Ortalığın kavrulduğu sımsıcak bir ağustos sabahıydı. Lavinia yastıktan başını kaldırır kaldırmaz saçlarının birbirine karışmış olduğunu fark edip sıkıntıyla iç çekti, başucundaki saatte şöyle bir göz atıp anında ayaklanarak banyoya doğru koşuverdi. Yüzüne biraz soğuk su çarptıktan sonra saçlarını fırçayla ayırmak için çabalamaya başladı bu sefer. Banyo dolabından yüz bakım kremini alıp tüm yüzüne yaydıktan sonra kendini banyodan dışarı atarak kapıda bekleyen Uriel'le karşı karşıya geldi. Ona atabileceği en kötü bakışlardan birini attıktan ve ardından da kahkahalara boğulduktan hemen sonra kendisini odasının sınırları içerisinde buluverdi aniden. Üzerindeki pijamalardan kurtulup en sevdiği şortlarından birini altına ve en sevdiği askılılardan pembe olanını da üzerine geçirdi. Boynundan hiç çıkarmadığı kolyesini eliyle okşarken aynadaki aksine son bir kez daha bakarak bu sefer kendini dış kapıya doğru yönlendirdi. Oradaki askılıktan çantasını alıp kolunun altına yerleştirdi. Ayakkabılıktan beyaz babetlerini de ayağına geçirdiğinde eve şöyle bir göz attı ve Fransa'nın heyecan dolu sokaklarına attı kendini. Fransa'da her gün başka bir eğlenceydi, sokak çalgıcılarından tut da farklı ve değişik yemeklerine kadar burası yaşanmaya değer bir cennetti Lavinia için. Hayatının büyük bir kısmı hayallerinin evinde mutluluk ve pozitif enerjiyle doğan yeni günler dizisi olarak burada geçmişti. Gözlerini Larissa'yla buluşacağı restorana dikti ve doğru olduğundan emin olur olmaz içeriye giriverdi. Tipik bir Fransız restoranıydı, güzel ve sakin bir yerdi, hoş ve yüreği okşayan harika bir müzik keman eşliğinde kulaklara ulaşıyordu. Yüzündeki boş ifade Larissa'nın mosmor suratını görür görmez yerini hafif bir gülümsemeye bıraktı. Yavaş adımlarla kızın yanına gittiğinde garsonun dik dik onlara baktığını hisseder hissetmez günün sorusunu soruverdi: '' Ne alacaksın Larissa? '' Aslında Fransız yemeklerinin her birinde başka bir gizem vardı, her biri damakta başka bir tad veriyordu oysa ki Lavinia'nın bunca yıldır aşina olduğu tadlar artık ona eskisi kadar çekici gelmiyordu bile. Karşısındaki kızın suskunluu karşısında ince bir ses tonuyla garsona şu sözleri söyledi: '' Deux verres de vin, s'il vous plaît. ''* Ardından da küçümseyici bir gülümsemeyle karşısındaki kıza baktı: '' Umarım içki içebiliyorsundur. '' Ardından da çok komik bir şekilde gülümseyiverdi ve bembeyaz teninin dikkat çekmemesi için neler yapabileceğini aklından geçirmeye başladı. Oldukça sakin ve huzurlu olmasına rağmen bu anı bozacak herhangi bir şeyin aniden geleceği çok aşikardı...
*İki kadeh şarap lütfen demeye çalıştım ama çeviri robotlarına güven olmaz.