Léonide Aubert Lûthien Gryffindor VI. Sınıf
Kayıt tarihi : 30/10/10 Mesaj Sayısı : 128 Mücadele Tarafı : Hayatın götürdüğü yer, sonsuzluk. Belirgin Özellikleri : Bir kan fetişisti, maynak. RP Sevgilisi : Artık ruhumdan bir parça o. Darchélia. Kan meleğim.
| Konu: Winoc, Léonide. C.tesi 30 Ekim 2010, 21:34 | |
| Seçmen Şapka Formu; Oyuncunun Adı: Ege Doruk. Oyuncunun RP Deneyimi: Yedinci yılımı doldurmak üzereyim. İstenilen Sınıf: Altıncı sınıf. Karakterin Tam Adı ve Soyadı: Léonide Aubert Winoc. Karakteristik Özellikleri: Son derece sosyal, eğlenceli, neşeli ve çılgın bir genç olmasına rağmen acımasız ve umursamaz tavırları, kişiliğinin en derinlerinde kök salmıştır. Etrafındaki insanların hassas noktalarını, bir konu hakkında kendi düşüncelerinden başka fikir ve yorumları önemsemediği gibi çoğu zaman gerçekten değer vermediği insanların duygularıyla da ilgilenmemektedir. Hayatında başarısız, ödlek ve kişisel anlamda zayıf olarak gördüğü insanlara yer vermez. Bencil, çoğu zaman kıskanç ve mükemmeli arayan bir ruha sahiptir. İlginçtir ki eğlenmeyi her şekilde başarır. Çapkındır. Bazı zamanlar karşı cinse karşı aşırı bir ilgi beslediği olur. Asıl garip olan, küçüklüğünde yaşadığı bazı sorunlardan kaynaklı edinmiş olduğu kan fetişistliğidir. Kan, onu en çok tahrik eden şeylerden biridir. Sevdikleri: Klasik müzik, güzel kokulu çiçekler, her daim tatlı bulmuş olduğu kediler, eğlenmenin her türlü yolu, egosunu tatmin edecek eylemlerde bulunmak ve elbette KAN. Sevmedikleri: Hafife alınmak, yanlış anlaşılmak, reddedilmek, küçümsenmek, emir almak ve kitap okumak. Örnek Rol Oyunu;- Spoiler:
Çığlığa benzer kulak tırmalayıcı bir tıslamayla sola doğru kayarak açıldı kapı. Yavaş adımlarla taş döşeli tozlu zemine doğru iki adım atıp aşağı inerken otobüs şöförünün bakışlarını ensesinde hissetti, ve ürpermekten alıkoyamadı kendini. İndiği araç garip sesler çıkararak yeniden harekete başlarken, bakışlarını indiği meydanda dolaştırdı meraklı bir şekilde. Aslında pek de yabancı olduğu bir görüntü olduğu söylenemezdi. Birçok büyüden yoksun muggle, hayatlarını idame ettirmek için gereken parayı kazanmak adına hareket ediyor, onların kullandığı arabaların mazot kokulu egsoz dumanları ve motor gürültüleri caddeyi kaplıyordu. Oradan buraya, buradan şuraya koşuşturarak telaşlı ve anlamsız geçen hayatlarını yaşamaya çalışan muggleların havaya kaldırdığı kalın toz tabakası yoldan geçen her insanın giysilerine ve açıkta kalan ciltlerine yapışıyor, hafif de olsa meydanda kol gezen rüzgâr, tozun gözlerine girmesine sebep oluyordu. Güneş... Belki de bütün bu sunnî görünüme nazaran, en güzel şey oydu. Masmavi bulutsuz gökyüzünde tüm ihtişamıyla parıldıyor, insanların yarattığı bütün zararlı gazları aşıp, ne kadar berbat bir görüntüsü olsa da bu dünyanın, adeta güzelleştiriyordu. Muhteşemdi. Tek başına durmuş sırtında çantasıyla bekleyen gencin içinde bu tekdüze ve yararsız sisteme karşı bir çığlık atma isteği uyandırıyordu. Beton evler, gökyüzüne doğru yükselen minareler, metalik gövdelerinden güneş ışığı yansıyan renk renk arabalar... O kadar boğucu, o kadar bunaltıcı bir görüntüsü vardı ki Muggleların dünyasının, büyücü ve cadı bireylerin genel neden böyle yerlerde yaşamaktan kaçındığı anlaşılabiliyordu. Öfke, kıskançlık, açgözlülük... Evet, belki de Sihir Dünyası'nda bu tarz şeylere gerek olmayacak veya bunları en aza indirgeyebilecek olanakları vardı, ama muggle denen yaratıkların böylesi kötü vakalarda adının geçmesi bile, insanda tiksinti uyandırıyordu. Fakat elbette büyücüler ve cadılar arasında bile, onlara her şeyi veren dünyada hissedilmesine gerek olmayan ve büyük oranda 'insancıl' denebilecek kadar düşük seviyeli duygulara sahip insanlar vardı. Neyse ki, bu tarz insanların bloke edilmesi, büyücü ve cadıların kendi içlerinde çeşitli bölümlere ayrılmadan mükemmel bir işbölümüyle, resmîyeti kaybetmeden kurmuş olduğu Sihir Bakanlığı tarafınca sağlanıyordu.
Ah, elbette muggleların da bir düzeni, bir sistemi vardı ama bu emperyalist ve tamamen 'ben' odaklı sistemde yaşamanın nasıl mümkün olacağını anlayamıyordu, bu genç ruh. Tecrübesiz ve yeteri kadar bilgilendirilmemiş olmasına rağmen sistem hakkında benimsemiş olduğu görüşler, kesinlikle olumlu yönde değildi ki, mugglelar arasında bile bu sistemi sorgulayan, hatta dünyada olan çeşitli olaylara rağmen buna 'cesaret' edebilen insanlar vardı. Evet, sorgulayan susturuluyordu. Sadece para kazanmaya ve yaşam denen şeyden zevk alınmasını önlemeye odaklı sistemde, insanların gözlerinin açılması durumuna karşı her şey yapılıyordu. Eğitim, öğrenim, erişim, hafıza... Hepsi sınırlanıyor, hepsi, insanların duruma başka bakış açıları kazandırabilecek konuları gizlemeye yönelik şekilde saklanıyordu. Yazık, diye düşündü Fransız çocuk. Yazık, çünkü onların kanlarında sihir olmasa bile, kendi dünyalarını yaratabilecek seviyede güçlü ve azimli olabilecek olan ruhlara sahipler. Yazık, çünkü bu yeteneklerini harcıyarak, bazılarının hiçbir zaman sahip olamayacağı şeyi geri tepmiş, görmezden gelmiş, sırtlarına binen baskıya karşı koymak yerine, onun gücü altında ezilmeyi seçmiş oluyorlar. Okula gidecekti. Evet, bu kara düşünceler içindeki çocuk, okula gidiyordu, yeni tecrübelere ve bilgi kaynaklarına doğru açılabilecek olan yolların, en büyük kavşağına, okula gidiyordu. Üzülmeyi, ağlamayı, mutlu olmayı, aşkı öğrenebileceği bir yere, hatalarından ders çıkarıp, gelecekte yapacağı hareketlere çekidüzen verebileceği bir yere.... Okula gidecekti. Mutlu olması gerekirdi çünkü bunun farkındaydı ve bundan hoşnuttu. Fakat onu düşüncelere boğan bu tarz meseleler, mutluluğuna büyük bir gölge düşmesine sebep oluyordu. Sessizce, ruhuna getirmek istediği sessizliğin boyutlarında bir sessizlikle dudak büktü. Umursamıyordu. Öyle değil mi? Sadece on beş yaşında ve okula gitmeye devam eden bir büyücünün, muggleların dünyasında olup biten hakkında bazı yargılara varması yanlış ve beklenmedikti. Öyle değil mi? Evet, öyleydi. Ama öyle değildi. Ona giydirilmesi gereken kalıplardan sıyrılmayı başarmış, 'öyle' olmaması gerektiğinin farkına varmıştı. Mutlu olmaya giden gerçek yolun bu olduğunu anlamıştı, çoğunun aksine. Toplumdan tamamen farklı, koyunlar gibi melemek yerine, bir aslan gibi kükremek... Kesinlikle olmak istediği ve olduğu insan, buydu.
Yavaş adımlarını önünde heybetli bir edâ ile yukarı doğru uzanan istasyon binasına doğru yönlendirdiğinde, ister istemez ruhuna dolan mutlulukla hafifçe asılmış olan yüzü aydınlandı. Gidiyordu! Hogwarts'ta yeni bilgilere aç bir öğrenci olarak bulunacaktı, bir sene daha! Beşinci sene... Çok şey ifade ediyordu onun için. Sınavlar son hızıyla yaklaşırken, olmak istediğini zaten kafasına koymuştu. Bakanlık'ta çalışacaktı. Uluslar arası Sihirsel İşbirliği Dairesi'ne girecek, belki de düzene sokabileceği hayatlar adına çalışacak, savaşacaktı. Kesinlikle uğruna savaşmaya can attığı bir eşitlikten yanaydı. Devletler arası işbirliği, muggle başbakanlarına verilen destek... Birçok şey değişebilirdi, ve değiştirmek de isterdi. Altından geçtiği yüksek kemerli kapıda aniden suratına çarpan soğuk hava dalgası, güneşin yaydığı sıcaklığa rağmen istasyonun içinin soğuk olduğunu haber verdi ona. Elbette nereden bulup da getirildiği belirsiz olan bu soğuk gri renkteki taşların oluşturduğu birliktelikte, güneşin ışınlarının bile içeriyi ısıtması mümkün olamazdı. Gülümsedi. Kalbine ve ruhuna oluk oluk bir şelale misali akan mutluluk, neşe, heyecan ele geçirmişti sonunda onu. Her sene okula giderken bu yaşadığı duygulardan haz almaması nasıl mümkün olabilirdi ki zaten? Ah evet büyümüştü. Ve olgunlaşmıştı, kesinlikle. Yine de, ikinci evi olarak bellemiş olduğu o 'mükemmel' şatoya giderken içinde beliren çocukça heyecana mani olamıyordu. Bir kez daha hiç olmadığı kadar mutlu olmanın verdiği neşeyle gülümserken, dişleri ortaya çıktı ve taşlardan yansıyan soluk gri ışıkta bembeyaz parladı. Her zaman özellikle dişleri başta olmak üzere dikkatli ve titizdi. Ama bütün bunlara nazaran, elbette, sigara içiyordu. Sigara, onun yaşamına karşı attığı bir çığlık gibiydi aslında. Annesi ve babası tam on dokuz senedir evliydiler ve onlar hakkında söylendiğinde kişiliklerinin kolayca anlaışabileceği en büyük ipucu, kiliseydi. Kilisenin en sadık ve şaşmaz üyelerinden biri hâline gelmiş, tekdüze, monoton ve sıkıcı hayatlarıyla yaşamaya alışmış asalı muggle'lardan farkları yoktu. Sadece yaşıyor, çalışıyor, para kazanıyor, besleniyor, uyuyor, ve biraz olsun zahmete girdikleri düşüncesini hissettiren bir şekilde oğulları olan bu çocuğa sevgi göstermeye uğraşıyorlardı. Kısıtlayıcı oldukları pek söylenemezdi ama yaşadıkları çevreden dolayı altında kaldıkları, dolayısıyla oğulları olan bu gence de yansımasını önleyemedikleri baskıcı yapı onu tamamen aykırı ve asi olmaya itmişti. Belki hiç öpüşmemiş, belki sadece bir kere bir kızla çıkmış olabilirdi ama attığı çığlık, kulak zarlarını patlatabilecek derecede güçlü ve engellenemezdi. Rose ve Tom... İsimleri bile sıkıcıydı. Kesinlikle... Rose ve Tom ebeveynleri, oğullarının içinde gelişen asi ruhu görememiş, bunun son anda farkına varmışlardı. Ve o gün, kilisenin Agì'ye göre olmadığı anlaşılmıştı. Çocuk bunu hatırlayınca ister istemez gülümsemekten alıkoyamadı kendini.
Yavaş adımlarını hızlandırarak kimseye fark ettirmeden büyülü sütunun içine dalıp diğer taraftan çıktığında uzuvlarına yayılan karıncalanmayla huylandı ve tüyleri diken diken oldu. Ruhundaki mutluluğa eşdeğer bakışlarla dumanı tüten kırmızı trene bakarken bir kez daha mest oldu. Bakışları duvarda duran büyük saate kaydı. Tren kalkmak üzereydi. Adımlarını sıklaştırmadan görüntünün keyfini çıkararak açık tren kapısına doğru ilerlerken, ailesinin yanında olmamasına üzülmenin tam aksi yönünde mutlu bir şekilde aileleriyle vedaşalan çocukları izliyor, tanıdık yüzler görmek için kalabalığı tarıyordu. Arkadaşları vardı, ama uzun süredir görüşmemiş, konuşmamız veya mektuplaşmamışlardı. Yine de bu, onlara verdiği değeri pek de düşürüyor sayılmazdı. Tren kapısına yaklaşınca aniden omzunu kavrayan elle irkildi. Arkasını döndüğünde telaşlı bir koşuşturmanın içinde olduğunu belli eden bir yüz ifadesi ile kendisine bakan görevliyi gördü. Adamın hızla hareket eden dudakları arasından çıkan kelimeleri, kalabalığın çıkardığı gürültü arasında zar zor yakalayabilmişti. “Bavulların nerede evlat? Onları trene yüklemeliyiz biliyorsun.” Agì, bu yardımsever ve dikkatli adama onun olduğu derecede dikkatle baktıktan sonra sıcak bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Eşyalarımı önden Hogwarts'a gönderdim bayım. İlginiz için teşekkürler.” Adam, biraz rahatlamış bir yüz ifadesiyle Agì'nin gözlerine bakarak; “Ne demek, görevimiz.” dedi. Gencin dikkatindan adamın gözlerinin arkasında yatan istek kaçmamıştı. Evet, görevli kendini onun yanında rahat hissetmiş olacak ki olduğu yerde kalmak isteğiyle dolmuş gibi görünüyordu. Yavaşça omzundan çekilen ele karşı arkasını dönerek trenden içeri girdi. Kendine yavaşça üzerlerinde numaralar yazan kompartımanlardan bir tanesine atarken, çantasını açıp bir şişe su çıkardı ve onu yudumlamaya başladı. Suyu çıkarırken gözüne çarpan sigara paketine karşı ağzı sulanmış, ama tren hareket etmeden ve dikkatler dağılmadan önce sigarasını içemeyeceğini bilerek hayal kırıklığı içinde çantasının fermuarını kapatmıştı. Bakışlarını trenin görünmeyen tarafında kalan yeşil tarlalara doğru dikti. 'Bir istasyonu böyle güzel ve dinlendirici bir yere dikmek acaba kimin fikriydi?' diye düşündü ve son bir kez daha gülümsedi.
| |
|
Seçmen Şapka Seçmen Şapka
Kayıt tarihi : 22/06/10 Mesaj Sayısı : 123 Mücadele Tarafı : Hogwarts.
| Konu: Geri: Winoc, Léonide. C.tesi 30 Ekim 2010, 22:05 | |
| | |
|