir harekette bulunup siyah cübbesinin çıplak omuzlarından kaymasına izin verdi. Pudra rengi ipek elbisesinin açıkta bıraktığı sırtından beyaz kanatların ortaya çıkacağını, gökyüzünün gözyaşları arasından göğe yükseleceğini düşündürüyordu esrarengiz güzelliği. Kısa eteği uzun bacaklarını oyuna sürerken hangi erkek dayanabilecekti Afrodit’i kıskandıran dişiye? ‘Beni sevmeni istiyorum, sana dokunanın yalnızca ben olduğumu bilmek. Gitme dersem kalacak mısın? Bilemiyorum.’ “Seni görmek istemiyorum.” Genç kız ağır ama görünmez bir darbe yemiş gibi olduğu yerde sallandı. Özlemin, acının, hayal kırıklığının yanına eklenip hepsini bastıran nefret tutuştu menekşe rengi eşsiz gözlerde. Cam öyle sinsice gülüyordu ki çıkardığı alçak kıkırdama Liné’ın dudaklarının seğirmesine neden oluğunda, kusursuz yüzünden akıp giden yağmur damlalarının bedeninin ateşinde buharlaşacağını sanırdınız, titreyen ellerine bakmazsanız tabii. “Asıl yapman gereken şeyi galiba unuttun, Charliané.” Matthew’in sesi uğuldayan kulaklarında yankılandığında ani bir dürtüyle saçları ve elbisesi gibi sırılsıklam olmuş siyah cübbesini giyme isteğiyle yavaşça kırdı dizlerini. Duymazdan gelemeyeceğini bilerek parmaklarını bükmeye başladı gerginlikle. Eric’in ona cevap bekleyerek dimdik baktığını bilmesi zaten artan tedirginliğini işkenceden farksız kılıyordu. İçinden dua edip, duyduğu konuşmalardan sonra vazgeçmesini dileyerek “Görmüyor musun? Hiçbir işe yaramayacak, beni sevmiyor.” Diye fısıldadı beyninin içinden başka bir zihne. Sessizliği giderek dikkat çekici bir hal alırken bulutlar daha da güçlendi, Liné’ı gözlerden saklamak istercesine hızlandı yağış, sağanak can acıtıcı dokunuşlara dönüverdi. “Peki, tatlım, meleğinin ölümünü konu alan filmin başlamasına iki dakikadan az kaldı.” Bunu öne süreceğini ilk andan itibaren biliyordu, omuzları yenilgiyle çöken genç kız. Ölümsüz Matthew yeteneğini keşfettiğinden beri güzel dişiyi rahat bırakmıyor, her saniye kafasının içindeymiş gibi hissetmesine sebep oluyordu. İtiraz etmek, rezil olmaktan başka işe yaramayacağını söylemek istiyordu ama neye yarardı, zaman kaybından başka? Çevrelerinde ölümsüz melekler tarafından adeta bir çember oluşturulmuştu, hissedebiliyordu en az sekiz kişiydiler. Tek sözcükle harekete geçmek için gerilmişti kasları, nefretlerini kendininmişçesine duyumsuyordu ruhunda. Aralarından bazıları öyle güçlü sinyaller yayıyordu ki Liné’ı isimlerini bile tahmin edebilecek kadar duyarlı kılıyorlardı. Arkadan itilmişçesine sevdiği adama yaklaştı telaşla. Akıllı davranıp boynuna doladığı kollarını çözmemesi için yalvarırken Tanrı’ya burnuna dolan kokunun aroması başını döndürüyor, bütün duyularını harekete geçiriyordu. Islanmış, buz gibi dudaklarını sevgilisinin kulağına dayayıp “Öp beni.” Kelimelerini özgür bıraktı zorladığı kafesin kilidini açarak. Arzuyla tutuşan, ısrarcı ama tatlı bir sızıyla yanan tenine gecenin taşlaştıran serininin etki etmemesinden hayıflandı içten içe. “Bak Liné-“ Son kozunu oyunu sürmek zorundaydı. Kaybın sonunda ölüm vardı çünkü. “Yalvarıyorum, lütfen, son kez öp beni!” Pes ederek göz kapaklarının gözlerinin üzerine düşmesine izin verdi. Reddedilmenin verdiği tarif edilemez acıya hazırladı kendini. Tatlı, iştah kabartıcı yumuşaklığı hissettiğinde dudaklarında, bedeni yay gibi gerilip, solukları hızlandı genç kızın. Önceleri nazikti, nefesinin esrarında kaybederken kendini öpüşün sertleştiğinin her açıdan farkındaydı. Belini kavrayan elleri sıkılaşıp dişiyi kendine doğru çektiğinde içinde arzu dışında uyanan duyguları görmezden gelmeye çabalayarak sonuçsuz bir açlıkla karşılık veriyordu sevdiği meleğe. Beyninde yankılanan tüyler ürpertici kahkahalarla şehvetle ilgisi olmayan bir yanma hissettiğinde teninde güçlükle ayırdı dudaklarını arzuladığı adamın dudaklarından. Nefesinin düzene girmesini bekleyemeden dehşetle, sarsılan evlerin ardını görüyormuşçasına “SÖZ VERMİŞTİN!” diye haykırdı geceyi titreten bir çığlık sözlerini vurgulamak istercesine ışıltılı göğe yükseldiğinde. Ve her şey o an başladı. ‘Dokunuşların sert, canımı yakıyor. Ama önemi yok. Yaşadığını biliyorum ya sevgilim, her şeye değer.’
| |
|
Seçmen Şapka Seçmen Şapka
Kayıt tarihi : 22/06/10 Mesaj Sayısı : 123 Mücadele Tarafı : Hogwarts.
| Konu: Geri: Lia. C.tesi 27 Kas. 2010, 22:25 | |
| | |
|