Julietta D. Stradowsky Slytherin VI. Sınıf
Gerçek Adı : Elis Kayıt tarihi : 31/10/10 Mesaj Sayısı : 3 Mücadele Tarafı : Karanlık Belirgin Özellikleri : Vahşidir o.
| Konu: Juliet. Paz 31 Ekim 2010, 19:32 | |
| Seçmen Şapka Formu; Oyuncunun Adı: Elis Oyuncunun RP Deneyimi: 2 yıl İstenilen Sınıf: VI. Sınıf Karakterin Tam Adı ve Soyadı: Julietta Dianne Stradowsky Karakteristik Özellikleri: Sinsi, hain, asi, ukala, hırçın, bencil, oyuncu, zeki, kendine güveni tam. Ailesinin onu yetiştirme şeklinden ötürü ukaladır ve kendine güveni tamdır. Bencildir çünkü diğer insanlardan daha değerli olduğuna inanmıştır. Asi ve hain olmaksa içinden gelen davranışlar. Oyunculuğu mükemmeldir, zaten küçükken tiyatro kulübünde başrolleri kapardı ve kesinlikle zekidir, ancak derslerden çok sinsi planlarında zekasını kullanır. Sevdikleri: Eğlence, oyunculuk, planlar, yılanlar, karanlık, gizli işler, gülmek. Sevmedikleri: Sıkıntı, saflık, dersler, kelebekler, pembe, öğretmenler. Örnek Rol Oyunu;
- Spoiler:
Kimine göre, ziyafet sofrasındakileri hazmetmek için zevkle uykuya dalınmış birkaç gece saatiydi, basitti. Kimine göreyse çok daha farklı anlamlar içeriyordu. Karanlık bir örtü serilmişti şehir merkezinin sessizliğine. Gecenin saygıyla boyun eğilecek kadar etkileyici örtüsü. Audrey Charlotte Bellard, sükunetin ritmine uyum sağlayarak attığı her adımında, dışarıdan aslında ne kadar da dikkat çekici olduğunun farkında olmazlığındaydı. Uzun ve siyah, keten kumaşıyla vücudunu serin bir sonbahar gecesinden koruyan paltosunun iki cebine iki elini sokmuştu. Boynundaki kan kırmızısı atkısı, gecenin sakin karanlığında göze çarpan yalnızca iki şeyden birisiydi. Bu görüntüyü, omuz hizasındaki dalgalı ve sütlü kahveden biraz daha koyu bir renge bürünmüş saçları, minik ve masum burnu, burnunun hemen altındaki dolgun ve çekici kırmızı dudakları tamamlıyordu. Yıldızların aslında milyonlarca ışık yılı uzakta olmalarının imkansız olduğunu düşünebileceğiniz bu gece, göze çarpan nadir iki şeyden bir diğeri ise, bal rengi parıldayan gözleriydi.
Kaldırım taşları özenle yerleştirilmiş sokaktan geçen normal bir insan, onu masum ve küçük bir gençkız olarak görebilirdi. Gerçek ise sanıldığından çok daha olağanüstüydü. Yalnız başına attığı adımların hiçbirinde korku ya da endişe sezilemezdi. Aksine, kararlılık ve cesaretle kuvvetlendirdiği ayaklarını yere tam basıyordu. Soğukkanlı oluşu bakışındaki üstün asaletten anlaşılabilirdi. Fakat teni o kadar pürüzsüz ve beyazdı ki, bu kadar karanlık ve yalnız bir gecede bile muhteşem şekilde dikkat çekiyordu. Esintide sallandıkça gıcırdayan birkaç sokak lambası vardı görüntüde sadece. Eski köşklerse taş yolun iki yanını kaplamıştı. Cılızca sallanan lambanın ışığında, Gravourde Sokağı siyah beyaz bir film sahnesini andırıyordu. Audrey ise oraya özenle yerleştirilmiş bir başrol oyuncusu kadar uyum sağlamaktaydı. Temposunu bozmayıp aynı kararlılıkla yürümeye devam ederken kendisi ve Tanrı hariç hiç kimse nereye gittiğini bilmiyor ve büyük ihtimalle merak da etmiyorlardı. Öyle ki, dedikoducu kadınlar bile bu çekici ve masum güzellikteki üniversiteli gencin adımlarının hedefini öğrenmek için birbirlerine sorular sormuyorlardı.
Audrey, yürürken bir sağa bir de sola bakan kuşkulu hareketlerde bulunmazdı. Çünkü o zaman insanlar onun bir suç işlemek üzere olduğunu fark edebilirlerdi. Ki Audrey, suçun nasıl işlenmesi gerektiğini şu an hapishanede yatan her kaçaktan çok daha iyi biliyordu, bu sebeple onlar hapishanedeyken kendisi Gravourde Sokağı'nda rahatça yürüyebiliyordu. Dans eden ışığın aydınlattığı bir sokak köşesinde durdu. Cebinden çıkardığı bir parça parşömen kokulu kağıda baktı ve aynı zerafetle yerine koydu. Cesaret dolu adımlarına devam ederek sağdaki yola girdi. Yol, tüm gece boyunca ölü gibi yalnıztıkta kıvranan şehrin diğer yarısından çok daha farklıydı. Kabareler ve cafelerle süslenmiş yolda, ışıklar hala canlılıkla parlıyor ve insanlar geceden habersizcesine konuşmaya, şarkı söylemeye, dans etmeye ve deliler gibi içmeye devam ediyorlardı. Audrey, arada sırada normal bir insan gibi etrafına bakınarak yolun sonuna doğru ilerlemeye koyuldu. Önceden de bahsedildiği gibi; suçun nasıl işlenmesi gerektiğini en küçük ayrıntısına kadar öğrenmişti. 19 yaşında olmasına rağmen, tüm detaylar zihninde çoktan yerleşmişti. Etrafına attığı seyrek bakışlar, onu normal ve zararsız bir insan kılığına bürüyordu. En azından eğlenen diğer insanlar için bu böyleydi, istisnasız. Hatta neredeyse kimse Audrey'nin varlığından haberdar değildi, belki de bir çoğunun umrunda değildi. Tabi ki de bu olay Audrey'nin işini en düşük seviyede bir kolaylığa indiriyordu.
Eğlencelerle dolu bu renkli yolun sonuna geldiğinde bir kez daha sağa doğru saptı ve birkaç adımın ardından solundaki köşkün önünde durdu. Bal rengi gözleriyle uyum sağlamış olan saçları dalgalanırken, büyülü gözlerini kaldırarak köşke şöyle bir göz attı. Keten cebindeki kağıdı çıkarıp bir kez daha bakışlarını kağıdın üzerinde çabukça dolaştırdıktından sonra diğer cebinden çıkardığı ve sol eliyle yaktığı çakmakla kağıdı bir ucundan yakmaya başladı. Küçük alevler kağıdı ve üzerindeki yazıları küle çevirirken Audrey elinden usulca yere bıraktı onu. Yanmaya devam ederken yaydığı bu yanık kokusu, Audrey tarafından şiddetli bir biçimde hissediliyor ve mükemmel bir iş çıkarmanın hazzını yaşatıyordu. Birkaç saniye boyunca alevlerin gösterisine odaklandı, ardından çakmağı çıkardığı cebinden eski ve paslanmış bir anahtarı eline aldı. Kendi eviymiş gibi kolaylıkla açtı ahşap kapıyı, büyük ihtimalle pencerelerinden onu gözetleyen ve onu tanımayan herkes, Audrey'nin kendi evine girdiğini düşünmekteydi.
Rutubet kokusunun kapladığı eski evin dekorasyonu da en az dış görünüşü kadar ağır ve belki de 1700'lü yıllardan kalmaydı. Sakin bir adımla içeriye girdikten sonra arkasını dönmeden tek eliyle ittirdi kapıyı ve ahşap kapı sessizliliği bozmamaya yemin edercesine tek bir çıt bile çıkarmadan söz dinleyen bir çocuk gibi kapandı. Metal anahtarı cebine tekrar koyduktan sonra gıcırdamaya ve tahtakurularına yemek olmaya yüz tutmuş ahşap yer döşemesinde ilerlemeye başladı. Evin karanlığında dikkat çeken tek aydınlık, merdivenin duvarına yansıyan sönmeye yakın bir mumun oynak ışığıydı. Ellerini cebine tekrar yerleştirdi ve ışığa doğru yürüdü. İlk adımını attığı basamaktan küçük bir çıtırtı evin sessizliğine karıştı, bunun üzerine Audrey çabucak diğer basamağa çıktı ve çıtırtı sessizlikte boğuldu. Neyse ki bundan sonraki hiçbir basamakta aynı soruna rastlamadı ve pürüz çıkarmayan bir özgüvenle merdivenin bittiği yerin hemen solundaki, küçük bir bit pazarından alınmış mumun hüküm sürdüğü yatak odasına girdi.
Eski mobilyalarıyla Audrey'e uzun zaman önce unuttuğu büyükannesinin evini hatırlatan bir odaydı. Çiçek desenli yorganın içerisindeki yükseklik, büyük ihtimalle yirmili yaşlarını biraz geçmiş bir erkeğin bedeniydi. Sinsi bir tebessüm, Audrey'nin karanlık sokaktaki yürüyüşünden bu yana yüz kaslarını hareket ettirdiği ve bir mimik denilecek tek andı. Paltosunu ses çıkarmamaya özen göstererek üzerinden sıyırdı ve yanındaki eski döşemeli koltuğa koydu. Yavaşça yüzüstü yatan ve hiçbir şeyden haberi olmayan insan bedenine yaklaştı ve yatağın üzerine çıktı. Ani bir atakla beraber, sağ kolunu kullanarak erkeğin boynunu kavradı ve sol eliyle ağzını kapattı. Böyle bir karakter ve fiziğe uygun bir ses tonuyla, öfkeden çok mutlu ve tatlı bir intikamın yarattığı bir ses tonuyla konuştu. "Jeff, bilmeni istediğim tek şey şu; senden nefret ediyorum." Son kelimesinin hemen ardından sağ kolunun sıkıca kavradığı boynuna doğru yaklaştı ve kırmızı dudaklarını aralayıp Jeff'in kuvvetli bedenini ama o sırada hiçbir şekilde çırpınmasına izin vermeyen şaşırtıcı derecede yüksek kuvvetiyle beraber boynunu ısırdı. İki derin yaradan süzülmeye başlayan koyu kırmızı sıvıyı belki de dünyanın en lezzetli içeceği gibi zevkle içerken ruhundaki o buğulu ritme bir ritim daha karıştı. Büyük ihtimalle Jeff'in kalp atışıyla kendisininkiydi bu buğulu ritimler. Audrey kanı emmeye devam ederken gözlerindeki tanıdık pırıltıda mutluluk ışıldıyordu. Jeff ise yavaş ve çaresizce yeni tutulmuş bir balık gibi çırpınan bedenini serbest bırakıyor ve hareket edemez hale geliyordu.
Bambaşka bir tat, bambaşka bir deneyimdi Audrey için. Jeff, birkaç hafta önce evine gelmek isterse diye Audrey'e bir kağıdın üzerine ev adresini yazmıştı. Evet, Audrey evine gelmişti işte, mutlu muydu Jeff, Audrey onun kanını karşı konulamaz bir hazla kendi kanına karıştırırken? Aslında Audrey böylesine kirli ve şerefsiz bir kanın kendi kanına değmesinden bile korkardı ama nefreti o kan damlacıklarındaki her bir hücreyi öylesine sarmıştı ki, bu korku dişlerini taze ete geçirdiği andan itibaren anında yok olmuştu. Nefret, evet o tanıdık duygu. İnsan aldatıldığında, acı çektiğinde bunun sebebini kendine sorduğunda ve yanıtı onu aldatan ve ona acı çektiren kişide bulduğunda tüm vücuda yayılan o nefret. Audrey'de zaten bolca yetişen bir eroin gibiydi. Üzerine bir de, fani erkek arkadaşı Jeff'in tavırları eklenince, tatlı bir intikamın şehvetine karşı koyamamıştı. Belki de 19 senelik hayatının vampir olduğu bölümünde en muhteşem lezzetteki kandı Jeff'in kanı. Belki de mükemmel bir intikamın lezzetiydi. Audrey'le tartışılmaz derecede güzel anılarla dolu bir geçmişe sahiptiler. Dört, belki de beş yıldır birlikteydiler, tabi ki zaman zaman ayrıldılar. Fakat sebep ve ayrılmak isteyen taraf hiçbir zaman, hem de hiçbir zaman Audrey olmamıştı. Jeff ise Audrey aşk acısından evinde gözyaşlarında kavrulurken kahkahalarla gülebilmeyi becerecek kadar bencil bir insandı. Audrey'nin soğukkanlı kalbini kırmayı becerebilecek tek insan, tek varlıktı. Son günlerde artan kötülüğüyle beraber Audrey'nin ruhunu boğmaya başlamış ve onu katlanılamaz bir acıya sürüklemişti. Genç bir kız, nasıl böyle bir acıya katlanamıyorsa, Audrey de o noktaya gelmişti. Canından çok, deliler gibi sevmesine rağmen ondan ölesiye nefret ediyordu. Sevmek, hayır, onu sevmek istemiyordu, ondan nefret etmek istiyordu. Jeff ve sevgi kelimelerini kalbinde bir arada görmek, zihninde bir arada canlandırmak istemiyordu ve bu canlandırma Audrey'nin elinde değildi. Eğer sevmeseydi, bu cinayet çok, çok daha önce gerçekleşmiş olabilirdi. Bir zerre sevgi bile, tüm kalbi saran nefretten daha üstündü. Dayanılamaz acıyla yanan bedeni ve ruhu isyan etmişti ve üç saat önce sanki kendi kalbi Audrey'e şunları fısıldamıştı; "İşkence çekmeyi kes artık, o değersiz bir insan. Sen ise böyle şerefsiz ve ahlaksız bir heriften çok daha iyisine layıksın. Farklısın, bunun farkındasın ama bu asaletin farkında olduğunu sanıyorsun. Eğer asaletinin farkında olsaydın, kendini bu aşk denen lanetten çoktan arındırmış olurdun." Kendi ruhunun, kalbinin sesini dinleyerek buraya kadar gelmişti Audrey ve damarlarında dolaşan, ona Jeff'i ve hatıraları anımsatan kanın hiçbir bölümünde pişmanlık, korku ve endişe yoktu. Jeff'ten nefret ediyordu, bir zerre sevgisiz bir şekilde nefret ediyordu. Öyleyse gözlerini yakan gözyaşlarının intikamını almalıydı, uzun zamandır tatmak istediği kanla tıka basa doldurmalıydı acı çeken bedenini. O da bunu yaptı.
Dudakları şişesiye kadar kan çekti Jeff'ten. Jeff öldüğünde ise Audrey'nin yüzündeki gülümsemede herhangi bir değişiklik olmadı. "Senin benden aldıklarının çok daha üst seviyede iadesi bu Jeffrey." diye fısıldadı eski sevgilisinin cansız kulağına. Elinin tersiyle ağzını sildikten sonra Jeff'in dudağına bir öpücük kondurdu ve yataktan indi. Koltuktan aldığı paltosunu üzerine geçirdi ve mumun titrek ışığına üfledi. Her şey bitmişti işte. Jeff, acı, gözyaşları, geçmiş tutkusu... Her şeye son vermişti. Asla pişman değildi ve olmayacaktı da. Kalpsiz birinin kanının olmaması bir şey değiştirmezdi. Jeff bunu hak ediyordu, son damlasına kadar hak ediyordu Audrey'e göre. Audrey, ahşap kapıdan çıkarken "Artık senin Charlotte'ın değilim." dedi kendi kendine. Jeff'in ona hep Charlotte'ım diye seslenmesini aklına getirdiğinde.
Gösterişsiz saatine baktı, gecenin 4'üydü. Bu geceki yemeği, hayatının en güzel yemeği olmalıydı. Çünkü zevk, mutluluk ve intikamın tatlı karışımını vücudunun her yerinde hissediyordu. Geldiği gibi yürümeye devam ederken, aklından geçen bir iki düşünceden biri şuydu; Evet intikam soğuk yenilmesi gereken bir yemekti, Jeff bunu soğumaya bırakılmış bedeniyle anlamış olmalıydı. Fakat kanı oldukça sıcak ve tam kıvamındaydı. Audrey Charlotte Bellard, kararlı ve cesur adımlarını atmaya devam ederken hayatının artık tüm pisliklerden arındığını hatırlamasıyla beraber kusursuz, beyaz tenli yüzünde oluşan en samimi gülümsemeyle geceyi selamladı.
| |
|
Seçmen Şapka Seçmen Şapka
Kayıt tarihi : 22/06/10 Mesaj Sayısı : 123 Mücadele Tarafı : Hogwarts.
| Konu: Geri: Juliet. Paz 31 Ekim 2010, 20:18 | |
| | |
|